Y A Ş A R K A P K A R A
  Peygamber Efendimiz SAV (Vaaz)
 
VAAZ ANA KONULARI

İçindekiler

1- PEYGAMBERİMİZ VE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI
2- PEYGAMBERİMİZİN VEFATI
3-



1- Peygamberimiz ve Birlikte Yaşama Ahlakı

Aziz Müminler!

 Efendimiz sav’i anlama ve anlatma haftası olarak ülkemizde idrak edilegelen “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri münasebetiyle, bu sene de “Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı” konusu insanımızın ve insanlığımızın dikkatine sunulmaktadır.

 Aziz Dostlar!

 Yalnızlık ve kendine yeterli olmak, sadece Yüce Allaha mahsus bir haldir ki, Kuranı Kerimde bu hakikat;

قُلۡ هُوَ ٱللَّهُ أَحَدٌ (١) ٱللَّهُ ٱلصَّمَدُ (٢) لَمۡ يَلِدۡ وَلَمۡ يُولَدۡ (٣) وَلَمۡ يَكُن لَّهُ ۥ ڪُفُوًا أَحَدٌ (٤)

“De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.[1] ayetiyle beyan edilmiştir.

 

Genel olarak yaratılan bütün varlıkların kendi cinsleri ile birlikte uyum içinde yaşaması yada bunun tersi olarak genelde kendi içinde kavga ve mücadeleleri tarihi bir vakıadır.

 Varlıkların en mükerremi olarak yaradılan İnsanoğluna baktığımızda, onun birlikte uyum içerisinde yaşaması ya da kavga ve mücadeleleri kâinatın merkezine oturan bir gerçekliktir.

 Dünya insanla değer bulur ya da değerini kaybeder. Yüce yaradıcı alemleri insanoğlu için yaratmış ve onun emrine musahhar kılmıştır.

 Bütün bunlar birer imtihan aracıdır. Verilenleri onun rızası yolunda kullandığımızda âlemde uyum, ahenk ve düzen sağlanacak, O’nun rızası dışında kullandığımızda, alemin nizam ve intizamı bozulacak, baş aktör olan insanoğlunun da huzur ve saâdeti olmayacaktır.

Kuranı Kerim insanoğlunun üstünlüğünü, erdem ve faziletini, yaratıcının rızasını kazanma arayışını “takva” olarak tanımlamış ve şöyle buyurmuştur:

  يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ (١٣)

“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır…”[2]

Bir diğer Âyeti Kerime’de ise;

 وَمِنۡ ءَايَـٰتِهِۦ خَلۡقُ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَٱخۡتِلَـٰفُ أَلۡسِنَتِڪُمۡ وَأَلۡوَٲنِكُمۡ‌ۚ إِنَّ فِى ذَٲلِكَ لَأَيَـٰتٍ۬ لِّلۡعَـٰلِمِينَ (٢٢)

“O`nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.”[3]

 

Kıymetli Dostlar!

           Birlikte yaşama ahlakını en mühiminden başlayarak sıraladığımızda şöyle bir tablo çıkacak karşımıza:

1-      Allah cc İle Birlikte Yaşama Ahlakı
2-      Rasülullah Sav İle Birlikte Yaşama Ahlakı
3-      Aile İçinde Birlikte Yaşama Ahlakı
4-      Akraba İle Birlikte Yaşama Ahlakı
5-      Komşu İle Birlikte Yaşama Ahlakı
6-      Yeryüzü Kubbesi Altında Birlikte Yaşama Ahlakı
7-      Başka Dine Sahip İnsanlarla Birlikte Yaşama Ahlakı
8-      Diğer Canlılarla Birlikte Yaşama Ahlakı
9-      Çevre İle Birlikte Yaşama Ahlakı

Şimdi her bir maddeyi kısa da olsa anlatmaya çalışalım.

1-             ALLAH cc İLE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

Kıymetli Dostlar!

 

Toplumlar Hak ve Adalet üzerine inşa edilirlerse, uzun soluklu ve yaşanılır hale gelirler. Allah Rasülü sav’in de beyan ettiği gibi;

إِنَّ لِرَبِّكَ عَلَيْكَ حَقًّا وَلِنَفْسِكَ عَلَيْكَ حَقًّا وَلِأَهْلِكَ عَلَيْكَ حَقًّا فَأَعْطِ كُلَّ ذِي حَقٍّ حَقَّهُ

 “Senin üzerinde Rabbinin hakkı var, nefsinin hakkı var, ehlinin de hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver.”[4]

 

Hadisi Şerifte de görüldüğü gibi İnsan üzerinde ilk hak sahibi, Allah cc’dür.

