Y A Ş A R K A P K A R A
  İlim (Vaaz)
 

VAAZ ANA KONULARI

İçindekiler


Okumak
İlmin ve Alimin Fazileti
İslamın Beş Temel Maksadı / مقاصد الشريعة الاسلامية

 --------------------------

 

Okumak  

OKU !  اقْرَأْ
بسم الله الرحمن الرحيم

الحمد لله رب العلمين والصلاة والسلام على سيدنا محمد الصادق الوعد الأمين

 Aziz Müminler!

Okumak, Allah'ın Peygamberine sav ilk emri olduğu gibi aynı zamanda Müminler için de hem bir emir hem de bir ibadettir.

 Peygamberimize gelen ilk vahiyde;

ٱقۡرَأۡ بِٱسۡمِ رَبِّكَ ٱلَّذِى خَلَقَ (١) خَلَقَ ٱلۡإِنسَـٰنَ مِنۡ عَلَقٍ (٢) ٱقۡرَأۡ وَرَبُّكَ ٱلۡأَكۡرَمُ (٣) ٱلَّذِى عَلَّمَ بِٱلۡقَلَمِ (٤) عَلَّمَ ٱلۡإِنسَـٰنَ مَا لَمۡ يَعۡلَمۡ (٥)

 “Oku yaratan Rabbinin adıyla oku! (1) * O insanı bir kan pıhtısından yarattı. (2) * Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir, (3) * ki o, kalemle yazı yazmayı öğretendir. (4) * İnsana bilmediğini o öğretti. (5)’’[1]

Diğer bir Âyeti Celile’de:

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

“(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir,”[2] buyrulur.  

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

“İmdi Kur'an okuduğun vakıt evvelâ o recîm Şeytandan Allaha sığın.” [3]

  “OKUMAK”

Kıymetli dostlar!

Okumak daha küçükten başlar. Ninni çağlarında bebeklere kitap okunarak büyütülmeli. Peygamber ve İslam büyüklerinin hayatları ninni halinde okunarak,  çocukların gözleri ve gönülleri kitapla terbiye edilmeli.

Yaramazlık yapan çocuklarını, ne idiğü belirsiz müzik ve çizgi filmlerle avutan ve sakinleştiren ana-babalar, maalesef yarınları için birer suç makinesi yetiştirdiklerinin farkında değiller.

Kitapla terbiye edilip büyüyen çocuklar, yetiştirilen gençler, evlilik çeyizlerinden kitabı, Mobilyalarından da kitaplığı eksik etmeyeceklerdir.

 Kaç ana-baba evlendirdiği çocuğunun çeyizine kitap, mobilyasına da kitaplık alıyor?

 Var mı içimizde bu hassasiyette sorumluluk sahibi, okumaya duyarlı,  mübarek ve muhterem  insanlar.

 Kıymetli Dostlar!

 Düğün Mobilyaları içerisinde mutlaka bir kitaplık da ilave edilmeli. Evimizin bir köşesinde küçük de olsa bir kütüphane oluşturmalıyız.

 Filmin olduğu yerde asla ilm olmayacaktır. TV’lerin evlerin en merkezi yerini işgal ettiği bir ailede, ne kitaba, ne kitaplığa ve ne de okumaya asla yer olmayacaktır.

 Kitapları; vitrin süsü olarak değil, en faydalı dost ve arkadaş olarak bilmeliyiz.
           Kitap okumaya, ekmeğe, suya ihtiyaç duyduğumuz kadar muhtacız. Çünkü insan öğrenmek üzere yaratıl- mış bir varlıktır.

             
Kıymetli Müslümanlar!

                  Mevzumuza milletimizin okumaya olan ilgi ve alakasının bir fotoğrafına bakarak başlayalım.

ÜLKELERİN OKUMA İSTATİSTİĞİ:
[4]

Kültür Bakalığınca yapılan  istatistiklere göre ise;

Bir yılda basılan “kitap çeşidi” ülkelere göre şöyledir:

ABD               85.121
Japonya           42.217
İngiltere          64.761
Almanya         64.761
Türkiye           6.151

Gazete okuyanların nüfusa oranları şöyledir:

Japonya           % 62
Almanya         % 48
Türkiye           % 5

Türkiyedeki kahvehane ve Halk Kütüphane sayılarının kıyaslaması ise şöyledir:

[5]

Ülke Nüfusu:              75,600,000
Kütüphane sayısı:       1118
Kahvehane sayısı:       600.000
Buna göre;
67620 kişiye 1 kütüphane düşerken,
126      kişiye 1 kahvehane düşmektedir.

 Kişi Başına Düşen Yıllık Okunan Kitap Sayısı:

Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa’da 7, Türkiye’de ise yılda 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor.

Ülkelerdeki “Sürekli Kitap Okuyanların” Nüfusa Oranları:

Japonya           % 14
ABD               % 12
Almanya         % 11
İngiltere          % 11
Türkiye           % 0,01

Ülkelere Göre “Çocukların Kitap Okuma” Oranları:

Türk çocukları kitap okuma konusunda çoğu Afrika Ülkelerinin gerisinde kalmış durumdadır. Toplumun;

Japonya’da     % 14 ü,
Amerika’da     % 12 si,
İngiltere’de     %21i,
Fransa’da        %21i düzenli kitap okurken
Türkiye ‘de     10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor.

 Üniversitelerin Durumu:

Dünya’da ki en iyi 500 üniversite sıralamasında Türkiye‘deki üniversiteler yine en son sıralarda yer almaktadır.[6]

 BİR BAŞKA İSTATİSTİK

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), “kitap okuma” araştırması utandıran bir gerçeği gözler önüne serdi.

Raporda, Türkiye’nin “kitap okumada” dünya ülkeleri arasında 86. sırada yer aldığı belirtildi.

                Araştırmada bireylerin kitap okuma süreleri de incelendi. Buna göre, her bir kişi, Türkiye’de günde;

6 saat televizyon izlemeye,
            3 saat internet kullanmaya ve
           1 dakika kitap okumaya zaman ayrılmaktadır. Bu da bir kişinin bir yıl boyunca sadece 6 saat (günde bir dakika) kitap okuduğunu göstermektedir.

 

 Kitap, insanların ihtiyaç listesinde 235. sırada yer almaktadır.

Okunan Kitapların Türü

Araş­tır­ma­da han­gi tür ki­tap­la­rı oku­duk­la­rı so­ru­su­na ka­tı­lım­cı­la­rın yüz­de 65’i aşk, yüz­de 24’ü si­ya­si, yüz­de 13’ü de dü­şün­ce ki­tap­la­rı ola­rak ya­nıt ver­di. Ki­şi­sel ge­li­şim ki­tap­la­rı­nı oku­yan­la­rın ora­nı ise yüzde 7 oldu.

2013’te 4 Bin 293 E-Kitap Yayınlandı

Kitap okumada sınıfta kalan Türkiye’de 2013 yılında 42 bin 655 kitap yayımlandı. Araştırmada bireylerin elektronik ortamda kitap okumayı tercih ettiği görüldü. Bu durumun elektronik kitaplarda (DVD, VCD, CD)  yüzde 37 artış yaşanmasına neden olduğu açıklandı. 2012 yılında 2 bin 986 elektronik kitap yayımlanırken, 2013’te bu rakam 4 bin 293’e ulaştı.[7]

 BAŞKA BİR HABER[8]

Televizyon izlemek daha kolay ve ucuz. Ancak daha ileriye dönük üretkenliğimizi olumsuz etkilemekte. Kitap okumak ileri dönük üretkenliğimizi artırmaktadır.” dedi. Enerji ve Tabii Bakanı Taner Yıldız, Kayseri’de İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yeni hizmet binasının açılış törenine katıldı. Bakan Yıldız, burada yaptığı konuşmada kitap okumanın önemini vurguladı.

 12 BİN KİŞİYE 1 KİTAP

Bakan Yıldız, şunları söyledi; “Türkiye’deki okuma oranlar çok düşük. Günde 6 saat kadar televizyon izleyen 3 saat kadar internete giren bir ülke haline geldik. Bunun hiçbir şekilde mazereti olamaz. Toplam nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’ın kitapları 100 bin tiraj ile basılırken Türkiye’de bu 3 bin civarında. Gelişmiş ülkelerde ayrılan para daha fazla. Japonya’da kişi başına yılda 25 kitap düşüyor. Türkiye’de ise 12 bin kişiye bir kitap düşüyor. Öğretmenler bu manada öğretmenler tavsiyede bulunmalı. Televizyon izlemek daha ucuz ama ileriye dönük üretkenliğimizi etkileyen bir faaliyet. Buradaki binamızın muhtevasıyla bu işi gerçekleştirmelidir.”

Aziz Müminler!

 İki Türlü “Okuma” vardır:

1-      Kıraat

2-      Tilavet

 İnsanlık için, Allah’ın İki Türlü de  “Okunacak Kitap”ı Vardır:

1-      Kevni/Kâinat Kitabı/Ayetleri

2-      Metluv (Okunan)/Şer’i Kitabı/Ayetleri.

 

Peki bu iki şekilde yapılan “OKUMA” hangi şey üzerinde ve niçin olacaktır?

 Şimdi bu konuları sırası ile açıklamaya çalışalım.

 Kıymetli Müminler!

 Kuranı Kerimde geçen “okumak” anlamına gelen “kıraat ile tilavet” çok karıştırılır. Kişi için en faydalı olan okuma şekli kıraat’tır. Kıraat, sesli veya sessiz, anlayarak okumaktır. K.Kerimde ilk gelen emir “ikra’ =oku” emridir. Burada sadece “oku” denmiş, ne okuyacağı zikredilmemiştir. Dolayısıyla bu okuma emrine okunabilecek her şey girer.

 Kâinat kitabı “tilavet” olunamaz ancak “kıraat” edilebilir. Halbu ki sözlü kitap hem kıraat edilebilir ve hem de tilavet edilebilir. Onun için ilk gelen emir “utlu= tilavet et” değil, “ikra’ =kıraat et” emridir. Okumada asıl olan da kırattır.

 Tilavet, başkalarına duyurmak için gereklidir. Tilavette sesli okumak şarttır, sesli olmayan hiçbir okuma tilavet sayılmaz.

 Kıraatte ise sesli okumak şart değildir, yeter ki okuduğunun manasını anlasın, ne demek istediğini kavrayabilsin. Örneğin karşımızda duran bir manzarayı yada bir resmi tilavet edemeyiz ancak kıraat edebiliriz.

 Demek oluyor ki kıraatta asıl olan manasını keşfetmektir, sesli veya sessiz olması önemli değildir.

Tilavette de asıl olan sesli telaffuzdur, sesli olmayan hiçbir okuma tilavet sayılmaz. Bir kimse bir metni hem sesli okur ve hem de manasını kavrarsa kıraat etmiş olur. Örneğin bir kimse K.Kerimi manasını anlayarak sesli olarak okursa hem kendisi kıraat etmiş ve hem de tilavetiyle başkalarının da istifadesine sunmuş olur.

 Kıymetli Müslümanlar!

 Okumak, yazmak ve ezberlemek ilmin başı ve şartıdır. Din ve dünya işlerinde ilerlemenin, Ahlak ve Medeniyet Şehirleri kurmanın yolu, “Okuma” gemisiyle, İlim Deryasında, yazma ve ezberleme seferleri yaparak, cehalet dalgalarına karşı mücadele etmek, Allah’ın izniyle, huzur ve barış limanlarına ulaşabilmek ve bu seferlerin bereket ve nimetini imanın ve insanlığın istifadesine sunabilmekten geçer.

 Allah’ın okunacak ayetlerinin iki çeşit olduğunu söylemiştik. Kısaca bunları da izah edelim:

1- Kevni/Kainat Kitabı/Ayetleri: Bu ayetler Allah ın yaratığı her şeyi ifade eder.

 Örneğin: Güneş, ay, yıldızlar, madenler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, sular, çiçekler, nehirler, denizler, meyveler, otlar, dağlar, ovalar, bitkiler, gündüz, gece, ay, yıl,  v.s. bunların hepside Allah’ın cc birer Kevni ayetleridir. Kısacası kâinatla ilgili olan her şey birer Kevni ayettir.

 
2- Metluv/Şer’i Kitabı/Ayetlerdir: Allah-u Teala’nın Rasullerine bildirdiği vahiy ve şeriatleridir.

 Örneğin: Kur’an’ı Kerim ve içindeki hükümler ve Rasulullah sav’in sünnetidir. Yani, taat, ibadet, helal, haram, iman, küfür, şirk, iyilik, kötülük, cennet ve cehennemi bildiren ayetlerdir. Vahiyle bildirilen bu ayetlere aynı zamanda “şer’i ayetler” de denilir. 

1-      KEVNİ AYETLERİ/ALEMİ OKUMAK

 

 

Kur'ân-ı Kerîm, "yaş, kuru her şey"i[9] ya açıkça, ya işaret ve remiz hâlinde, ya ayrıntılı, ya öz olarak veya teşbih, temsil ve mecaz gibi anlatım yollarıyla ihtiva eder. Bilimler; tabiatı ve eşyayı kendi adlarına, manâ ve isimleriyle ele almalarına ve 'nasıl' sorusu üzerinde yoğunlaşmalarına karşılık, Kur'ân-ı Kerîm, tabiata Allah adına ve 'niçin' sorusu çerçevesinde temas eder.

Kuran-ı Kerim, insanın akıl ve idrakine kainatın eşsiz güzelliğini, ilahi dengesi ve nizamını sunar. Buradan yaratıcının kudret ve azametini keşfedip, O’na yönelmesini ister.

Bu konuda, En'am suresi 74-79. Ayetler arası, İbrahim as’ın hayatından örnek verir.

 ۞ وَإِذۡ قَالَ إِبۡرَٲهِيمُ لِأَبِيهِ ءَازَرَ أَتَتَّخِذُ أَصۡنَامًا ءَالِهَةً‌ۖ إِنِّىٓ أَرَٮٰكَ وَقَوۡمَكَ فِى ضَلَـٰلٍ۬ مُّبِينٍ۬ (٧٤)

“İbrahim, babası Âzer'e demişti ki: "Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum."[10]

وَكَذَٲلِكَ نُرِىٓ إِبۡرَٲهِيمَ مَلَكُوتَ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَلِيَكُونَ مِنَ ٱلۡمُوقِنِينَ (٧٥)

“Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.”[11]

فَلَمَّا جَنَّ عَلَيۡهِ ٱلَّيۡلُ رَءَا كَوۡكَبً۬ا‌ۖ قَالَ هَـٰذَا رَبِّى‌ۖ فَلَمَّآ أَفَلَ قَالَ لَآ أُحِبُّ ٱلۡأَفِلِينَ (٧٦)

“Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: "Rabb'im budur." dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem."dedi.”[12]

فَلَمَّا رَءَا ٱلۡقَمَرَ بَازِغً۬ا قَالَ هَـٰذَا رَبِّى‌ۖ فَلَمَّآ أَفَلَ قَالَ لَٮِٕن لَّمۡ يَہۡدِنِى رَبِّى لَأَڪُونَنَّ مِنَ ٱلۡقَوۡمِ ٱلضَّآلِّينَ (٧٧)

“Ay'ı doğarken gördü: "Rabb'im budur." dedi. O da batınca: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum." dedi.”[13]  

 فَلَمَّا رَءَا ٱلشَّمۡسَ بَازِغَةً۬ قَالَ هَـٰذَا رَبِّى هَـٰذَآ أَڪۡبَرُ‌ۖ فَلَمَّآ أَفَلَتۡ قَالَ يَـٰقَوۡمِ إِنِّى بَرِىٓءٌ۬ مِّمَّا تُشۡرِكُونَ (٧٨)

Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük." dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." (En’am, 6/78.)

 إِنِّى وَجَّهۡتُ وَجۡهِىَ لِلَّذِى فَطَرَ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضَ حَنِيفً۬ا‌ۖ وَمَآ أَنَا۟ مِنَ ٱلۡمُشۡرِكِينَ (٧٩)

"Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim." [14]

 

 

Aziz Müminler!

 

 

           Kevni Âyetleri Okuma konusunda bir kaç örnek verecek olursak; [15]

 RÜZGÂRLARIN AŞILAMASI:

وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ وَمَا أَنتُمْ لَهُ بِخَازِنِينَ

"Aşılayıcı olarak rüzgârlar gönderdik de; derken gökten yağmur indirip onunla sizi suladık. (Yoksa) o suyu hazinelerde depolayan da sizler değilsiniz."[16]

 GÜNEŞ VE AY

وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ فَمَحَوْنَا آيَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا آيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلاً

"Biz gece ve gündüzü kudretimizi gösteren iki delil kıldık. Gece delili Ay'ı sildik, gündüz delili Güneş'i aydınlatıcı yaptık ki, hem Rabb'inizin lütfedeceği nimetlerin peşine düşesiniz, hem de yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz her şeyi açık açık bildirdik."[17]

هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاء وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللّهُ ذَلِكَ إِلاَّ بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

"Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona (aya) birtakım menziller takdir eden O’dur. Allah bunları, ancak bir gerçeğe (ve hikmete) binaen yaratmıştır. O, bilen bir kavme âyetlerini açıklamaktadır."[18]

 KÂİNATIN YARATILIŞI

أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ

"Hakkı, inkâr edenler görüp bilmediler mi ki, göklerle yer bitişik (bir bütün) idi onları Biz ayırdık, hayatı olan her şeyi sudan yaptık. Hâlâ inanmayacaklar mı?"[19]

 GÖKLERİN YÜKSELTİLMESİ

اللّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا

"Allah O'dur ki gökleri, sizin de görüp durduğunuz gibi, direksiz yükseltti… "[20]

Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:

وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ وَمَا يَعْقِلُهَا اِلَّاالْعَالِمُونَ      

       "İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz, fakat onları ancak bilgi sahibi olanlar düşünüp anlayabilir."[21] buyurulmuştur.

             Bütün bu misallerle Rabbimiz Teala, eserlerine bakaraktan, insanlığı kendisine imana ve kulluğa davet etmektedir.

KURAN VE SÜNNETİ OKUMAK

 

 

Değerli Mü’minler!   

Allah cc’ın bizler için أُتْلُ / Oku” emrine nereden başlayacağız?

 Neyi, nasıl ve niçin okuyacağız?

 Ki bu tilavet bizim için ibadet olsun.

           Okumaya/Tilavete “Yaradan’ın Sözü” ile başlamak en doğru ve en güzel başlangıç olsa gerek. O’nun Kitabı ile, O’nun eserleri ile. Böylece eserini okuduğumuz eser sahibini daha yakından tanıyalım ve O’na olan iman ve itimadımız daha çok artsın.

        يَـٰٓأَهۡلَ ٱلۡڪِتَـٰبِ قَدۡ جَآءَڪُمۡ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمۡ ڪَثِيرً۬ا مِّمَّا ڪُنتُمۡ تُخۡفُونَ مِنَ ٱلۡڪِتَـٰبِ وَيَعۡفُواْ عَن ڪَثِيرٍ۬‌ۚ قَدۡ جَآءَڪُم مِّنَ ٱللَّهِ نُورٌ۬ وَڪِتَـٰبٌ۬ مُّبِينٌ۬ (١٥)

"Ey ehl-i kitap! Resûlümüz size Kitap`tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi; birçok (kusurunuzu) da affediyor. Gerçekten size Allah`tan bir nur, apaçık bir kitap geldi.”[22] 

            Efendimiz sav Kuran’ın Tilavetini Müminlerin gönüllerini aydınlatan bir nur olarak tarif etmiş ve bu nur ile;

"Evlerinizi namaz ve Kur'an tilâvetiyle aydınlatın!"[23]  buyurmuştur.

               Peygamberimiz sav meclisteki sahabelere ayrı ayrı iltifatta bulundu ve onları ikişer ikişer kardeş yaptı. Kendisinin geride kaldığını hisseden  Hz. Ali ra, Resulullah sav’in kendisine gücendiğinden şüpheye düşüp üzüldü ve bunu ona açtı. Peygamberimiz sav:

 “Seni sona bırakmakla kendime kardeş yapmak istedim. Senin, benim yanımdaki konumun, Harun’nun Musa’nın yanındaki konumu gibidir (şu var ki benden sonra peygamber gelmeyecektir) ve sen benim varisimsin.” diye cevap verdi.

Ali ra “Ya Resulellah! Senden miras alacağım şey nedir?” diye sorunca, 

“Peygamberlerin bıraktıkları miras türü şey” diye cevap verdi.“Senden önceki peygamberler ne gibi şeyleri miras bırakmışlar?” sorusuna da

“Onlar Allah’ın kitabını ve peygamberlerinin sünnetini...”[24] diye cevap verdi.

 Ebu Hüreyre’den ra nakledildiğine göre Peygamberimiz sav şöyle buyurdu:

 “Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”[25]

 

 

Kıymetli Dostlar!

 

 

İnsanlar genel olarak şu üç sebeple Kuranı okurlar

 

 

Üç sebepten Kuran-ı Kerim okunur.

1)      Kur'ân'ı Yüzünden Okumak 

2)      Kur'ân'ı Anlamak

3)      Kur'ân'ı Yaşamak

                 Allahü Teala Kuran-ı okuma hususunda Efendimiz’e sav ve O’nun üzerinden de biz Müslümanlara;

وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا

“Ve Kur'an’ı tertil ile (yavaş yavaş güzel güzel) oku.” [26] diye emretmiştir.

 Rabbimiz cc’nün Kuran’ın okunmasında ölçü olarak beyan ettiği “tertil” ne manaya gelmektedir?

 “Tertil” ; Bir metni yavaş yavaş, her harfin edasının, nazmının ve manasının hakkını vererek okumaktır. Daha ilk surelerde Hz. Peygamber'e tertilin tavsiye edilmesi çok önemlidir.

 Tertilde mana ve hikmeti düşünerek okuma vardır. Söz ve telaffuz söz konusu olduğu zaman tertil, tane tane, yavaş yavaş karşıdakinin anlayabilmesine imkân vererek konuşmak anlamındadır. 
Tertilin, lafız ve mana bütünlüğünü yansıtacak şekilde, yerine göre şiddetli, yerine göre yumuşak bir üslupla, tecvid kaidelerine uyarak; manayı karşıdakilere hissettirecek şekilde okumak olduğunu, ilgili ayetin tefsirinde, Merhum Elmalılı Hamdi Yazır’dan öğreniyoruz.

 Nitekim Efendimiz ayetleri okurken manalarına göre sesini yükseltir ya da kısardı. Müşriklerle ilgili tehdit ayetlerini yüksek ve sert bir ses tonu ile okurdu. Cehennem ayetlerini tertil ederken korku ve haşyet titremeleri sesine hâkim olurdu. Cennetle ilgili ayetlerde ise, sevinç ve müjde ses tonundan anlaşılabilirdi. Soru ile biten ayetlere hafif sesle cevap verdiği olurdu.

 Herkese akıl verilmiş ve bu kitap da hepimize gönderilmiştir, anlayamayacağımız bir kitapla Rabbimiz bizi mükellef tutmaz. Bir Müslüman anlamadığı bir konu olursa başkalarına sorabilir ama o söyledi diye yine de kendi akıl süzgecinden geçirmeden kabul etmesi doğru olmaz. Bu, neye benzer? Kendi mumunu söndürüp başkasının mumunun arkasına düşmeye benzer.

           

Kıymetli Dostlar!

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”[27]

 وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.”[28] 

 "Ey Muhammed! Bu, Allah'ın izniyle insanları karanlıklardan nûra çıkarman için sana indirdiğimiz Kitaptır."[29] 

 "Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için kulu Muhammed'e apaçık âyetler indiren O'dur.”[30] âyetiyle de karanlıklardan nûra çıkarma özelliğine işaret edilmektedir.

 Kur'an insanlık târihinin en büyük inkılâbını gerçekleştirmiş Câhiliyye toplumundan insanlığın mefâhiri önderler çıkarmıştır. İnsanlığa insanlık değerini vermiş ve bugünün yükselen değerleri eşitlik ve hürriyet ilkelerinin ilk seslendiricisi olmuştur.

 "Katımızdan bir kitap indirdik; kim ondan yüz çevirirse bilsin ki kıyâmet günün bir günah yükü yüklenecektir;[31] 

 "Böylece Allah dünya ve âhiret konusunda düşünesiniz diye size âyetlerini açıklar.[32] 

"Düşünen millet için âyetleri böyle uzun uzadıya açıklıyoruz." [33] 

                 Yukarıda zikrettiğimiz âyetler özelde müslümanların; genelde topyekün insanlığın Kur'an'ı anlama görev ve sorumluluklarına işâret etmektedir.

 "Biz anlayasınız diye Arapça bir Kur'an indirdik."[34] 

Bu Âyeti Kerimeyi düşünürken, Arapçayı bilen bir millete geldiğini düşünmek ve ona göre tefekkür etmek lazımdır.

 Ana Dili Arapça olmayan Milletlerin Kur'an'ı anlamak için tefsirini okumak, sünnetteki uygulamalarını görmek ve islâmî tatbîkattan haberdar olmaları gerekmektedir. Yani Mushaf’ın Arapça Metnini okumak sonra da meâli mûtâlaa ve ardından tefsir ve sünnet bilgisi ile Kuran bilgilerini zenginleştirmeleri gerekmektedir.

 Hz. Osman'ın şu sözü Kur'an ile olan ilgiyi teşvik etmektedir: "Seven sevgilisinin kelâmından doymaz". Kur'an sevgiliden gelen bir mektupsa onu okumak, anlamak, sonra da istenileni yapmak sevenin sevdiğine bir vefa borcu, kulluk borcudur.

 Dünyada Yabancı Dil Öğretilmeyen bir Üniversite yoktur. Neden her Üniversitede en az bir yabancı dil öğretimi şarttır? Çünkü, değer verdiğimiz ya da korktuğumuz, dünyayı şekillendiren, yöneten ve yönlendiren ilim, kültür, sanat ve medeniyet gibi olgulardan faydalanmak ya da onların şerrinden korunmak için.

Kuran sadece insanoğlunun dirileri için ve onları daima diri tutmak için indirilmiş Hayy olan Allah’ın Kitabıdır.

  وَمَا عَلَّمۡنَـٰهُ ٱلشِّعۡرَ وَمَا يَنۢبَغِى لَهُ ۥۤ‌ۚ إِنۡ هُوَ إِلَّا ذِكۡرٌ۬ وَقُرۡءَانٌ۬ مُّبِينٌ۬ (٦٩) لِّيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّ۬ا وَيَحِقَّ ٱلۡقَوۡلُ عَلَى ٱلۡكَـٰفِرِينَ (٧٠)

“Biz ona (Peygamber`e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah`tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur`an`dır.”[35] * “Diri olanları uyarsın ve kafirler cezayı hak etsinler diye.”[36]

 Nitekim Akif;

Kâh açar bakarız nazm-ı celîlin yaprağına
Kâh üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için, ifâdeleriyle bu gerçeği anlatır.

Kıymetli Dostlar!

Biz Müslümanların Kur'an'ı Kerime karşı görevlerinden biri de insanlığı O’nun hidayet nuruyla tanıştırmaktır. Allah Teâlâ bu görevi öncelikle Peygamberimiz'in omuzlarına yüklemiştir. 

 "Sana Kitabı, ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için, inanan kimselere de doğru yol rehberi ve rahmet olarak indirdik."[37]

 Kur'an’ı Kerimin ana konularını incelendiğinde, O’nun muhtevâsında “iman”, “ibâdet”, “ahlâk”, “ahkâm”, “muâmelât”, “ukubât”, “âhiret hayatı” ve “kıssalar” … gibi insanı ve toplumu ilgilendiren ayetlerin ön plana çıktığı görülecektir.

 İLMİN/BİLGİNİN KAYNAĞI NEDİR?

                Kıymetli Müminler!

İlmin kaynağının ne olduğu hakkında Kuran’a baktığımızda, İnsanoğlunun ilminin başlangıcını da öğrenmiş olacağız. Okul kitaplarında anlatılan ilk insanların mağara insanı olması, cehalet içerisinde olması, okuma-yazma bilmemesi gibi gerçeği yansıtmayan yanlışların hakikatını Kuran-ı Kerimden öğrenelim.

 Konu ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

وَإِذۡ قَالَ رَبُّكَ لِلۡمَلَـٰٓٮِٕكَةِ إِنِّى جَاعِلٌ۬ فِى ٱلۡأَرۡضِ خَلِيفَةً۬‌ۖ قَالُوٓاْ أَتَجۡعَلُ فِيہَا مَن يُفۡسِدُ فِيہَا وَيَسۡفِكُ ٱلدِّمَآءَ وَنَحۡنُ نُسَبِّحُ بِحَمۡدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ‌ۖ قَالَ إِنِّىٓ أَعۡلَمُ مَا لَا تَعۡلَمُونَ (٣٠)وَعَلَّمَ ءَادَمَ ٱلۡأَسۡمَآءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَہُمۡ عَلَى ٱلۡمَلَـٰٓٮِٕكَةِ فَقَالَ أَنۢبِـُٔونِى بِأَسۡمَآءِ هَـٰٓؤُلَآءِ إِن كُنتُمۡ صَـٰدِقِينَ (٣١) قَالُواْ سُبۡحَـٰنَكَ لَا عِلۡمَ لَنَآ إِلَّا مَا عَلَّمۡتَنَآ‌ۖ إِنَّكَ أَنتَ ٱلۡعَلِيمُ ٱلۡحَكِيمُ (٣٢) قَالَ يَـٰٓـَٔادَمُ أَنۢبِئۡهُم بِأَسۡمَآٮِٕہِمۡ‌ۖ فَلَمَّآ أَنۢبَأَهُم بِأَسۡمَآٮِٕہِمۡ قَالَ أَلَمۡ أَقُل لَّكُمۡ إِنِّىٓ أَعۡلَمُ غَيۡبَ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَأَعۡلَمُ مَا تُبۡدُونَ وَمَا كُنتُمۡ تَكۡتُمُونَ (٣٣)

"(Ey Muhammed) Şu zamanı hatırla ki, Rabbin meleklere; "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Melekler): "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksınız? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz" dediler. (Rabbin): "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi. Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları da meleklere gösterip: "Haydi sözünüzde doğru iseniz bana şunları isimleri ile haber verin." buyurdu. (Melekler): Rabbimiz, seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, bizim senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen, bilensin, hakimsin." dediler (Allah): "Ey Âdem, bunlara, onları isimleri ile haber ver" buyurdu. Bu emir üzerine Âdem, onlara, isimleri ile onları haber verince, (Allah): "Ben size, göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da içinizde sakladığınızı da bilirim dememiş miydim?"[38] buyurdu. 

         Görülüyor ki, Allah Teâlâ Hz. Âdem'i halife olarak yaratmış ve durumu melekleri ile istişare eder gibi onlara bildirmiştir. Onların, yeryüzüne kendilerinin halife olmasını istemeleri üzerine, Hz. Âdem'i bilgilendirmiş ve bu bilgi sayasinde onu halife tayin ettiğini onlara da kabul ettirmiştir.

 İLİM TEŞVİK EDİLMİŞTİR

 Kıymetli Müslümanlar!

 Okumanın neticesinde ilim ve irfan, kültür ve medeniyetler oluşur.

Peygamberimiz sav buyurdular ki;

 "Hikmet ve ilim mü'minin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır."[39]

       "İlim Çin'de (Çin gibi uzak bir yerde) de olsa alınız."[40]

 Bilindiği üzere, İslâm'da ilk savaş, Bedir savaşıdır. Bu savaşı Müslümanlar kazanmıştır. Bu savaşta esirler de alınmıştır. Peygamberimiz sav arkadaşlarına danıştıktan sonra, esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını emretmiştir.

            Ancak fidye verecek durumda olmayanlardan her birinin on Müslüman’a okuma-yazma öğretmeleri halinde onların da serbest kalacağını bildirmiştir.[41] Zeyd b. Sabit ra, bu şekilde okuma-yazma öğrenenlerdendir.

                   Ecdadımız dini ilimlere olduğu kadar müsbet ilimlere de önem vermişlerdir. Çünkü Kur'an sadece dini ilimleri değil, diğer ilimleri de tavsiye etmiştir.

 

      Öyle İse Değerli Kardeşlerim!

 Dinimiz ve dünyamız için gerekli olan bilgileri öğrenmeli, bu konuda çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Ecdadımız, sadece dinî ilimlerde değil, diğer ilimlerde de zamanlarına göre ileri gitmiş; müsbet ilimlerin temellerini atmışlardı. Bizler de onlar gibi dinimizin emir ve tavsiyelerine kulak vererek, evlatlarımızın iyi yetişmelerine özen göstermeliyiz.  Onlara mal miras bırakmak yerine, malımızı, onların bilgi sahibi olmaları için harcayıp, ilim miras bırakmalıyız. Bu yol ise, Peygamberlerin sünnetlerindendir.

             Bugünkü teknolojinin, ilmin ürünü olduğunda şüphe yoktur. Dinimizin ilim tahsil etmeye neden bu kadar önem verdiği daha iyi anlaşılmaktadır.

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لاَ تَعْلَمُونَهُمُ اللّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ

 “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.”[42]

 Aziz Müminler!

 Ayeti Kerimede geçen “Kuvvet”in ne manaya geldiği Efendimiz sav’e sorulduğunda; "Kuvvet atmaktır" buyurmuş ve bunu üç defa tekrarlamıştır.