 

Her bir fert önce kendi yaradanı Allah cc ile birlikte ve barışık yaşamak zorunda olduğunun bilincinde olmalıdır. Rabbi ile barışık olmayan, O’nun rızasını, dünyadaki her şeyin üstünde tutmayan, O’nun hayatı kolaylaştıran “Kuran Klavuzu”nu kullanmayan ya da kullanamayan bir insanın, O’ndan gayrısı ile barışık olabilmesi asla ve kat’a mümkün değildir.

 

Efendimiz sav’in:

 اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ 

“Kişi sevdiği ile beraberdir”[5]  hadisi şerifinden yola çıkarak, bir Müslüman’ın “seviyorum” dediği Allah’ının Kitabına her şeyinde müracaat etmesi o kitaptaki tarife uyarak “Müslüman Kimliği ve Kişiliği” oluşturması gerekmektedir. Yaradan’ın çağrısını duymaya, emir ve yasaklarına uymaya biz “İman” diyoruz, “İslam” diyoruz. Bu çağrıya uyanlara da “Mümin” diyoruz, “Müslüman” diyoruz. Bu gerçek Kuranı Mübinde şöyle beyan edilmektedir:

وَجَـٰهِدُواْ فِى ٱللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِۦ‌ۚ هُوَ ٱجۡتَبَٮٰكُمۡ وَمَا جَعَلَ عَلَيۡكُمۡ فِى ٱلدِّينِ مِنۡ حَرَجٍ۬‌ۚ مِّلَّةَ أَبِيكُمۡ إِبۡرَٲهِيمَ‌ۚ هُوَ سَمَّٮٰكُمُ ٱلۡمُسۡلِمِينَ مِن قَبۡلُ وَفِى هَـٰذَا لِيَكُونَ ٱلرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيۡكُمۡ وَتَكُونُواْ شُہَدَآءَ عَلَى ٱلنَّاسِ‌ۚ فَأَقِيمُواْ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُواْ ٱلزَّكَوٰةَ وَٱعۡتَصِمُواْ بِٱللَّهِ هُوَ مَوۡلَٮٰكُمۡ‌ۖ فَنِعۡمَ ٱلۡمَوۡلَىٰ وَنِعۡمَ ٱلنَّصِيرُ (٧٨)

“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim`in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur`an`da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah`a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır! “[6]

           Aziz Müminler!

 Bir Kul Allah ile beraber nasıl olur?

 İşte Hadis-i Kudside Rabbimizin bu soruya cevabı:

 Allah Teâla Hazretleri şöyle buyurdu: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri  eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü'min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem."[7]

2-             RASÜLULLAH SAV İLE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

Kıymetli dostlar!

 Gelelim ikinci maddeye. Peygamberle birlikte yaşama ahlakı. Bu nasıl olacak?

 Özü itibarı ile Allah cc ile barışık olan, onunla birlikte olan bir Mümin zaten O’nun Rasülü sav ile de bir ve beraberdir.

 Hz. Aişe Annemize, “Rasülullah sav’in ahlakı nasıldı” diye soranlara şu cevapları vermiştir:

 

“Sen Kur’an okumuyor musun? İşte onun ahlâkı Kur’an’dır”[8]

 “Onun ahlakı Kur’an’dı. O, Kur’an’ın razı olduğuna razı olur, Kur’an’ın kızdığına da kızardı”[9]

 “Sen Mü’minün suresini okumuyor musun? Onun birinci ayetinden onuncu ayete kadarını oku. İşte Rasûlullahın sav ahlâkı böyle idi”[10] 

           Aziz Dostlar!

             Şimdi kısaca bu 10 Ayeti hatırlayalım:

23.1*************قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ *  rtfSndPly*23.2*23.2*************اَلَّذٖينَ هُمْ فٖى صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ * وَالَّذٖينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ * وَالَّذٖينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَ * وَالَّذٖينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ * اِلَّا عَلٰى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومٖينَ * فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَاءَ ذٰلِكَ فَاُولٰئِكَ هُمُ الْعَادُونَ * وَالَّذٖينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ * وَالَّذٖينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ * اُولٰئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ * اَلَّذٖينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ *

            “Mü'minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. * Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler. * Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler. * Onlar ki, zekâtı öderler. * Onlar ki, ırzlarını korurlar. * Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. * Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır. * Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler. * Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler. * İşte bunlar varis olanların ta kendileridir. * Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.”[11]

 

            Yine Aişe Annemiz, bir başka Hadisi Şerifte ise:

  rtfSndPly*23.11*23.11****“Hiç kimse ahlak bakımından Rasûlullah’tan sav daha güzel değildir. Onun ashâbından veya aile efradından kim onu çağırmış ise, o ona karşı “Buyurun, lebbeyk!” demiştir ve bunun için de Allah,

وَإِنَّكَ لَعَلَىٰ خُلُقٍ عَظِيمٍ۬ (٤)

“Kesinlikle sen büyük bir ahlâk üzerindesin”[12] buyurmuştur diyor.[13]

Kıymetli Müminler!