 Bu uyarısı ile Efendimiz, bulunduğumuz asırda en etkili silah hangisi ise onu hazırlamamızın gerektiği bildiriliyor. Bu da ancak bilgi ile mümkündür. Müslümanlar kendi atom Mühendislerini, makine mühendislerini, kendi Bilgisayar Mühendislerini yetiştirip, bilim ve teknikteki altyapı ve her türlü gereksinimlerini kendileri yapamadığı müddetçe, dinen ve ahlaken de kaybetmeye mecburdurlar.

      Hz. Ömer ra: “Bir makâm ve mevkîye getirilmeden evvel fakîh olunuz yani derin ve geniş bir ilim sahibi olunuz!” buyurmuş; İmâm Buhârî Hazretleri bu sözün ardından şöyle buyurur: “Bir makam ve mevkîye getirildikten sonra da dînî ilimleri derinlemesine öğrenmeye devam ediniz! Zira Peygamber sav Efendimiz’in ashâb-ı kirâmı, ileri yaşlarında ilim öğrendiler!”

[43]

 Yaşayışına yön vermek ve başkalarına öğretmek için ilim öğrenen kimse Allah yolundadır ve Allah'ın hoşnut olduğu bir işle meşgul demektir.

 Bakınız Hz. Ali ne güzel söylüyor: "İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, halbuki ilim seni korur. İlim hâkim, mal mahkumdur. Mal harcamakla azalır, ilim harcamakla çoğalır."[44]

 Hasan-ı Basri hazretleri de “Eğer ilim olmasaydı, insanlar hayvandan farksız olurdu.”[45] Gerçeğini dillendirirken, aklı olmayanın dini yoktur, mükellef değildir. Hükmünü de teyid etmiş oluyordu. 

 Yine Hasanı Basri hazretlerinin: “Ahmaklardan ne kadar uzak durulursa, Allah’a cc o kadar yaklaşılır. Akıllı kimselerle ne kadar beraber olunursa, Allahın dini o kadar güçlenir.[46] Sözü hakikatın tâ kendisidir.

 Pek Kıymetli Müminler!

 Efendimiz sav buyurdular ki:

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ , قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :" لا حَسَدَ إِلا فِي اثْنَتَيْنِ: رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالا فَسَلَّطَهُ عَلَى هَلَكَتِهِ فِي حَقٍّ , وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ حِكْمَةً فَهُوَ يَقْضِي بِهَا وَيُعَلِّمُهَا "

Abdullah bin Mesʻûd ra, Rasûlullah Efendimiz’in sav şöyle buyurduklarını haber vermiştir: “İki (haslet sâhibin)den başkasına hased olmaz. Bunlar da Allah tarafından kendisine mal ihsân olunup da onu hak yolunda infâk eden kişi ile kendisine hikmet ihsân olunup onunla hükmeden ve onu taʻlîm eden kimsedir.”[47]

                           Kur'an-ı Kerim'de:

يُؤْتِى الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَاءُ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ                   

"Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmiş ise ona çok hayır verilmiş demektir Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alır." )Bakara, 2/ 269.  (buyurulmuştur.

 Hikmet: yararlı olan bilgi demektir. İnsanlığa yararlı olan bilgi, ona sahip olan için elbette bir üstünlük vesilesidir.

 İlim Dünyalık Elde Etmek İçin Öğrenilmemeli

 

            Hz. Peygamber sav “fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınırım” dediği gibi, ilmi gizlemenin vebalinin oldukça ağır olduğunu haber vermiştir:  “Bir kimseye bildiği bir konu sorulduğunda cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur.”

        

            Peygamberimiz sav; “İlmi ile amel etmeyen ve onu başkalarına öğretmeyen kimse, düz ve kaypak bir toprağa benzer. Üzerine yağan yağmuru emmediği ve üstünde de tutmadığı için, ne kendisi yağan yağmurdan yararlanıyor ne de başkalarına yararlı olur.”[48]

 

Ayrıca ilim süfli emellere ve insanlığın zararına kullanılmak üzere öğrenilemez. Bu niyetlerle ilim öğrenenler için Hz. Peygamber sav şöyle buyurmuştur:  “Kim kendisinde Allah’ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz.”[49]

 CAHİLLERDEN UZAK DURMAK

 Aziz Mü’minler!

                 Allah cc okumayı övmüş cahilliği ise yermiştir. 

أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِدًا وَقَائِمًا يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ

“Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.?”[50]

 وَإِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ إِعْرَاضُهُمْ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَن تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الأَرْضِ أَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَاء فَتَأْتِيَهُم بِآيَةٍ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَى فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِلِينَ

“Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma!”[51]

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ

“(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”[52]  Buyurarak okumanın ve okuyanın önemine dikkatlerimizi çekerek cahillerden ve cehaletten uzak durmamız emredilmiştir.

KAYNAKLAR:
Kuran-ı Kerim Meali, Diyanet Vakfı,
Riyazüs Salihin, İlmin Fazileti Babı, 241. Bölüm
Kur'an'ı Okumak ve Anlamak, Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, 2000 - Haziran, Sayı: 172, Sayfa: 009,
Diyanet Aylık Dergi (haber) Eylül – 2005,



[1] (Alak,  /1-5)
[2] (Ankebut, 29/45)
[3] (Nahl, 16/98)
[4] Cengiz Korkmaz, 08. Mart. 2015, Ülkücü Medya İnternet Sitesi; http://www.ulkucumedya.com/okuyan-bir-turkiye-istiyoruz-yedi-renk-oykuler.html
[5] Ensar Tuna Alatürk – Bursa, 3 Nisan 2014 tarihli Zaman Gazetesi.
[6] http://www.ozetkitap.com/tr/bunlari-biliyor-musunuz/
[7] Fatma Eren - Bugün Gazetesi
[8] Milli Gazete, Tarih:  30.03.2015
[9] وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ “Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıkla- rında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.” (En’am,6/59)
[10] (En’am, 6/74.)
[11] (En’am, 6/75.)
[12] (En’am, 6/76.)
[13] (En’am, 6/77.)
[14] (En’am, 6/79.)
[15] İbrahim Hilmi Karslı, "Kur'ân'ın Bilimsel Tefsiri Üzerine Bazı Mülahazalar", Diyanet İlmi Dergi, Cilt: 46, Sayı: 3, s. 81, 82.
[16] (Hicr, 15/22)
[17] (İsrâ, 17/12)
[18] (Yûnus, 10/5)
[19] (Enbiya, 21/30)
[20] (Ra'd, 13/2)
[21] (Ankebût, 29/43.)
[22] (Mâide, 5/15)
[23] (İbn Mâce, İkâme, 186)
[24] (bk. Taberanî,-el-Kebîr/Şamile, 5/163).
[25] (Hâkim,1/93).
[26] (Müzzemmil, 73/4)
[27] (Âli İmrân, 3/103)
[28] (Haşr, 59/7)
[29] (İbrâhim, 14/1)
[30]  (Hadîd, 57/9)
[31] (Tâhâ, 20/100)
[32] (Bakara, 2/219)
[33] (Yûnus, 10/24)
[34] (Yûsuf, 12/2)
[35] (Yasin, 36/69)
[36] (Yasin, 36/70)
[37] (Nahl, 16/64)
[38] (Bakara, 30-33.)
[39] (Tirmizî, İlm, 19.)
[40] (Feyzu'l-Kadir, c. 1, s. 542.)
[41] (İslâm Tarihi, Asrı Saadet, İstanbul, 1921, c. 1, s. 346)
[42] (Enfal, 8/60)
[43] (Buhârî, İlm, 15)
[44] (İhyauUlûmi'd-Dîn, İstanbul, 1312, c. 1, s.7)
[45] Kader Risalesi ve Şerhi, M. İslamoğlu, sayfa: 52
[46] Kader Risalesi ve Şerhi, M. İslamoğlu, sayfa: 54
[47] (Buhari, İlim 15)
[48] (Buhârî, İlm, 15.)
[49] (Ebû Dâvûd, “İlim”, 12/3664)
[50] (Zümer, 39/9)
[51] (En’am, 6/35)
[52] (A’raf, 7/199)

 

İçindekiler 

2- İLMİN VE ÂLİMİN FAZİLETİ

İlim ve Âlimlerin Dostu Aziz Müminler!

 

Şimdi sizlere, ilim ve Âlimin, dinimizdeki yeri ve değeri üzerine kısa da olsa, Âyeti Kerime ve Hadisi Şerifler ışığında bilgi vermeye çalışalım.


       İlim, herhangi bir ırkın, kavmin, zümrenin ve topluluğun tekelinde değildir. Dolayısıyla, isteyen herkes, istidat ve kabiliyeti oranında ilim sahibi olabilir. İnsan, ancak ilim sayesinde başkalarının makam, mevki ve servet gibi maddi imkânlarla ulaşamayacağı derecelere hatta daha üst mertebelere ulaşabilir. Nitekim bir ayet- i kerimede bu husus şöyle dile getirilir:

 يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوامِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ:

          “Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir.”  (Mücadele, 58/11)

  

İlim Ehlinin üstünlüğünü beyan eden Hadisi Şeriflerden bazıları:

  وعَنْ أبي أُمَامة ، رضي اللَّه عنْهُ ، أنَّ رَسُول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : « فضْلُ الْعالِم على الْعابِدِ كَفَضْلي على أَدْنَاكُمْ » ثُمَّ قال : رسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إنَّ اللَّه وملائِكَتَهُ وأَهْلَ السَّمواتِ والأرضِ حتَّى النَّمْلَةَ في جُحْرِهَا وحتى الحُوتَ لَيُصَلُّونَ عَلى مُعلِّمِي النَّاسِ الخَيْرْ» رواهُ الترمذي وقالَ : حَديثٌ حَسنٌ .

“Âlimin abide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler.”[1]

 

 

“Allah, kimin hakkında hayır dilerse ona din hususunda (fakih kılar) büyük bir anlayış verir.”[2]

        

“İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.[3]

    

“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem dehayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak ve kaygan arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.”[4]

 

                قَالَ رسُولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إذا ماتَ ابْنُ آدَم انْقَطَع عَملُهُ إلاَّ مِنْ ثَلاثٍ : صَدقَةٍ جارية ، أوْ عِلمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ ، أوْ وَلدٍ صالحٍ يدْعُو لَهُ » رواهُ مسلمٌ 

“Âdemoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer (amel defteri kapanır. Bundan şu) üç şey müstesnadır: Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”[5]

   
Peygamberimiz sav, Ebû Zer ra'a hitaben şöyle buyurmuştur:

 "Ey Ebû Zer, sabahleyin evinden çıkıp Kuran'dan bir âyet öğrenmen, senin için yüz rek'at nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Yine sabahleyin evinden çıkıp- kendisiyle amel edilsin veya edilmesin- ilimden bir bölüm öğrenmen, senin için bin rek'at nafile namazdan daha hayırlıdır."[6] Buyurmuştur.

 

 

Daha önce de ifade ettiğimiz üzere ilim, yalnızca sahibine değil, başka insanlara, hatta diğer canlılara da fayda verir. Örneğin, İslâm’ı başkalarına tebliğ edecek kişilerde bulunması gereken niteliklerden biri de ilim sahibi olmasıdır. Aksi takdirde kişi İslâm’a ve Müslümanlara fayda yerine zarar getirir.

 

· “Yarım hoca dinden, yarım tabib candan eder” ata sözümüz bu gerçeğin özetidir.

 

 

Hz. Peygamber’in sav, Hayber savaşında Hz. Ali ra’a hitaben söylemiş olduğu şu söz oldukça önemlidir:

 

 

“Allah’a yemin ederim ki, Cenab-ı Hakk’ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır.”[7]

   
Yine Peygamberimiz sav buyuruyor ki:

 "Senin yüzünden Allah Teâlâ'nın bir kimseyi hidayete erdirmesi, senin için dünyadan ve dünyada olan her şeyden daha hayırlıdır."[8]   

 

Konuyla ilgili diğer bir hadis-i şeriflerinde ise Hz. Peygamber sav şöyle buyurmaktadır:

 

 

“Hidayete, (doğruluğa ve iyiliğe) davet eden kimseye, kendisine uyanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da hiçbir şey azaltmaz.”[9]

    

Müslüman, beşikten mezara kadar ilim taliplisi olmalıdır. Ziraokumanın, araştırmanın ve ilim öğrenmenin belli bir yaşı yoktur.

 

Nitekim Hz. Peygamber sav, şöyle buyurur:

 

“Mümin, cennete girinceye kadar hiçbir hayra doymaz.”

   

Hz. Peygamber sav kendi sözlerini ezberleyip başkalarına ulaştıran kimselerle ilgili olarak şu müjdeyi vermiştir:

“Bizden bir şey işitip, onu aynen işittiği gibi başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ağartsın. Kendisine bilgi ulaştırılan nice insanlardır ki, o bilgiyi, bizzat işiten kimseden daha iyi anlar ve korurlar.”

[10]

    

Hz. Peygamber sav, özellikle İslâmi ilimlerin kaybolmaması için oldukça duyarlı davranılması gerektiği konusunda ümmetini asırlar öncesinden uyararak şöyle buyurmuştur:

   

“Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar.”[11]

               

Kesir İbn Kays ra anlatıyor: Ben Dımışk (Şam) Camii'nde Ebû'd-Derdâ'nın yanında oturuyordum. Bir adam geldi ve:

-Ey Ebû'd-Derdâ, Peygamberimizden rivayet ettiğini duyduğum bir hadis-i şerif için Peygamberimizin şehri olan Medine-i Münevvere'den geldim, dedi. Ebû'd-Derdâ, geliş amacının bu olup olmadığını öğrenmek için ona:

-Şam'a bir ticaret için gelmedin mi? Diye sordu. Adam:

-Hayır, öyle bir iş için gelmiş değilim, dedi. Ebû'd-Derdâ:

-Hadis öğrenmekten başka bir iş için de mi gelmedin? Diye sordu. Adam:

-Hayır, (rivayet ettiğini duyduğum hadisi senden dinlemekten başka iş için gelmedim, dedi) Bunun üzerine Ebû'd-Derdâ:

 

Ben Allah'ın Peygamberinden işittim şöyle buyurmuştu: 

وعن أبي الدرداء رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ يَقُولَ: مَنْ سَلَكَ طَرِيقاً يَطْلُبُ بِهِ عِلْماً سَلَكَ اللّهُ بِهِ طَرِيقاً مِنْ طُرُقِ الْجَنَّةِ. وَإنَّ المََئِكَةَ لَتَضَعُ أجْنِحَتَهَا رِضىً لِطَالِبِ الْعِلْمِ، وَإنَّ الْعَالِمَ لَيَسْتَغْفِرُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَواتِ وَمَنْ في الارْضِ وَالْحِيتَانُ فِي جَوْفِ المَاءِ، وَإنَّ فَضْلَ الْعَالِمِ عَلى الْعَابِدِ كَفَضْلِ الْقَمَرِ لَيْلَةَ الْبَدْرِ عَلى سَائِرِ الْكَوَاكِبِ، وَإنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الانْبِيَاءِ، وَإنَّ الانْبِيَاءَ لَمْ يُورِّثُوا دِينَاراً وََ دِرْهَماً وَلكِنْ وُرِّثُوا الْعِلْمَ فَمَنْ أخَذَهُ أخَذَهُ بِحَظِّ وَافِر.             

          "Her kim bir yola girer ve onda ilim isterse, Allah onun için cennete giden bir yolu kolaylaştırır. Melekler ilim öğrenenlere, yaptıklarından hoşlandıkları için, kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar, hatta sudaki balıklar ilim öğrenen kimseye Allah'tan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin âbid'ten (ibadet edenden) üstünlüğü, ay'ın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Alimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne  de dirhem miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar. Şu halde o ilmi alan bol nasip almış demektir,[12]

 Peygamberimizin arkadaşlarından Ebû Hureyre ra, hemen hemen peygamberimizden hiç ayrılmayan bir sahabi idi. O, peygamberimizle bulunduğu sürece, ilim öğrenir, peygamberimizin sözlerine dikkat ederek onları ezberlerdi.

          Bu sahabi, bir gün Medine'de sokağa çıktı. Halk sokakta dolaşıyordu. Onlara şöyle seslendi:

          -Peygamberimizin mirası bölüşülüyor, siz ise burada vakit geçiriyorsunuz, gidip o mirastan payınızı alsanız ya? Deyince, halk:

          -Nerede bölüşülüyor? Diye sorarlar. Ebû Hureyre (r.a.):

          -Mescidde bölüşülüyor, diye cevap verir. Halk koşarak mescide gider, sonra geri dönerler.

          Ebû Hureyre (r.a.) onların geri geldiklerini görünce, sorar:  -Ne oldu? Onlar cevap verir:

          -Biz mescide gittik, ama sizin söylediğiniz gibi orada taksim edilen herhangi bir şey görmedik, derler. Ebû Hureyre tekrar sorar:

          -Siz mescidde hiç kimse görmediniz mi? Der. Onlar:

          -Evet, bazı kimseler gördük, bir kısmı namaz kılıyor, bir kısmı Kur'an okuyor, bir kısmı da helâl ve haram gibi konuları tartışıyordu, derler.

Bunun üzerine Ebû Hureyre ra: “Yazıklar olsun size, işte o, peygamberin mirasıdır, der.[13]

          Öldükten Sonra Amel Defterlerinin Kapanmasını İstemeyen Cennet Yolcusu Kıymetli Müminler!

             Ebû Hureyre ra Peygamberimizin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

           "Mü'min, ölümünden sonra hayatta iken öğrettiği ve yayınladığı ilimden, geride bıraktığı iyi evlattan, miras olarak bıraktığı mushaftan, yaptırdığı mescidden, yolcular için inşa ettiği misafir evinden, akıttığı sudan, sağlıklı iken malından çıkardığı sadakadan kendisine sevap ulaşır."

[14] 

          Bir başka Hadisi Şerif’de Efendimiz sav:

 "İlim tahsil ederken eceli gelip ölen kimse, kendisi ile peygamberler arasında ancak bir derece, peygamberlik derecesi olduğu halde Allah'a kavuşur."[15] Buyurmuştur.

 

      Aziz Müminler!

           Allahü  Teala buyurdu ki:

…  قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ

“… (Resûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.?”[16]

            Zalimler Karşısında İzzet Sahibi Bazı Örnek Alimlerden[17]

 Hasanu’l-Basrî 

Emevîlerin Irak valisi Haccâc-ı Zâlim, Vâsıt şehrinde bir köşk yaptırdı. O zamanın büyük âlimi Hasanu’l-Basrî’yi alıp bu köşkü gezdirdikten sonra kendisine bu köşk hakkındaki kanaatini sordu. O da  “Sizler, bunlarla övünüyorsunuz, biz ibret alıyoruz. Ey gâfil! Yaptığın zulüm ile fıskın arttı. Gökyüzündekiler senden nefret etti. Köşkün fânidir, bâki olan cennetini de harap ettin!” dedi. Sonra dışarı çıkan Hasanu’l-Basrî “Yüce Allah, biz ülemâdan, gerçeği açıklama ve hiçbir şeyi gizlememe konusunda söz almıştır.” dedi. Bu olay olduğu zaman Haccâc, Emevîlerin Irak valisi, Hasanu’l-Basrî de kendi halinde bir âlimdi. Zâlim devlet adamlarının, dinle alakası olmayan makam sahiplerinin ve şımarık zenginlerin her yaptığı yanlışı tasdîk edip onaylayan ve bu sûretle onlara yaranmaya çalışan sözde âlimlerin kulakları çınlasın.

İzz b. Abdüsselâm

İzz b. Abdüsselâm, ülemânın sultanı olarak bilinir. Vefat edince cenazesine katılan kalabalığı gören Memlûk Devleti’nin Sultanı Zâhir Baybars, şöyle der: “İşte şimdi benim saltanatım gerçekleşti. Zira O, isteseydi idareyi benden alabilirdi.” İzz b. Abdüsselâm, hutbelerinde çok açık bir şekilde idarecileri tenkid ederdi. Bundan dolayı Sultan tarafından sürgüne yollandı. Sürgüne gitmesini istemeyen dostları ona şöyle bir teklifte bulundular. “Tenkitten vazgeç! Sultanın elini öp! Göreceksin, Sultan o zaman seni affedecektir.” Büyük âlimin verdiği cevap altın harflerle yazılacak nitelikteydi: “Değil onun elini öpmek, kendi elimi bile ona öptürmem!” Böylesi eli öpülecek kaç âlim var dünyamızda. Yağcı, yalaka, kimliksiz, kişiliksiz, İslamî bir derdi ve endişesi olmayan bilgi hamalları da kendilerini âlim zannedecek ha? Yok, böyle bir âlimlik!

Ebu Hanife[18]

Ebu Hanife’nin (r.a.) mazlumlardan yana tavır alması siyasi iradeyi ciddi anlamda rahatsız etmekte idi. Fakat açıkça Ona tavır alamıyorlardı. Çünkü adı, civardaki bütün şehirlerde hayırla anılıyordu. Alimler, en müşkil meseleleri çözmesi için Ona getiriyorlardı. O sadece Kûfe’nin değil, bütün ümmetin fakihiydi. Bu yüzden Halife, Ebu Hanife’ye karşı tavır alışını birtakım gerekçelere bağlamak istiyordu. Bu çerçevede Ona (r.a.) yeni kurulan şehrin yani Bağdat’ın kadılığını teklif etti. Fakat Ebu Hanife bu görevi reddetti.[19] Halife, kadılığı kabul etmemesi durumunda kendisini hapsedeceğini ve ağır bir şekilde cezalandıracağını söyledi. O, kabul etmemede kararlılık gösterince hapse atıldı. Halife adamlarını cezaevine gönderip, isteğini kabul etmesi durumunda Onu serbest bırakacağını ve Ona ikramlarda bulunacağını söyledi. Fakat Ebu Hanife (r.a.) ilk görüşüne sadık kaldı. Bunun üzerine Halife, her gün çarşıya çıkarılmasını ve milletin huzurunda Ona on kırbaç vurulmasını emretti.[20]  Bu durum 12 gün devam etti. Onardan toplam 120 kırbaç vuruldu.[21]

 

Halife tutuklu olduğu günlerde Ebu Hanife’yi (r.a.) tekrar sarayına çağırtarak kadılığı kabul-edip etmeyeceğini sordu. Ebu Hanife:

- Allah devlet başkanını ıslah etsin. Ben bu göreve layık değilim diyorum ya!

- Yalan söylüyorsun.

 

Halife ikinci defa Ebu Hanife’ye aynı teklifi yöneltti. Bunun üzerine İmam Azam: “Emiru’l-Müminin benim kadılığa layık olmadığımı itiraf etti. Çünkü beni yalancılıkla itham etti. Eğer yalancı isem bu işe liyakatim yok demektir. Eğer liyakatsizlik itirafında doğru söyledimse, devlet başkanına bildirdim ki, bu göreve layık değilim.”

 

Mansur her iki şıkkıyla hakikati ortaya koyan bu cevabı kabul etmedi. Ebu Hanife’yi tekrar cezaevine gönderdi.[22] Sahih olan görüşe göre İmam-ı Azam Hazretleri ahirete irtihal edinceye kadar zindanda kaldı. Öleceğini hissedince secdeye kapandı ve ruhunu secde halinde Allah Azze ve Celle’ye teslim etti.[23] İnsanlık tarihinin bu en büyük imamı (Sahabe devri istisna) ahirete irtihal ettiğinde takvim hicri 150 tarihini göstermekte idi.[24]

Bağdat’ın doğusunda gasp edilmemiş temiz bir yer olan Hayzurân kabristanlığına gömülmeyi vasiyet etmişti. O, bu duruşuyla, hediyelerini, makamlarını kabul etmediği zalimlerin gasbettikleri arazilerde de kalamayacağını ilan etti. Halife Mansur, İmam-ı Azam’ın vasiyetini işitince istemeyerek de olsa şöyle mırıldandı: “Ey Ebu Hanife! Diri ve ölü olduğun halde senin hakkında beni kim mazur görür?”[25]

 

Cenazesine elli binden fazla insan iştirak etti. Cenaze namazı altı defa kılındı sonuncusunu oğlu Hammad kıldırdı. Aşırı izdihamdan dolayı defni ancak ikindiden sonra mümkün oldu. Yirmi gün kabrinde cenaze namazı kılındı.[26]

 

Ebu Hanife’nin tekfin ve techizinde bizzat görev alan Abdullah b. Vakıd o günü özetlerken şunları naklediyor: “Ebu Hanife’yi Hasan b. Umâre yıkadı. Ben de su döktüm. Bedeni zayıftı. İbadet ve Allah yolunda gayret onu eritmişti. Hasan yıkama işini bitirince Ebu Hanife’nin bazı özelliklerini anlattı. Herkesi ağlattı. Naşı omuzlara alındığında öylesine muazzam bir durum oluştu ki, o günkünden daha fazla ağlayan insan görmedim.[27]

Hatime

Sefihler anlayamadıklarından, alimler hasetlerinden, devlet adamları zulmü İslam adına meşrulaştırmadığından Ona zulmetti. Sokaklarda milletin huzurunda kırbaçlandı; hakarete uğradı. Ders okutmasına, fetva vermesine engel olundu. Fakat metanetinden, azminden hiçbir şey kaybetmedi. Desiseler, komplolar cesaretini kıramadı. Zindanda kırbaç yemeyi bol paralı devlet memurluğuna tercih etti. Muhkem iradesi ile her şeyi kuvvet zanneden idarecileri şaşkına çevirdi.

 

Ömrü mücadele ile geçti. Hayatını ilim ve ibadete hasretti. Dünyada köprüden geçen bir yolcu gibi yaşadı. Ebu’l-Ahves Onun vakti kıymetlendirişini anlatırken şöyle demişti: “Ebu Hanife’ye üç güne kadar öleceksin dense idi yaptığı amelin üzerinde daha fazla bir ibadet yapamazdı.” Çünkü boş anı yoktu.[28] İlim onunla bereketlendi; Yeniden irfana dönüştü. Mücadele dolu hayatını en son şehadetle taçlandırdı.

İbn Ebî Zi’b

Abbâsî Sultanlarından Mehdî, bir ara Medine’ye gelmişti; Mescid-i Nebeviye girince herkes ayağa kalktı. Büyük âlim İbn Ebî Zi’b kalkmadı. Kendisine “Gelen, Abbâsî sultanıdır; niçin kalkmıyorsun?” denilince şöyle cevap verdi: “İnsanlar ancak Allah için ayağa kalkarlar!” Bu cevabı duyan Mehdî, “Bırakın bildiği gibi yapsın, çünkü ondan öyle korkuyor ve sakınıyorum ki, başımın tüyleri diken diken oluyor.” diye karşılık verdi.

 

Şimdi hangi idareci hangi âlimden korkuyor? Gösterin bakalım. Suç idarecilerde mi, ilmin izzetini taşımayan âlimlerde mi?

İmâm Nevevî

İmâm Nevevî, çok cesur bir Âlimdi. Kınayanın kınamasından korkmazdı. Sultan Baybars, onun hakkında şu itirafta bulunurdu: “Şu bir gerçek ki, ben İmâm Nevevî’den çekiniyorum.” Şimdi, hangi devlet adamı hangi âlimden çekiniyor ve onu hesaba katıyor? Bilen varsa söylesin.

 

İslâm topraklarına saldıran Haçlılara karşı verdiği savaşlarla meşhur olan Memlûk Sultanı Baybars, aslında samîmî bir Müslümandı. Bu Kıpçak asıllı Türk sultanı, kendi saltanatını sağlama almak için zaman zaman âlimlerden kendi lehine fetvâlar almak isterdi. İmâm Nevevî de bu fetvâlara yanaşmazdı. Bundan dolayı da sürgüne gönderilirdi. Sürgünler de onu yıldırmazdı.  

Zembilli Ali Cemâlî Efendi

Zembilli Ali Cemâlî Efendi, Yavuz Sultan Selim gibi heybetli bir idarecinin birçok kararını reddetmiş ve bazı uygulamalarını durdurmuştur. Yavuz, “Niçin devlet işine karışıyorsun?” deyince Zembilli ona şöyle dedi: “Sana âhiretini hatırlatmak benim görevimdir. Mutlaka öleceksin, Rabbine hesap vereceksin. Hesabını yapmazsan cehennemi boylarsın. Saltanatın da, devletin de seni azaptan koruyamaz” Şimdilerde idarecileri tenkid etmeye kimse yanaşmıyor. Hâlbuki tenkit etmek, değer vermek demektir. Bu gerçeği bilmeyenler tenkit etmeyi reddetmek olarak anlıyorlar. Tenkit, kendisine değer verilen idarecinin yanlışını düzeltme eylemidir. Ona âhiretini kazandırma fırsatıdır.

 

Allah Rasülü’nün sav; “Zalim sultana karşı hakkı söylemek olarak tarif ettiği cihadın” [29] kahramanı idi onlar.

Saadeddin Taftazânî   
  

Herkesin kendisinden korktuğu ve titrediği Timur, Allâme Taftazânî hakkında şöyle der:“Saadeddin Taftazânî, büyük bir âlimdir. Benim kılıcımla fethedemediğim yerleri O, ilmiyle ve yazdığı eserleriyle fethetmiştir.” İlmiyle, cehdi ve gayretiyle bütün dünyayı fethetmeye çalışan âlimlerimizi sürgüne gönderenler, Mustafa Sabri Efendi ve Zâhidü’l-Kevserî gibi mütebahhir âlimlerimizi dıyâr-ı gurbete gitmeye mecbur bırakanlar Timur’un ne kadar gerisindedirler ve ne kadar da gericidirler, değil mi?

Seyyid Kutub

Prof. Dr. Seyyid Kutub, 1965 yılında neşrettiği  “Yoldaki İşaretler” isimli kitabından dolayı idama mahkûm edilmişti. İdamın yerine getirilmesinden önce kendisine yapılan son teklif şu olmuştu: “Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinizde yanılmış olduğunuzu beyan ederek cumhurbaşkanı Cemal Abdun nâsır’dan özür dilediğiniz takdirde o, idam hükmünüzü bozacak ve sizi serbest bırakacaktır.” Bu yürekli âlim, bu teklife şu cevabı vermiş ve şehid olmayı tercih etmiştir: “Eğer idamı hak etmiş olarak Hakkın emri ile ipe çekiliyorsam, buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer bâtılın zulmüne kurban gidiyorsam, bâtıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!”

Hiçbir zaman alçaklığı, alçalmayı ve zilleti kabul etmeyen, izzet ve şeref sahibi âlimler kurtaracaktır bu ümmeti. Öylelerinin başımızın üstünde yeri vardır. Mücâhid ve Şehid bir âlim olan Seyyid Kutub’un eserleri bütün dünya dillerine tercüme edilmiş, doğudan batıya kadar bütün Müslümanlar onu okuyorlar. Cemal Abdunnâsır’ı ise hiç kimse tanımıyor. 

Böylesi Ülema hakkında Peygamberimiz sav şu müjdeyi vermiştir: "Allah Teâlâ kıyamet günü kulları diriltir. Sonra Âlimleri ayırır ve onlara şöyle hitap eder: ‘Ey alimler topluluğu, ben ilmi, size azap etmek için vermedim, sizi bağışladım, cennete giriniz."[30]

 SAHÂBÎNİN İLME VE ÂLİME BAKIŞLARI

 Hz. Ömer

Emirü'l-mü'minîn imam Ömer b. Hattab ra şöyle de­miştir:

“İlim öğrenin!., ilim için, hilm ve vakarı da belleyin. Ken­disinden ilim talep ettiğiniz kimselere karşı mütevazı olun ki, sizden ilim talep edenler de size karşı mütevâzi olsunlar. (Sa­kın) zorba alimlerden olmayın!., ilminiz cehaletinizle beraber kâim olmaz."[31]

Hz. Ali

Şimdi, ilim konusunda, kendileri de âlim olan iki sahâbîye kulak verelim. Bunlardan biri Hz. Ali (r.a.), diğeri de Hz. Muaz b. Cebel (r.a.) dır. Önce, Hz. Ali’yi dinliyoruz can kulağı ile: Küleyb b. Ziyad anlatıyor: “Ali b. Ebî Tâlib (r.a.) elimden tutarak beni çöle doğru götürdü. Çölde bir yerde oturduk. Biraz dinlendikten sonra bana şunları söyledi: “Küleyb! Kalbler birer kabtır. En iyi kab da içindekini dışına sızdırmayandır. Sana söyleyeceklerimi iyi belle! İnsanlar üç gruptur. Birinci grup kudretli âlimlerdir. İkinci grup ilim öğrenerek kurtuluş yoluna gidenlerdir. Üçüncü grup ise kör kütük câhil kalabalıklardır. Bunlar rüzgâr nereden eserse oraya dönerler, ilim nûruyla aydınlanmamış kimselerdir. Sağlam bir dayanakları da yoktur.