 Şu Âyeti Kerime’yi de bir düşünelim:

قُلۡ إِن كُنتُمۡ تُحِبُّونَ ٱللَّهَ فَٱتَّبِعُونِى يُحۡبِبۡكُمُ ٱللَّهُ وَيَغۡفِرۡ لَكُمۡ ذُنُوبَكُمۡ‌ۗ وَٱللَّهُ غَفُورٌ۬ رَّحِيمٌ۬ (٣١)

“(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah`ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[14]

 Efendimiz sav de :"Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah / Kur’an, biri Âl-i Beytim."[15]

 Bir diğer rivayette ise:

“Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”[16]

 Enes bin Malik ra anlatıyor:

Rasûlullâh sav  Efendimiz’e bir adam geldi ve:

“–Yâ Rasûlallâh! Kıyâmet ne zamandır?” dedi.

Efendimiz sav:

“–Kıyamet için ne hazırladın?” diye sorunca o da:

“–Allâh ve Rasûlü’nün muhabbetini…” cevabını verdi.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sav Efendimiz:

“–Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdular.

           Enes ra bu rivâyetin devâmında der ki:

“İslâm’a girmekten başka hiçbir şey bizi, Allâh’ın Nebîsi’nin “Muhakkak sen sevdiğinle berabersin.” sözü kadar sevindirmemiştir. İşte ben de Allâh’ı, O’nun Rasûlünü, Ebû Bekr’i ve Ömer’i seviyorum ve her ne kadar onların yaptıkları amelleri yapamadıysam da onlarla beraber olmayı umuyorum.”[17]  

 Kıymetli Dostlar!

 

Ø   Allah Rasülü sav ile birlikte olmak,

Muttakilerden olmaktır.

Sadıklardan olmaktır.

Dürüst olmaktır.

Güvenilir olmaktır.

Sabreden olmaktır.

Affeden olmaktır.

Tevazu ehli olmaktır.

Üreten olmaktır.

Veren olmaktır.

Düşünen ve tefekkür eden olmaktır.

Tevekkül eden olmaktır.

Evet,

Allah cc Rasülü sav ile olmak, Allah yolunda ve Allah cc ile olmaktır.

 Kıymetli Müminler!

 Sohbetimizin başında da belirttiğimiz gibi insanoğlu sosyal bir varlıktır. Hemcinsleriyle de diğer varlıklarlada birlikte yaşamaya muhtaç halde yaradılmıştır. Onun bu özelliği fıtrîdir.

 

Ø    ÜLFET VE UZLET

 İlim ehli, insanın yaşam biçiminin iki şekilde olduğunu belirtmişlerdir.

1)                 Birlikte yaşama, Konuşma, dostluk, arkadaşlık, cana yakın olma; "münasip kimselerle güzel bir şekilde görüşüp konuşma" anlamında, ki buna “ülfet” denilmiştir. İslamın tavsiye ettiği yaşam biçimi de budur.

Efendimiz sav buyurdular ki:

 "Mü'min ülfet eden ve kendisi i!e ülfet edilendir. Ülfet etmeyen ve kendisi ile ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara yararlı olanıdır"[18]

 

2)                 İnsanlardan uzaklaşarak yaşama şekkli. Buna da “uzlet” denilmektedir ki, ülfet’in karşıtıdır. Birköşeye çekilip, kendi başına yaşamak demektir. Uzlet insan yaratılışına ters düşer. Allah Teâlâ bizi, yukarıda da zikrettiğimiz gibi, birbirimizle görüşüp tanışmak için yaratmıştır.[19]

 

Allah Rasülü sav:

 "İnsanların arasına katılıp da onların eziyetlerine katlanan bir mü'minin ecri, insanların arasına katılmayıp onların eziyetine katlan­maktan uzak kalan bir müminden daha fazladır"[20] buyuraraktan, toplum hayatına katılmayı