 

Küleyb! İlim maldan hayırlıdır, ilim seni korur, malı ise sen korursun. İlim, âmel edildikçe artar. Mal ise harcandıkça eksilir. Âlimi sevmek herkesin boynunun borcudur. İlim, âlime hayatında itibar kazandırır, ölümünden sonra da anılmasına vesile olur. Malın sağladığı îtibar malla birlikle kaybolur. Nice zenginler vardır ki hayatta iken ölürler. Âlimler ise dünya durdukça hayattadırlar. Kendileri göçüp gitseler bile, eserleri ve isimleri gönüllerde yaşar. Ah! Ah! -Eliyle göğsünü İşaret ederek- şuradaki ilmi kendilerine nakledebileceğim lâyık kimseleri bulabilsem! Bulmasına buldum ama emin kimseler değiller. Onlar, dîni anlamaları için kendilerine verilen ilmi dünya menfaatine kullanıyorlar. Allah'ın hüccetlerini, kitabının aleyhine, nimetlerini de kullarının aleyhine kullanıyorlar. Bazıları da ehl-i Hakkın tavsiyelerine uymuyorlar. Hak ve hakikatin nasıl diriltileceğini de bilmiyorlar. Daha başlar başlamaz şüpheye düşüyorlar. Bu iki grupta da hayır yok, bir kısmı da yuları arzu ve iştihalarının eline teslim ediyorlar. Diğer bir kısmı da mal toplayıp biriktirmeye düşkünler. Bunlar din dâvetçileri olamazlar. Mer’ada otlayan hayvanlara çok benzerler. Böylece âlimlerin ölümüyle ilim de ölür. Allah’ım böyle olmasın. Varlığını isbât eden delillerin, apaçık âyetlerinin boş şeyler olduğu iddia edilmemesi için yeryüzü âlimsiz kalmasın. Bunların sayıları çok azdır. Ama Allah katındaki değerleri çok büyüktür. Yüce Allah, dînini bunlara müdâfaa ettirir. Bunlar da kendilerindeki emâneti lâyık olanlara devrederler. Bu şuuru onların gönüllerine yerleştirirler. Dünya zevk ve sefasına dalanların böbürlendikleri yerlerde, onlar mülayim davranırlar. Câhillerin iltifat etmedikleri ilmi dost kabul ederler. İlmin verdiği aşkla bedenleriyle dünyada yaşarlar, ruhları mânâ âlemindedir. İşte yeryüzünde Allah'ın halifeleri ve İslâm'ın dâvetçileri bunlardır. Ahh! Keşke böylelerini görebilsem! Kendim ve senin için Allah'tan mağfiret dilerim.  İstersen kalkabilirsin.”  (Kenzü’l-ummâl, V, 231)

 

 

Hz. Muaz b. Cebel

Şimdi de Muaz b. Cebel'i dinliyoruz: “İlim öğrenin. Çünkü ilim Allah'a olan saygınızı artırır, ilim talep etmek ibâdettir. Beraber çalışmak zikirdir. Araştırma yapmak cihaddır. Bilmeyenlere öğretmek sadakadır, ilmi lâyık olana vermek kişiyi Allah'a yaklaştırır. Çünkü ilim helâl ve haramın kıstaslarını verir. İlim, Cennet ehlinin gideceği yolda kandil, yalnızlıkta dost, gurbette arkadaş, tenhalarda yoldaş, sevinçli ve kederli günlerde kılavuz, düşmana karşı silâh ve dostlar katında da bir meziyettir. Allah milletleri ilimle yükseltir ve onları iyilikte, güzel şeylerde önder yapar. Diğer milletler ilim sahibi olan milletlerin izinden yürürler, onların hareketlerini taklit ederler, görüşlerine müracaat ederler. Melekler bile onlarla arkadaşlık yapmak isterler. Kanatlarıyla onları okşarlar. Yaş kuru ne varsa, hatta denizdeki balıklar, karadaki yırtıcı kuşlar ve hayvanlar dahi onlar için istiğfar ederler. Çünkü ilim cehâletten kararan kalpleri aydınlatır, Karanlık sebebi ile görmeyen gözlere kandil olur. Kul ilim sayesinde dünyada da âhirette de seçkin kimselerin ulaştıkları mertebelere en yüksek derecelere ulaşır. İlme kafa yormak, gündüzleri oruç tutmaya, ilmi müzâkerelerde bulunmak da geceleri ihyâ etmeye denktir. İnsanlar ilim vasıtasıyla akrabalık bağlarını koparmazlar. Helâl ve haram ilim sayesinde birbirinden ayırt edilir. İlim, çalışanlara yol gösterir. Amel ilimden sonra gelir. Bahtiyar kimseler ilimden ilham alır. Bahtsızlar ise ondan mahrum olurlar.” [32] 

Halil b. Ahmed

Meşhur Nahiv alimi, imam Halil b. Ahmed (rh.a.) anla­mak ve bilmek konusunda insanların dört kısım olduklarını beyanla şöyle tasnif eder:

"İnsanlar, dört kısımdır:

1) Anlar ve anladığını bilir (yani bildiği ile amel eder.) Bu alimdir, buna uyun.

2) Anlar fakat anladığını bilmez. Bu gafildir. Bunu, ikaz edin.

3) Bilmez fakat bilmez olduğunu bilir. (Buna, cehl-i basit derler). Bu yol arıyor, buna, doğru yolu gösterin.

4) Anlamaz fakat anlamaz olduğunu bilmez. (Bilirim zan­neder. Buna cehl-i mürekkeb derler. Tedavi kabul etmediği için) Onu, terk edin."[33]

Kıymetli Müminler!

 Okuyan milletler medeniyetlerini geliştirmiş ve tarih sahnesindeki önemli yerlerini almışlardır. Bu gün dünyayı yöneten ve yönlendirenler, milletler üzerinde söz sahibi olanlar, hâkimiyet kuranlar, teknolojik açıdan en üst noktalarda olanlar, düşünceye, ilme, okumaya, verdikleri değerlerle bu noktalara gelmişlerdir. İlimden yoksun, okumaktan aciz, düşünce ve araştırma fakiri insanların oluşturduğu toplumlar da, fakirlik, sefalet ve ictimai buhranlar kol gezmektedir. Teknik açıdan gelişmiş ülkeler tarafından her alanda sömürülmekte oldukları halde farkında da değildirler.

 Bu gün özellikle İslam ülkelerinin içine düştüğü buhranlar, işgaller, fitnelerin baş sebebi, önce dinin emri olan “oku”maya cahil kalmalarındandır.

          Sevgili peygamberimiz sav, her zaman okumanın önemini belirtmiş, yaşamış yaşatmış, insanlara şu tavsiyede bulunmuştur.

            “Ya âlim ol, ya öğrenci ol, ya da dinleyici ol. Sakın dördüncüsü olma. Helak olursun.’’[34]

 Aynı Hadisi Şerif ;

 "Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol. Fakat beşincisi olma (yani bunların dışında kalma) helâk olursun."[35] Olaraktan da rivayet edilmiştir.

               Kıymetli Dostlar!

                     Dünyada okuyacağız, “Ahiret Amel Defterimiz”e yazdığımız bütün amellerimizi, cahil olup da amel defterine hayır mı şer mi yazdığını bilmeden kayıt yaptırmamak için. Kötü bir netice ile karşılaşmamak için. Zelil olmamak için. Rabbimizin vaad ettiği nimet ve cennetlere kavuşmak, uyardığı cehenneme ve azaba uğramamak için.

  Çünkü Allah Celle Celalühü;

وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَآئِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًا

“Her insanın amelini halka yapıp boynuna takarız. Kıyamet günü açık olarak bulacağı bir amel defteri önüne çıkarırız." [36]

اقْرَأْ كَتَابَكَ كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا

-«Oku kitabını, bu gün sana karşı, iyi hesâb görücü olarak kendi nefsin yeter».[37]

 Rabbim amel defterlerimizi O’nun rızasına uygun amellerle dolduran ve kişi için Surûr ya da Nedamet olacak o günde, ilahi rahmete, ebedi saadete gark olanlardan eylesin.

              Bizler,"Allah'tan faydalı ilim dileyin, faydasız ilimden Allah'a sığının"[38] diye bize öğüt veren bir Peygamberin sav ümmetiyiz.

 Allah Teâlâ Peygamberimize şöyle emrediyor:

وَقُلْ رَبِّ زِدْنى عِلْمًا                                        "(Ey Muhammed) de ki: Rabbim, benim ilmimi artır.[39]

 Peygamberimizden Örnek Dualar:

وَعَنْ زَيْدِ بْنِ أَرْقَمَ، ، قَالَ: كَانَ رَسُولُ الله،   يَقُولُ: اللَّهُمَّ إنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ العَجْزِ وَالكَسَلِ وَالبُخْلِ وَالهرَمِ، وَعَذَابِ الْقَبْرِ. اللَّهُمَّ آتِ نَفْسِي تَقْوَاهَا،   وَزَكِّهَا أَنْتَ خَيْرُ مَنْ زَكَّاهَا، أَنْتَ وَلِيُّهَا وَمَوْلاهَا، اللَّهُمَّ إنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عِلْمٍ لا يَنْفَعُ، ومنْ قَلْبٍ لاَ يَخْشَعُ، وَمِن نَفْسٍ لا تَشَبَعُ، وَمِنْ دَعْوَةٍ لا يُسْتَجَابُ لَهَا .

"Allahım, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, bunaklık derecesinde ihtiyarlıktan, kabir azabından sana sığınırım. Allahım, nefsime günahlardan korunma melekesi nasib eyle ve onu her türlü günahtan temizle, onu en iyi temizleyecek sensin. Onun koruyucusu ve efendisi de sensin. Allahım faydasız ilimden, ürpermeyen kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.[40]

"Allah'ım, bana öğrettiğin ilimden beni yararlandır, yararlı olacak ilmi bana öğret. İlmimi artır. Her hal üzere Allah'a hamd olsun."[41]  


KAYNAKLAR:

Kuran-ı Kerim Meali, Diyanet Vakfı,
Riyazüs Salihin, İlmin Fazileti Babı, 241. Bölüm
Kur'an'ı Okumak ve Anlamak, Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, 2000 - Haziran, Sayı: 172, Sayfa: 009,
Diyanet Aylık Dergi (haber) Eylül – 2005,
İhsan Şenocak, http://ihsansenocak.com/Content.aspx?ID=67

 YAŞAR KAPKARA
VEZİRKÖPRÜ CEZAEVİ VAİZİ
MART 2015



[1] Tirmizî, İlim 19
[2] (Buhârî, İlim 10; Müslim, İmâre 175)
[3]  (Tirmizî, İlim 2)
[4]  Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15
[5] Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâya 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8
[6] )İbn Mâce, Mukaddime, 16.(
[7] Buhârî, Fezâilü'l-ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü's-sahâbe 34
[8] (Buhârî, Cihad, 102; Ahmed b. Hanbel, c.5, s.238.)
[9] Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14
[10] Tirmizî, İlim 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim 10; İbni Mâce, Mukaddime 18; Menâsik 76
[11] Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8
[12] (Buhârî, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tir mizî, İlm, 19; İbnMâce, Mukaddime, 17.(
[13] (Mecmeu'z-Zevâîd ve Menbeu'l-Fevâîd,  c.1, s.123-124. (Hadisi, Taberânî ")
[14] (İbn Mâce, Mukaddime, 20.)
[15] (Mecmeu'z-ZevâîdveMenbeu'l-Fevâîd, c.1, s.123 (Hadisi Taberânî "Evsat"inde rivayet etmiştir)
[16] (Zümer, 39/9)
[17] İlim ve Âlim, Prof. Dr. Mustafa AĞIRMAN, İlkadım Dergisi, Şubat 2014, sayı 307; Doç. Dr. Abdülcelil Candan’ın “Ülemânın Gücü” adlı kitabından
[18] İçtihadi Şehadetle Taçlandıran Müvtehid: Ebu Hanife, İhsan Şenocak, http://ihsansenocak.com/Content.aspx?ID=67
[19]  Muvaffak b. Ahmed el-Mekki, Menakibu Ebî Hanife, (Kerderi’nin Menakibi ile birlikte), Daru’l-Kitabi’l-Arabi, Beyrut, 1981, I, 429.
[20] Kerderi, a. g.e., II, 299.
[21] Muvaffak Mekki, a.g.e., I, 433.
[22] Takıyyuddin b. Abdilkadir et-Temimi, Tabakatu’s-Seniyye fi Teracimi’l-Hanefiyye, Daru’r-Rufai, Riyad, 1983, I, 105.
[23] Muvaffak Mekki, a.g.e., I, 442.
[24] İbn Hacer Mekki, a.g.e., s. 126.
[25] İbn Hacer Mekki, a.g.e., s. 127.
[26] İbn Hacer Mekki, a.g.e., s. 127.
[27] Muvaffak Mekki, a.g.e., I, 433-4.
[28] Saymeri, a.g.e., s. 36; İbn Hacer Mekki, a.g.e., s. 78.
[29] Ebû Davud, melahim 17; bk. Tirmizî, fiten 13; Nesâi, bey'at 37; İbn Mace, fiten 20; 
[30](Mecmeu'z-Zevâîd ve Menbeu'l-Fevâîd, c.1, s.126 (Hadisi, Taberânî "Kebir"inde rivayet etmiştir.))
[31] Ahmed b. Hanbel, Kitabü'z-Zühd, Çev. Mehmed Emin İnsanoğlu, İst. 1993, C.l, Sh.176, Hds. 628.
[32] (Terğîb ve’t-Terhîb, I, 58).
[33]  İmam Gazâlî, Ihyâu Ulûmid-Din, Çev Abmed Serdaroğlu, İst. T.Y., C. l, Sh. 5L
[34]250 hadis shf:199
[35](Mecmeu'z-Zevâîd ve Menbeu'l-Fevâid, c. 1, s. 122.)
[36] (İsra, 17/13)
[37] (İsra, 17/14)
[38] Sünen-i İbn Mâce, Kitabü'd-Duâ, B.3, Hds. 3843. Benzer bir hadis için bkz. Taberânî, Mu'cemu's-sağir Tercüme ve Şerhi, Çev. İsma-il Mutlu, İst- 1997, C2, Sh.188, Hds.509.
[39](Tâhâ, 114.)
[40] (Müslim, Zikir, 73); Riyazüs Salihin, 1480. Hadis.
[41] (İbn Mâce, Mukaddime, 23.)

 

 

İçindekiler

 

İSLAMIN 5 TEMEL MAKSADI / مقاصد الشريعة الاسلامية
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ
بِسْــــــمِ ﷲِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ العَالَمِينَ 0 وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ ﺁلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينْ

Kıymetli Kardeşlerim!

Bu günkü sohbetimizde “Makasıd-üş Şeria” yada “Makasıd-ı Hamse” diye isimlendirdiğimiz bir mevzuyu anlatmaya çalışacağım.

Rabbim Hakkı bilmeyi, anlamayı, inanmayı ve yaşayıp savunmayı hepimize nasip ve müyesser eylesin. Amin!

Rabbimizin inzal buyurduğu bütün dinlerin ve gönderdiği Peygamberlerin tesis etmeye çalıştığı şey Yaratan ve yaşatan Allah’ın kurallarıyla Dünyayı emniyetli kılma mücadelesidir.

Yani Dinin gayesi, insana dünyada varlık sebebini unutturmadan ve şeytanın oyuncağı olup küfür ve nifak bataklığında değersizleşmeden, Ehseni Tegvîm ve Mükerrem yaradılışı korumaktır.

Kuranı Kerim ve Hadisi Şeriflerdeki Mübahlar, Yasaklar ve Emirlerin ana gayesi, İnsanı, Dünya İmtihanında Sırat-ı Müstegim üzere yaşatmak ve Ademoğlunun Asli Vatanı olan Cennete ulaştırmaktır.

Özetle, Fani ve Zararlı olandan uzaklaşma ve Ebedi ve faydalı olana yapışmak.

Verilen Fetvalar, çıkarılan kanunlar ve yapılan düzenlemelerin hepsi bu beş esasın korunmasına yöneliktir.

Makâsîd-üş Şerîatil İslêmiyye

Allaha Ait Olanın Korunması İnsana Ait olanın Korunması
1 Dinin Muhafazası حفظ الدين
2 Canın Muhafazası حفظ النفس
3 Malın Muhafazası حفظ المال
4 Aklın Muhafazası حفظ العقل
5 Neslin Muhafazası حفظ النسل

İslam Şeriatının bu Beş Temel Maksadını icra etmek hem Müslüman ferdin hem de Müslümanların Devletinin üzerine farzdır.
Ebü'l-A‘ver Saîd İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl ra'den,
Resûlullah sav şöyle buyurdu:
قَالَ: سمِعت رسُول اللَّهِ ﷺ يقولُ: منْ قُتِل دُونَ مالِهِ فهُو شَهيدٌ، ومنْ قُتلَ دُونَ دمِهِ فهُو شهيدٌ، وَمَنْ قُتِل دُونَ دِينِهِ فَهو شهيدٌ، ومنْ قُتِل دُونَ أهْلِهِ فهُو شهيدٌ
"Malı uğrunda öldürülen şehittir; kanı uğrunda öldürülen şehittir; dini uğrunda öldürülen şehittir; ailesi uğrunda öldürülen şehittir."

Kıymetli Kardeşlerim!

Bu temel girişten sonra, bu beş temel esası teker teker incelemeye, anlamaya çalışalım.

1- DİNİN MUHAFAZASI

Öncelikle dinin tarifini yapmaya çalışalım.

Din nedir? Din kelimesinin kökü “deyn’dir.
Deyn :“belirli bir zamanda ödenmesi gereken borç”, “hüküm”
Deyyân:“hüküm sahibi”
Din :“âdet, durum; ceza, mükâfat; itaat”; “Ceza ve karşılık, İslâm, örf ve âdet, zül ve inkıyad, hesap, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, itaat,” manalarına gelmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de din kelimesi hem ulûhiyyeti hem de ubudiyyeti ifade etmektedir. Buna göre,
Din :“hâlik ve mâbud olan Allah’a nisbetle “hâkim olma, itaat altına alma, hesaba çekme, ceza-mükâfat verme”;
mahlûk ve âbid olan kula nisbetle “boyun eğme, aczini anlama, teslim olma, ibadet etme”dir.
Yani, “iki taraf arasındaki münasebeti düzenleyen kanun, nizam ve yoldur.”
Din, akıl sahiplerini peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilâhî bir kanundur”
Din, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilâhî bir kanundur.”
Din, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle şimdiki halde (dünyada) salâha, gelecekte (âhirette) felâha sevkeden, Allah tarafından konulmuş bir kanundur.”
Din, “kaynağı itibariyle Allah’a, tebliği yönünden peygambere, uygulanması bakımından da ümmete nisbet edilir.
Aziz Müslümanlar!

Yukarıdaki tanımlardan da anlayacağımız gibi, İslam, kanunlar ve kurallar, hüküm ve nizam, düzen ve ahlak dinidir.

Dinin bu tariflerinden sonra dinin korunması nasıl olacak, bu konuya açıklık getirmeye çalışalım. Öncelikle Din denilince İslam Dinini anlayacağız.

Çünkü Rabbimiz Teala Hz. Buyuruyor ki:

اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠
“Allah katında kabul gören din İslâmdır. …….” (Ali İmran, 3/19)


لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ ۖ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ ۚ فَمَن يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىٰ لَا انفِصَامَ لَهَا ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu inkar eder Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256)

Din Sevgidir

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ
"İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel bir tarzda(kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost (un) oluvermiştir." (Fussilet, 41/34)


اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ
“(Rasûlüm!) Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de hakkıyla bilir.” (en-Nahl, 125)

Aziz Kardeşlerim!

Daha önce de dediğimiz gibi Din, insan hayatına tam olarak yön vermekte, en ufak bir boşluğa yer bırakmamaktadır. Meseleler ya Kuran-ı Kerim ve Sünnetle ya da bu iki kaynağa dayandırılaraktan düzenlenir veya çözüme kavuşturulur.

İki Temel Kaynak: Kuran ve Sünnet

Peygamber Efendimiz sav buyurdular ki:
قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ.
“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.”

Kuran ve Sünnetin Temel Konuları Nelerdir?

İman                   :İmanın Şartlar
İbadetler             :İbadetlerin ne ve nasıllığı
Muamelat           :Alış-veriş, Kiralama, Vasiyet, Miras, Evlenme, ….
Ukubat                :Suçlar ve Cezalar,
Kaza/Yargılama  :Şahidlik, yemin,
Devlet Millet Hukuku :Adalet, Şura, Maslahat, Yardımlaşma, Koruma, …
Devletler Hukuku  :1-Zımmiler, 2-Müste’men/Vizeliler, 3- Muharipler, Fey, Gani
Vaad ve Vaid          :Müjdeleme ve Uyarma
Ahlak
Öğüt ve Nasihatlar
Bilimsel Hatırlatmalar
Kıssalar
Dualar
Gaibden Haberler

Kıymetli Müslümanlar!

Konumuzla alakalı bazı Âyet ve Hadisleri hatırlayalım.

Rabbimiz Teala buyuruyor ki:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü, sizi hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, mutlaka bu çağrıya icabet edin! Bilesiniz ki, Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilesiniz ki, hepiniz Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.” (Enfâl, 8/24)

Allah’ın İndirdikleri ile Amel Etmek

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“… Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”

Allaha ve Rasülüne İtaat, Müslüman İdarecilere de Şartlı İtaat

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟
“Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Rasüle itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa, 4/59)

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْراً اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْؕ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالاً مُبٖيناً ﴿٣٦
“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve mü’mine kadın için kendi işlerini seçme hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki, o, apaçık bir dalâlete düşmüştür” (Ahzâb, 33/36)

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا
“Rabbin hakkı için, onlar, aralarında ihtilâf ettikleri şeylerde (Resûlüm) seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir darlık duymadan (onu) tam bir teslimiyetle kabullenmedikçe, îman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 4/65).


وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى }2{ إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى}3
“O (Peygamber), kendi hevasından konuşmaz. O, ancak kendisine (Allah tarafından) bildirilen bir vahiydir.” (Necm 53/3,4)

Allah Sevgisinin Geçerliliği Rasülullaha Tabi Olmakla Mümkündür

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ
“(Resûlüm), şöyle de: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Al-i İmrân, 3/31)

Kıymetli Müminler!

Kuran-ı Kerim ve Sünnet’te var olan hükümler aşık ve netse, buna uymak duruma göre Farz, Vacip, Sünnet, Mubah, Mekruh yada Haramdır.

Şüpheli Şeylerden Sakınma

Peki Hükümler açık ve net değilse, bir müslüman bu konuda nasıl karar vermelidir.

عَنْ أَبِي عَبْدِ اللَّهِ النُّعْمَانِ بْنِ بَشِيرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا، قَالَ: سَمِعْت رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه و سلم يَقُولُ: "إنَّ الْحَلَالَ بَيِّنٌ، وَإِنَّ الْحَرَامَ بَيِّنٌ، وَبَيْنَهُمَا أُمُورٌ مُشْتَبِهَاتٌ لَا يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ، فَمَنْ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ فَقْد اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وَعِرْضِهِ، وَمَنْ وَقَعَ فِي الشُّبُهَاتِ وَقَعَ فِي الْحَرَامِ، كَالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الْحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَرْتَعَ فِيهِ، أَلَا وَإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى، أَلَا وَإِنَّ حِمَى اللَّهِ مَحَارِمُهُ، أَلَا وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، وَإذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ، أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ"
Numân bin Beşîr ra’den, rivayetle,
Rasülullah sav buyurdular ki:
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu ikisi arasında, birçok kimsenin bilmediği şüpheli hususlar vardır.
Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını korumuş olur. Kim de şüphelileri işlerse, zamanla harama düşer. Aynen sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır.
Dikkat edin! Her sultanın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu sâlih olursa, bütün vücut sâlih olur. Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.”
Hz. Ömer ra, şöyle söylemiştir:
“Biz, faize düşme korkusu ile on helalden dokuzunu terk ettik.”

Ebû Sa’lebe el-Huşenî Cürsûm İbni Nâşir ra’den,
Resûlullah sav şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ bazı şeyleri farz kıldı, onları ihmal etmeyin. Bazı günahlara yaklaşılmaması için sınırlar koydu, o sınırları aşmayın. Bazı şeyleri haram kıldı, o haramları çiğnemeyin. Bazı şeyleri de unuttuğu için değil size olan merhameti sebebiyle dile getirmedi, onları da araştırıp kurcalamayın.”

Bu konudaki bir başka Hadisi Şerifte Efendimiz sav:
“Seni şüpheye düşüreni bırak, seni şüpheye düşürmeyene bak. Çünkü sıdk (doğruluk), kalbe rahatlık verir. Kizb (yalan) ise, kalpte şüphe uyandırır.”

Mümin Ancak Allahın Dinine Sarılmakla Ayakta Durabilir

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَنْصُرُوا اللّٰهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ
“Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.”

Bidat ve Hurafelerden Kaçının

وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”

قال رسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «. . . فَإِنَّ خَيْرَ الْحَدِيثَ كِتَابُ اللَّهِ ، وَخَيْرَ الْهَدْىِ هَدْيُ مُحَمِّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ ، وَشَرَّ الأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ»

“Peygamber Efendimiz sav şöyle buyuruyor:

“Sözün en hayırlısı Allah’ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed‘in sav yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlardır. Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.” Müslim, Cum’a, 43.
“Kim dinimizden olmayan bir şeyi ihdas ederse, (uydurursa) O reddedilir, bir kimse dinimize uymayan bir amel yaparsa, O kabul edilmez”

Kıymetli Müslümanlar!

Dinin korunması hususunda İslam toplumunun her kesimine farklı görevler düşmektedir.

Müslüman Alimler, çağın getirdiği yeni sorunlara Kuran ve Sünnet çizgisinde yeni çözüm yolları ararken, Yöneticiler de yaptıkları yeni yasaları, Alimlerin fetvalarına göre çıkaracak, toplumun her kesimi de bu kanun ve yasalara titizlikle uymaya çalışacak ki böylece toplumda adalet, emniyet ve huzur olsun. Aksi takdirde toplum, zulüm, fitne ve fesaddan kurtulamayacaktır.

Dinin Korunmasında İslamın Tedbirleri
Allah Katında Din İslamdır, İslamın Şartı da İmandır
Dinde Zorlama Yoktur, Gayri Müslimler için
Din Sevgidir
Dünya Hayatının Merkezine Kuran ve Sünneti Koymak
İbadetlere Önem vermek
Tahrifattan Uzak Durmak
Bidat ve Hurafelerden Uzak Durmak

2- CANIN MUHAFAZASI


Kıymetli Müslümanlar!

Yaratılış İtibarı ile İnsan Mükerremdir

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsra, 17/70)

Öldürmek Büyük Günahtır

مَن قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعاً وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعاً
“Kim bir insanı bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır” (Maide, 5/32)

وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا
“Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisâ, 4/93)

عَنْ أَبِي بَكْرَةَ رَضِيَ اللهُ عنهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَعلى آلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلَّمَ: «إِذَا تَوَاجَهَ الْمُسْلِمَانِ بِسَيْفَيْهِمَا فَالْقَاتِلُ وَالْمَقْتُولُ فِي النَّارِ» قَالَ: فَقُلْتُ: أَوْ قِيلَ: يَا رَسُولَ الله، هَذَا الْقَاتِلُ، فَمَا بَالُ الْمَقْتُولِ؟ قَالَ: «إِنَّهُ قَدْ أَرَادَ قَتْلَ صَاحِبِهِ».
““İki Müslüman birbirine kılıç çekerse, öldüren de öldürülen de cehenneme gider." (Ebu Bekre der ki:) ‘Ey Allah’ın Resulü! Kâtili anladık da, ya maktul niçin cehenneme gider?’ dedim. “Çünkü, o da -bütün gücüyle- arkadaşını öldürmek için çaba gösteriyordu.” diye buyurdu.”

Hz. Peygamber sav Vedâ haccında bütün Müslümanlara hitaben,
وَعَنْ أَبِي بَكْرَةَ; ‏- رضى الله عنه ‏- أَنَّ اَلنَّبِيَّ ‏- صلى الله عليه وسلم ‏-قَالَ: فِي خُطْبَتِهِ يَوْمَ اَلنَّحْرِ بِمِنًى {إِنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ [ وَأَعْرَاضَكُمْ ] عَلَيْكُمْ حَرَامٌ, كَحُرْمَةِ يَوْمِكُمْ هَذَا، فِي بَلَدِكُمْ هَذَا، فِي شَهْرِكُمْ هَذَا } مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ
“Bugün, bu ay ve bu belde nasıl kutsal ise, canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da öylesine kutsaldır, her türlü tecâvüzden korunmuştur;” buyurmuştur.

Peygamber sav Veda Hutbesinde:
عَنْ سُلَيْمَانَ بْنِ عَمْرٍو عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي حَجَّةِ الْوَدَاعِ يَقُولُ أَلَا إِنَّ كُلَّ رِبًا مِنْ رِبَا الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ لَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ أَلَا وَإِنَّ كُلَّ دَمٍ مِنْ دَمِ الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ وَأَوَّلُ دَمٍ أَضَعُ مِنْهَا دَمُ الْحَارِثِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ كَانَ مُسْتَرْضِعًا فِي بَنِي لَيْثٍ فَقَتَلَتْهُ هُذَيْلٌ قَالَ اللَّهُمَّ هَلْ بَلَّغْتُ قَالُوا نَعَمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ قَالَ اللَّهُمَّ اشْهَدْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ
“Ashabım!
Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı, Abdülmuttalib'in torunu İyas bin Rabia'nın kan dâvâsıdır. Haris, Beni Leys kabilesinde çocuğuna süt annesi aramakta idi. Onu Huzeyl öldürdü.
Hz. Peygamber sav devamla şöyle dedi; "Ey ALLAH'ım! Tebliğ ettim mi?"
Sahabiler üç kerre; Evet, dediler.
Rasulullah sav da üç sefer:
"ALLAH'ım, şahid ol" dedi.”

وعن عبد اللّه بن عمروبن العاص قال: قَالَ رَسُولُ اللّهِ صلى الله عليه وسلم: وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لقَتْلُ الْمُؤْمِنِ أعْظَمُ عِنْدَ اللّهِ مِنْ زَوَالِ الدُّنْيَا.
“Büreyde ra rivayet ettiğine göre
Hz. Peygamber buyurmuştur ki:
“Bir mü’minin öldürülmesi, Allah katında dünyanın yok olmasından daha büyük (bir günah)tır.”

Allah Resûlü'nün,
كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ دَمُهُ وَمَالُهُ وَعِرْضُهُ
“...Her Müslüman'ın bir başka Müslüman'a kanı, malı ve ırzı (şeref ve namusu) haramdır.”

Süleyman b. Amr b. Ahvas ra’dan,
Resûlullah sav ile birlikte Veda Haccı’na katılan babası şöyle anlatmıştır:
“Hz. Peygamber Veda Haccı’nda yaptığı konuşmasında önce Allah’a hamdedip O’nu övdü, vaaz ve nasihat etti. Ardından şöyle buyurdu:
‘...Bilesiniz ki! Kişi ancak kendi suçundan dolayı cezalandırılır. Baba evlâdının suçundan, evlât da babasının suçundan dolayı cezalandırılmaz.’”

Kısas, Diyet Af

Ebû Şürayh el-Huzâî ra’den nakledildiğine göre,
Hz. Peygamber sav şöyle buyurmuştur:
“Cinayet veya yaralanma gibi bir cürüme maruz kalan kişi (ya da velîsi) şu üç şeyden birini seçer: Ya (hukukun eliyle suça denk bir müeyyide yani) kısas ister ya affeder ya da diyet alır. Dördüncü bir şey isterse onu engelleyin. Kim de bundan sonra sınırı aşarsa onun için acı verici bir azap vardır.”

Vâil b. Hucr ra’den,

“Hz. Peygamber’in sav yanındaydım. Boynundan kayış ile bağlanmış bir katil getirildi.
Resûlullah sav maktulün velîsini çağırdı ve ona şöyle dedi:
“Affeder misin?’
Adam, ‘Hayır.’ dedi.
Resûlullah sav, ‘Diyet alır mısın?’ dedi.
Adam yine,
‘Hayır.’ dedi.
Resûlullah sav,
‘Öldürecek misin?’ dedi.
Adam, ‘Evet.’ diye cevap verdi.
Bunun üzerine Resûlullah sav, ‘Onu götür.’ buyurdu.
Adam arkasını dönmüş giderken tekrar,
‘Onu affeder misin?’ dedi.
Adam,
‘Hayır.’ dedi. Resûlullah bu sefer,
‘Diyet alır mısın?’ diye sordu. Adam yine, ‘Hayır.’ dedi.
Resûlullah sav, ‘Öldürecek misin?’ dedi.
Adam, ‘Evet.’ diye cevap verdi.
Resûlullah sav yine, ‘Onu götür.’ buyurdu.
Aynı söyleşi dördüncü sefer yaşandığında Resûlullah sav şöyle buyurdu:
‘Dinle! Sen onu affedersen, o katil hem kendi günahını hem de maktulün günahını yüklenir.’ Bunu duyan adam, katili affetti.”


Ayeti Celilede buyruldu ki:
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿١٧٩
“Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız.”

Bir başka Âyeti Kerimede de:

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecâvüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.” (Bakara, 2/178)

Yine Buyruldu ki:

“Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.”

Üç Durumda Müslüman Öldürülmesi Caizdir:

عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُوْلُ اللهِ: (لاَ يَحِلُّ دَمُ امْرِئٍ مُسْلِمٍ إِلاَّ بإِحْدَى ثَلاثٍ: الثَّيِّبُ الزَّانِيْ، وَالنَّفْسُ بِالنَّفْسِ، وَالتَّاركُ لِدِيْنِهِ المُفَارِقُ للجمَاعَةِ) رَوَاهُ اْلبُخَارِي وَمُسْلِمٌ
“Müslüman bir kimsenin kanının dökülmesi ancak şu üç şeyle helal olur: Evli olup zina eden, haksız yere bir kimseyi öldüren ve dinini terk edip cemaatten (İslam camiasından) ayrılan kimse.”

İntihar

Kıymetli Kardeşlerim!

Yeri gelmişken, intihar etmekle de alakalı uyarıcı ve açıklayıcı söz söylemek yerinde olacak.

Bu dünya dertlerin sıkıntıların mücadelelerin cirit attığı bir yerdir. Bu dünya virüslerin hiç yok edilemediği bir sistemle çalışır.

O halde bu dünyada hiçbir Mümin sürekli dertsiz, sıkıntısız bir hayatı ümit etmemeli. Çünkü burası bir imtihan alanıdır. Dertlerin biri biter diğeri başlar. Ta ki Azrail as emaneti almaya gelene kadar.

Durum böyle olunca, bu imtihan sürecini imanla, sabırla, birbirimize kol kanat gererek, birbirimizin umudu olarak birlikte atlatacağız.

Stres ve sıkıntılar içinde boğulmak yok. Bitmek ve tükenmek yok. Durmak ve dönmek yok.
“Allah var, gam yok.”

Bir büyüğümüzün dediği gibi
“İman varsa, İmkan da vardır.”
Aziz Müslüman!

Kendinden daha akıllı, daha olgun, daha bilgili, daha ahlaklı biri ile istişare et.
Dua et, dua al.

Dünyanın bütün bela ve musibetlerinin seni kuşattığını düşündüğünde, Rasülullah sav ve Onun Ashabı ra ile Mekke Sokaklarında, Taifde, Hicret yolunda, Bedirde, Uhutda, Hendekde Tebuk Gazvesinde, onlarla olduğunu düşün.

Seni uçuran Gençliğinden, pofpoflayan arkadaşlarından, kibre sevkeden malından makamından, Uyutucu ilaçlardan, sarhoş eden içkilerden, gözlerinin önünü dumanlandıran sigaradan, sıkıntını artıran işlerden uzak duracaksın.

İslâm Dininin temel amaçlarının başında gelen “canın korunması” ilkesinin bir sonucu olarak, kişinin haksız yere başkasını öldürmesi gibi, kendi canına kıyması (intihar) da kesin biçimde yasaklanmıştır.

Hz. Ebu Hüreyre ra anlatıyor,
Resulullah sav buyurdular ki:
عن أبِى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: قَالَ رَسولُ اللّهِ: مَنْ تَردّى مِنْ جَبَلٍ فقَتَلَ نَفْسَهُ فَهُوَ في نَارِ جَهَنّمَ يَتَرَدَّى فِيهَا خَالِداً مُخَلّداً فيهَا أبَداً، وَمَنْ تَحَسَّى سُمّاً فَقَتَلَ نَفْسَهُ فَسُمُّهُ في يَدِهِ يَتَحَسّاهُ في نَارِ جَهَنّمَ خَالِداً مُخَلّداً فيهَا أبَداً، وَمَنْ قَتَلَ نَفْسَهُ بِحَدِيدَةٍ، فَحَدِيدَتُهُ فِي يَدِهِ يتَوَجّأُ بِهَا في بَطْنِهِ فِي نَارِ جَهَنّمَ خَالِداً مُخَلّداً فِيهَا أبَداً.

“Kim kendisini dağdan atarak intihar ederse o cehennemlik olur. Orada ebedî olarak kendini dağdan atar. Kim zehir içerek intihar ederse, cehennem ateşinin içinde elinde zehir olduğu halde ebedî olarak ondan içer. Kim de kendisine demir saplayarak intihar ederse, cehennemde ebedî olarak o demiri karnına saplar.”

Mümin Dünya ve İçindekilerden Üstündür

Şu hadisi Şerifi derin derin tefekkür etmeliyiz.
Suheyb b. Sinân Rûmî ra'dan,

عَنْ صُهَيْبٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْسَ ذَاكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ

Rasûlullah sav şöyle buyurmuştur:
«Mü’minin hayranlık verici bir hali vardır ki, onun her işi hayırdır. Bu hal, müminden başka hiç kimsede bulunmaz. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.»

Canın Korunmasında İslamın Öngördüğü Tedbirler
Haksız yere bir cana kıymanın yasaklanması
Kan Davalarının yasaklanması
Beden ve Ruh Sağlığın korunmasının emredilmesi,
Yeme-İçmede Helal ve Haramlara dikkat etmek
İş güvenliğine dikkat etmek, gereken tedbirleri almak
Kullanılan Makine, Araç-gereçlerin bakım ve emniyetine dikkat etmek
Takat ve tahammülün üzerinde çalışmamak, Tûlü Emelden Uzak Durmak
İntiharın yasaklanması

3– MALIN MUHAFAZASI
Aziz Müminler!

Sohbetimizin üçüncü bölümü Malın Korunması hakkında olacak. Necm Sûresi 39. Âyeti Kerime ile konumuza devam edebiliriz.

İslam Üretimi Teşvik Eder
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur” (Necm, 53/39)

ÖRNEK OLAY (Rasülullah sav’in Öptüğü El)

Hicretin 9. yılı idi. Peygamber Efendimiz sav Bizans üzerine yaptığı Tebük seferinden dönmekteydi. Medineli Müslümanlar, İslâm ordusunu karşılamak için şehrin dışına kadar çıkmışlardı. Herkeste bir sevinç ve bayram havası vardı. Peygamberimiz sav’i ve İslâm ordusunu karşılayanlar arasında büyük sahâbe Muâz bin Cebel Hazretleri de bulunuyordu. Hazret-i Muaz ra, bir özründen dolayı Tebük gazâsına katılamamıştı. Resûlüllah Efendimiz sav, kendisini karşılamaya gelen Müslümanların tebriklerini kabul etti. Bu arada Hazret-i Muaz ra ile de el sıkışmıştı. Fakat Muaz ra`ın elleri herkesinden farklıydı. Sertleşmiş, nasırlaşmıştı.
Peygamberimiz sav:
"Yâ Muaz, ellerinin sertliği nedendir? Bu pütürlük ve nasırlar nasıl oldu?" diye sormaktan kendini alamadı.
Hz. Muâz ra, elinin sertliği ile Hz. Peygamber sav`i rahatsız ettiğini zannetmişti. Özür dilercesine, bu vaziyetinin sebebini açıklamaya başladı:

"Ey Allah`ın Resûlü!
Ben çoluk çocuğumun rızkını kazanmak ve nafakasını te`min etmek için uğraşıyorum. Ellerimden destere, keser, kazma, kürek, çekiç hiç düşmüyor. Bu yüzden ellerimin yumuşaklığı gitti, bu şekilde sertleşip nasırlaştı."
Bu söz üzerine âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz sav, Muâz Hazretlerinin alnını (bir rivâyette ellerini tutarak avuç içlerini) öptü ve:
"Bu eller Allah ve Rasülünün sevdiği ellerdir. Bu ellere cehennem ateşi dokunmaz." buyurdu.

Bir de Şu Hadîs-i Şerîfe bakalım:
"Günahlar içinde bâzı günahlar vardır ki onlara ne namaz, ne oruç, ne hac, ne de umre keffaret olabilir. Onlara yalnızca maişetini te`min için çekilen sıkıntılar, katlanılan zorluklar keffaret olur."

ÖRNEK DUA

Ashabı Kiram ra hazeratının duaları:
Allahım!
Eğer benim canımı senin yolunda cihad ederken, şehadet üzere almayacaksan, çoluk çocuğumun maişetini kazanırken al.!

ÖRNEK OLAY
Balık Tutmayı Öğreten Peygamber

Enes ra den gelen bir rivayet şöyledir,
Ensâr'dan biri Resûl-i Ekrem'e gelerek:
"Ya Resûlallah, bana Müsaade et de dileneyim," dedi.
Resûl-i Ekrem:
"Neyin var?" diye sordu.
Adam:
"Bir çul parçası bir de kırık çanağım var," dedi.
Resûl-i Ekrem sav:
"Onları bana getir," buyurdu. Adam aldı geldi. Resûl-i Ekrem bunları açık artırmaya çıkardı. Birisi bir dirhem verdi.
Resûl-i Ek¬rem sav:
"Bir dirhemden fazla veren yok mu?" diye sordu. Nihayet bun¬ları iki dirheme sattı ve adama:
"Git; bir dirhem ile çocuklarına ekmek al, diğer dirhem ile bir balta ve bir de ip al gel," buyurdu. Adam gitti, balta ile ipi aldı geldi. Resûl-i Ekrem sav kendi eli ile baltanın sapını yaptı ve adama:
"Şimdi git, odun topla ve sat; on beş gün bana görünme," buyur¬du. Adam gitti ve on beş gün sonra Resûl-i Ekrem'e geldi:
"Ya Resûlallah, onbeş gün ailemi geçindirdim ve işte on dir¬hem de kazandım ve bunlarla evimin ihtiyacını gördüm, gerekli eş¬yaları da aldım," dedi.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
"Senin böyle yapman, kıyamet günü alnında dilencilik dam¬gası olduğu halde gelmeden daha hayırlıdır. Dilencilik ancak üç şey ile olur: Son derece yoksulluk, büyük borç ve yanlışlıkla öldürmenin cezası olan diyettir." buyurdu.

Dinimiz Ticaret Dışında Malların Yasal Düzenlemelerle El Değiştirmesini Yasaklar

يَا أَيُّهَا الَّذِينَآمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَنتَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْإِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيماً
“Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin Ve kendinizi öldürmeyin Şüphesiz Allah sizi esirgeyecektir” (Nisa, 4/29)

Kıymetli Müslümanlar!

Ebû Saîd'den ra nakledildiğine göre,
Peygamberimiz sav şöyle buyurdu:
عَنْ أَبِى سَعِيدٍ عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “التَّاجِرُ الصَّدُوقُ الأَمِينُ، مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ.”
“Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddîklar (dosdoğru kimseler) ve şehitlerle beraberdir.”

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ فَاِنْ جَٓاؤُ۫كَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ اَوْ اَعْرِضْ عَنْهُمْۚ وَاِنْ تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَنْ يَضُرُّوكَ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ
"Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.” (Mâide, 5/42)
Gasp

عن عائشة رضي الله عنها عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: «مَنْ ظَلَم قِيدَ شِبْرٍ مِن الأرْضِ؛ طُوِّقَهُ مِن سَبْعِ أَرَضِين
“Kim bir karış toprağı gasp ederse Allah kıyamet gününde onu yedi kat yerden kafasına geçirir”

Hırsızlık
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌحَك۪يمٌ
“Hırsız erkek ve hırsız kadının, (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah'tan, 'tekrarı önleyen bir ceza' olmak üzere ellerini kesin. Allah üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Maide, 5/38)

Rüşvet
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: لَعَنَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) اَلرَّاشِى وَالْمُرْتَشِى فِى الْحُكْمِ.
Ebû Hüreyre ra şöyle demiştir:
Allah Rasülü sav dedi ki:
“Allah’ın lâneti, hüküm/yönetimde rüşvet alan ve rüşvet veren üzerine olsun.”

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الرَّاشِى وَالْمُرْتَشِى.”
Abdullah b. Amr'ın ra naklettiğine göre,
Resûlullah sav şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın lâneti, rüşvet verenin ve rüşvet alanın üzerinedir.”

Sevbân ra’dan
“Rasulullah sav, rüşvet verene, rüşvet alana ve rüşvete yardım edene yani ikisi arasında gidip gelene lânet etti.”

الرَّاشِى وَالْمُرْتَشِى في النار
“Rüşvet alanda verende Cehennemdedir”

Kazancın Haram yada Helal Olmasının Önemsiz Olacağı Zamanlar
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ (رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ) عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “يَأْتِى عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لاَ يُبَالِى الْمَرْءُ مَا أَخَذَ مِنْهُ، أَمِنَ الْحَلاَلِ أَمْ مِنَ الْحَرَامِ؟”
Ebû Hüreyre'den ra nakledildiğine göre,
Hz. Peygamber sav şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar öyle bir zamana erişecek ki, kişi malını helâlden mi yoksa haramdan mı elde ettiğine aldırmayacak!”

Yetkili ve İmza Sahibi Kişilerin Hediye Kabul Etmesi

قال النبي ﷺ: (مَنِ اسْتَعْمَلْنَاهُ عَلَى عَمَلٍ فَرَزَقْنَاهُ رِزْقًا، فَمَا أَخَذَ بَعْدَ ذَلِكَ فَهُوَ غُلُولٌ
“Biz, kimi bir işe görevlendirip de maişetini temin edersek, onun ondan sonra aldığı ihanet lokmasıdır.” (Ebu Davud)

Faiz
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَذَرُواْ مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبَا إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ
“Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve eğer inanmışsanız faizden artakalanı bırakın”


اَلَّذ۪ينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذ۪ي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواۜ فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّه۪ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَۜ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ وَمَنْ عَادَ فَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
“Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, “Alım satım da ancak faiz gibidir” demeleridir. Hâlbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır. Artık kime Allah’tan bir öğüt erişir de faizciliği bırakırsa geçmişteki kendisinindir, durumunun takdiri Allah’a aittir. Kim de yine faizciliğe dönerse işte bunlar orada devamlı kalmak üzere cehennemliklerdir.”

Sadaka Malı Artırır.
يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَث۪يمٍ
“Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.”

Efendimiz sav:
“Allah faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir)” buyurmaktadır.”
Mal-Kan-Din-Aile Kutsaldır
قَالَ: سمِعت رسُول اللَّهِ ﷺ يقولُ: منْ قُتِل دُونَ مالِهِ فهُو شَهيدٌ، ومنْ قُتلَ دُونَ دمِهِ فهُو شهيدٌ، وَمَنْ قُتِل دُونَ دِينِهِ فَهو شهيدٌ، ومنْ قُتِل دُونَ أهْلِهِ فهُو شهيدٌ
Ebü'l-A‘ver Saîd İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl ra'den,
Resûlullah sav şöyle buyurdu:
"Malı uğrunda öldürülen şehittir; kanı uğrunda öldürülen şehittir; dini uğrunda öldürülen şehittir; ailesi uğrunda öldürülen şehittir."

İsraf – Tebzir

İsrâf: Genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşrû olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder.
İsrâf: Kişinin kendine ait veya sorumluluğu altındaki mal ve imkânları gereksiz yere harcamasını ifade etmektedir.
Cürcânî; Para ve mal hususunda, “değersiz bir amaç uğruna fazla mal harcamak, harcamada haddi aşmak, meşrû bir konuda harcanması gerekli olan ölçüden fazlasını harcamak” gibi manalara gelir.

Tebzîr: “Allah’ın verdiği malı isyan sayılan yerlere harcamak” şeklinde açıklamıştır.
Buna göre,
İsraf : Doğru yerlere de olsa haddinden fazla harcamaktır,
Tebzîr : Miktarı ne olursa olsun yanlış yerlere harcamada bulunmaktır.
يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ خُذُوا ز۪ينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَ۟
“Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (Araf, 7/31)

وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَاماً
“Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” (Furkan, 25/67)

وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً اِلٰى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا
“Eli boynuna bağlıymış gibi cimri olma! Elini büsbütün açıp israfa da kaçma!”
Sadaka Vermek

وعن أبي هُريرة قَالَ: قالَ رَسُول اللَّه ﷺ: مَا مِنْ يَوْمٍ يُصبِحُ العِبادُ فِيهِ إِلَّا مَلَكَانِ يَنْزِلانِ، فَيَقُولُ أَحَدُهُمَا: اللَّهُمَّ أَعْطِ مُنْفِقًا خَلَفًا، وَيَقُولُ الآخَرُ: اللَّهُمَّ أَعْطِ مُمْسِكًا تَلَفًا
Ebû Hüreyre ra’den rivayet edildiğine göre
Resûlullah sav şöyle buyurdu:
“Her sabah iki melek iner. Biri:
-Ya Rabb! İnfak edene malının karşılığını (halef) ver, der. Diğeri de:
-Ya Rabb!. Cimrilik edenin malını telef et, diye dua eder.”

Nehirden Abdest Alırken de İsraf Yok

(وَيُكْرَهُ الْإِسْرَافُ فِي الْمَاءِ وَلَوْ عَلَى نَهْرٍ جَارٍ) لِحَدِيثِ ابْنِ عُمَرَ «أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - مَرَّ عَلَى سَعْدٍ وَهُوَ يَتَوَضَّأُ فَقَالَ: مَا هَذَا السَّرَفُ؟ فَقَالَ: أَفِي الْوُضُوءِ إسْرَافٌ؟ قَالَ: نَعَمْ وَإِنْ كُنْتَ عَلَى نَهْرٍ جَارٍ
“Bir defasında Hz. Peygamber sav Sa’d ra’e uğradı. Sa’d ra bu esnada abdest alıyordu. Resûlullah sav, (onun suyu aşırı kullandığını görünce); "Bu israf nedir?" diye sordu. Sa’d ra de, "Abdestte de israf olur mu?" dediğinde
Hz. Peygamber sav de “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile...” şeklinde cevap verdi.

Tebzir (“Saçıp/Savurma”)

Rabbimiz buyuruyor ki:
وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيرًا 0 إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُواْ إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُورًا
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” (İsra Suresi, 26, 27)

Borcun Ağırlığı

Abdullah b. Amr b. Âs ra’tan nakledildiğine göre,
Hz. Peygamber sav şöyle buyurmuştur:
“Allah yolunda ölmek, borç dışında her şeye kefaret olur!” (Müslim, İmâre, 120)

Ebû Hüreyre ra’nin naklettiğine göre,
Resûlullah sav şöyle buyurmuştur:
“Ödeme güçlüğü çeken borçluya zaman tanıyan ya da alacağını bağışlayan kimseyi Allah, kendisininkinden başka hiçbir gölgenin (himayenin) olmadığı kıyamet gününde arşının gölgesinde gölgelendirecektir (özel olarak himaye edecektir).”

Ebû Hüreyre ra’den nakledildiğine göre,
Resûlullah sav şöyle buyurmuştur:
“Maddî imkânı olan kişinin borcunu bekletmesi zulümdür. Biriniz (alacağının ödenmesi için) durumu iyi olan birine havale edildiğinde, bunu kabul etsin.”

Ebû Hüreyre’den ra nakledildiğine göre,
Hz. Peygamber sav şöyle buyurmuştur:
“Kim insanların mallarını geri ödeme niyetiyle alırsa Allah onun ödemesini kolaylaştırır. Kim de bir malı tüketip (geri ödememek) niyeti ile alırsa Allah da onu(n malını) telef eder.” (Buhârî, İstikrâz, 2)
Ebû Hüreyre’nin ra naklettiğine göre,
Hz. Peygamber sav şöyle buyurmuştur:
“Sizin en hayırlınız, borcunu en iyi şekilde ödeyeninizdir.” (Buhârî, Vekâlet, 5)

Borçlunun Duası

عَنْ عَلِىٍّ رَضِىَ اللَّهُ عَنْهُ: أَنَّ مُكَاتَباً جَاءَهُ فَقَالَ: إِنِّى قَدْ عَجَزْتُ عَنْ كِتَابَتِى؛ فَأَعِنِّى. قَالَ: أَلاَ أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ عَلَّمَنِيهِنَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَوْ كَانَ عَلَيْكَ مِثْلُ جَبَلِ صِيرٍ دَيْناً أَدَّاهُ اللَّهُ عَنْكَ؟ قَالَ: « قُلِ:
اللَّهُمَّ اكْفِنِى بِحَلاَلِكَ عَنْ حَرَامِكَ، وَأَغْنِنِى بِفَضْلِكَ عَمَّنْ سِوَاكَ »
Hz. Ali ra’den rivayet edildiğine göre anlaşmalı bir köle ona gelerek:
- Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et, dedi.
O da: - Resûlullah sav’in bana öğrettiği duayı ben de sana öğreteyim mi? Bunu okumaya devam ettiğin takdirde üzerinde dağ gibi borç olsa bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder.
Şöyle dua et dedi:
Allahım! Bana helâl rızık nasib ederek haramlardan koru! Lutfunla beni senden başkasına muhtaç etme!” (Tirmizî, Daavât 111)
Kelam Ekollerine Göre Halifenin/Devlet Başkanının Görevleri

[[[Malın idâre edilmesi, ekonomik denetimi sağlamak, dolayısıyla hazine kontrölü ve hak sahiplerinin me’murların maaşlarının âdil bir şekilde düzenlenmesini sağlamak başkanın sorumluluğundadır.
İslâm, meşru yolla şahsi mülkiyeti esas bir hak olarak tanır. Çalmak, gasp, yağma gibi gayr-i meşru kazançlar haramdır.
Başkasına ait bir malı zor kullanarak almak anlamına gelen gasp yasaktır. Rüşveti yok etmek başkanın görevleri arasındadır.
Gerek devlet başkanı ve gerekse diğer görevliler devlet malı üzerinde istedikleri gibi tasarruf edemez ve tayin edilen maaştan başka bir şeyi mülküne geçiremez.
Bunun adı İslâmi literatürde “gulûl”dür.
Başkan, kendiliğinden ve zarûretsiz vergi koyamaz. Devletin zarurî giderleri için vergiyi de ancak şûrâ’nın kararıyla koyabilir. Halka ağır vergiler yükletmek ve mecburi hizmetlere tabi tutmak zulümdür, bu da sosyal hayatın düzenini bozar, halkın çalışma duygu, şevkini öldürür. Âlimler, devlet başkanı olarak tayin edilecek şahsın yönetim ve halkın maddi-manevi menfaatleri konusunda bilgilerle mücehhez olması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. ]]]

Malın Korunmasında İslamın Öngördüğü Tedbirler
Üretimin Artırılması
Enflasyon
İthalat ve İhracatta Döviz Belasından Kurtulmak
Hırsızlığın Yasaklanması
Gaspın Yasaklanması
Kumarın Yasaklanması
Faizin Yasaklanması
Sadakanın Teşviki
Rüşvetin Yasaklanması
İsraf ve Savurganlığın Yasaklanması
Borçlanmaktan Kaçınmak, (Efendimiz sav Borçluların Cenaze Namazını kıldırmazdı !)
Ekonomik Yapılar
Kapitalizm İslam Sosyalizm
Var Mülkiyet, Faiz, Kar, Enflasyon Mülkiyet, Kar, Zekat, Sadaka Faiz
Yok Zekat, Sadaka Faiz, Enflasyon Mülkiyet

4– AKLIN MUHAFAZASI
Kıymetli Müslümanlar!

Dünya hayatında İnsan adına ne varsa hepsi akıl ile değer kazanır, akıl ile ölçülür, akıl ile kayda alınır.

Halk arasında dolaşan şu söz ne kadar da muhteşemdir:

“Aklı olmayanın dini de olmaz.”

Rabbimiz buyurdu ki:

الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ هَدَاهُمُ اللَّهُ وَأُوْلَئِكَ هُمْ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ

“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir.” (Zümer, 39/18)

Üç kişiden Sorumlulk Kaldırıldı

Efendimiz sav Efendimiz:

عَنْ عَلِيٍّ، عَلَيْهِ السَّلاَمُ عَنِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏"‏ رُفِعَ الْقَلَمُ عَنْ ثَلاَثَةٍ عَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَحْتَلِمَ وَعَنِ الْمَجْنُونِ حَتَّى يَعْقِلَ ‏"‏
Ali ra'dan rivayet edildiğine göre,
Nebî sav şöyle buyurmuştur:
“Üç kişiden kalem kaldırılmıştır; uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar akıl hastasından.” ( Sunan Abi Dawud 4403)

İçki

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌمِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
"Ey iman edenler! İçki kumar dikili taşlar fal okları ancak şeytanın amelinden birer pisliktir. Onun için bunlardan kaçının ki kurtuluşaa eresiniz” (Maide, 5/90)


إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ
“Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Maide, 5/91)

Kıymetli Müminler!

İslâm ulemâsının büyük ekseriyetine göre azı veya çoğu sarhoşluk veren her içki âyette geçen "hamr" mefhûmuna dâhildir ve haramdır.

Bir soru üzerine Resûlullah sav'in:
عَنِ ابْنِ عُمَرَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ: كُلُّ مُسْكِرٍ خَمْرٌ، وَكُلُّ مُسْكِرٍ حَرَامٌ.
“Her sarhoşluk veren şey hamrdır (şarap), her hamr da haramdır.”

عن جابر بن عبدالله -رضي الله عنهما- قال: قال رسول الله ﷺ «مَا أَسْكَرَ كَثِيرُهُ، فَقَلِيلُهُ حَرَامٌ»
"Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.”

Sarhoş Edici Şeyler ve İlgilileri Lanetlenmiştir.

عن ابْنِ عُمَرَ قال قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : ( لَعَنَ اللَّهُ الْخَمْرَ وَشَارِبَهَا وَسَاقِيَهَا وَبَائِعَهَا وَمُبْتَاعَهَا وَعَاصِرَهَا وَمُعْتَصِرَهَا وَحَامِلَهَا وَالْمَحْمُولَةَ إِلَيْهِ
"Allah içkiye, içene, satana, satın alana, sıkana, sıktırana, onu taşıyana, taşıtana, içene, (parasını yiyene) lanet etsin."
Günah İşleyen Müslümana Lanet Edilmez

Ömer ra naklediyor:

“Rasulullah sav zamanında Abdullah isminde “el-hımâr" lakabıyla meşhur birisi vardı; sık sık Rasulullah sav’ı güldürürdü. Bir defasında içki içtiği için Efendimiz sav onu cezalandırmıştı. Başka bir defasında yine içki yüzünden huzura getirildi; Efendimiz as emretti, yine ceza uygulandı. Onun bu şekilde birkaç defa cezalandırıldığını gören birisi: “Allah ona lânet etsin! Ne kadar da çok içki içiyor." diye lânet okudu.
Bunu duyan Rasulullah sav:
“Ona lânet etmeyin! Vallahi o Allah ve Rasulünü seviyor." buyurdu.

Alkol İlaç Değildir

Birisi, Rasûl-i Ekrem sav'e şarabı sordu.
O sav de onu menetti. Soran,
Adam: "Ben onu yalnızca ilaç ve tedâvi için yapıyorum" deyince de:
Rasülullah sav:
"O ilaç değil, derttir" buyurdu.

Esrar, Afyon

Değerli kardeşimiz,

Sarhoşluk veren katı, sıvı, toz yada başka durumdaki her uyuşturucu haramdır. Esrar, afyon gibileri uyuşturucular daha şiddetli haramdır. Zira bunlar içeni sadece sarhoş etmekle kalmıyor, aklî yeteneklerini zedeliyor, ruhî dengesini bozuyor, normal insanlıktan çıkarıp müzmin ve felçli hasta haline sokuyor. Esrar ve afyonun meydana getirdiği bu feci neticelere bakınca, haramlıklarının şaraptan da ileri derece olduğu, müsaade ve müsamahaya asla lâyık olmadığı kesinlikle anlaşılıyor.

Son dönemde Kimyasal karışımlarla elde edilen, bağımlılık yapan uyuşturucu maddelerin de üretimi, tüketimi, alamı, satımı, servisi, yolunu açmak, kullanımını kolaylaştırmak, ilan etmek, reklamını yapmak, …, vs, haramdır.

Aklın Korunmasında İslamın Öngördüğü Tedbirler
Sarhoş edici Şeylerin yasaklanması
Her Türlü Uyuşturucunun Yasaklanması
Haram İçecekler Tedavi Etmez
Esrar Eroin gibi Maddeler Şaraptan daha Tehlikelidir, Cezası da ona göre olmalı

5– NESLİN MUHAFAZASI:

Kıymetli Kardeşlerim!

Aile Nedir?

Devlet Binasının en küçük bütün maddesidir. Devleti canlı tutan, varlık sebebidir.

İnsanlığın Hz. Adem Babamız ve Hz. Havva Anamızla Ebedilik yurdu olan Cennette başlayan Aile Yuvaları, şeytanın onlara sağdan yaklaşması sonucu fani Dünya toprağına taşınmış, bir süreye kadar da burada değişik imtihanlardan geçerek, durumlarına göre ya Cennet yada Cehennem olarak devam edip gidecektir.

Ne mutlu o insana ki, Âdem babasının Tövbesini idrak ederek Hâtemen Nebî olan Hz. Peygamberin sav sünnetine sarılarak evlenip çoğalacak ve Rasülullahın ve Rabbinin öğüdüne iman ve itaat ederek İlahi Rızaya mazhar salih bir kul oluyor.

Bu hususta Rabbimiz cc:
وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (Nur, 24/32)

Bu konudaki birkaç Hadisi Şerifte Peygamber Efendimiz sav de:

النِّكَاحُ مِنْ سُنَّتِى فَمَنْ لَمْ يَعْمَلْ بِسُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى وَتَزَوَّجُوا فَإِنِّى مُكَاثِرٌ بِكُمُ الأُمَمَ.
“Nikâh benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi uygulamazsa benden değildir. Evleniniz, ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm,” buyurmuşlardır.

مَنِ اسْتَطَاعَ مِنْكُمُ الْبَاءَةَ فَلْيَتَزَوَّجْ فَإِنَّهُ أَغَضُّ لِلْبَصَرِ وَأَحْصَنُ لِلْفَرْجِ
“Evlenmeye gücü yetenler evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur.” (Müslim, Nikâh, 3)

Kıymetli Müminler!

Evlatlarımızın Cesetlerini koruyup kolladığımız, besleyip büyüttüğümüz gibi ruhlarını da besleyip büyütmeli, küfür ve ahlaksızlıklara karşı koruyup kollamalıyız.
Rabbimiz bir ayetinde neslin korunması ile ilgili şöyle buyurur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ
“Ey müminler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. (Tahrim, 66/6)

Efendimiz sav buyurdular ki:

“Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı yöneticidir. Erkek, aile fertlerinin yöneticisidir. Kadın, eşinin ve evinin yöneticisidir. Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz”.

Rasûlüllah sav bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir mîras bırakmamıştır.”

Diğer bir Hadisi şerifte:
أَكْرِمُوا أَوْلاَدَكُمْ وَأَحْسِنُوا أَدَبَهُمْ
“Çocuklarınıza ikramda bulunun; onlara güzel bir terbiye verin.”

Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz şöyle buyurur:

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının delillerindendir. Bunda düşünenler için dersler vardır.” (Rûm, 30/21)

Kıymetli Gençler!

Her bir Müslüman şunu çok iyi bilmeli ki, ahir zamanı yaşadığımız bu çağda Nesilleri korumanın o kadar da kolay olmayacağı aşikardır.

Yüce Allah bu hususta bir ayette şöyle buyuruyor:

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أَمْوَالُكُمْ وَأَوْلاَدُكُمْ فِتْنَةٌ وَأَنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir. Büyük mükâfat ise Allah katındadır. (Enfal, 8/28)
Başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
“(Resûlüm!) Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, iffetlerini de korusunlar! Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır.”


وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً
“Zinâya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra, 17/32)

Aziz Müminler!

Kadının asli vatanı olan yuvasından koparılıp, Para kazanan ve kazandıran mertebeye düşürülmesiyle maalesef Aile dediğimiz küçük devletimiz yıkılmıştır. Halbuki kadın evinin sultanı, toplumun da annesiydi.

Kadın, küçük devlet olan ailesini, çocuklarının anneliğini terkedeli, toplum annesiz çocuklar tarafından istilaya uğramış, büyük devlet de yıkılmaya yüz tutmuştur.

Cennete aday analar, kendisine teklif edilen dünya karşısında evinde eşine hanım, evlatlarına ana olmaya razı olacak kadınlardır.

Gençlerimizi Bekleyen Zamanın Çağdaş Yüzlü Özgürlükç Şeytanın Tehlike Ve Tuzakları
İman Ve Ahlaktan Uzaklaşmak
Deizm Ve Ateizm
Fani Ve Sahte Olanı Yüceltme Baki Ve Asıl Olanı İtibarsız Görme
Zevk Ve Eğlence
Eğlenceyi Hakikat, Hakikatı Eğlence Zannetme
İsraf Ve Şöhret
Tembellik Ve Hayal
Hedefsizlik Ve Değersizlik
Özgürlük Ve Bağımlılık
Sosyal Medya Köleliği ve Kaos Kamplarına Dikkat
Değerliyi Değersiz, Değersizi Değerli Görme
Yakını Uzak Uzağı Yakın Görme Hastalığı
Dostu Düşman, Düşmanı Dost Belleme

Neslin Korunmasında İslamın Öngördüğü Tedbirler
Evlilik/Nikah İle Aile Teşvik Edilmiş
Zina, Fuhuş, Flört, İhtilat Yasaklandı
Evlatlar Yetiştirilecek
Zamanın Tuzaklarına Karşı Uyanık Olmak

ÖZET

Kıymetli Müslümanlar!

Allahtan, göz nuru hayırlı evlatlar isteyen biz Müslümanların, nesillerimiz üzerinde, Şeytan gibi, zamanın Firavunlarının da bir hesabı olduğunu bilmek ve tedbirler almak zorundayız. Zamanın her türlü fitnelerine karşı uyanık olmalı ve teyakkuzda bulunmalıyız.

Rabbimiz Teala bu firavunları şöyle haber veriyor:

وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ
“O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.”

Önce sevgi ve merhamet dili ile evlatlarımızın gönüllerine hitap edip buralarda İman Bahçeleri hazırlamalıyız. Daha sonra da kulaklarına ve akıllarına hitap ederek İslam Binaları inşa etmeliyiz.

Kıymetli Müslümanlar!

Hayırlı Nesiller Yetiştirmek için hep beraber, gönülden diyelim ki:
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقِينَ إِمَاماً
“Onlar: "Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak evlatlar ihsan et ve bizi, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle” derler.” (Furkan, 25/74)

Enilhamdü Lillahi Rabbil Alemin!

Kaynaklar
DİB İslam Ansiklopedisi
Sorularla İslamiyet
İslam ve İhsan
Yaşar KAPKARA
Vezirköprü 2023

 
 
 
  Bugün 4 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı! ALLAHIM! İÇİMİZDEKİ ZALİMLER YÜZÜNDEN BİZİ CEZALANDIRMA! AMİN!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol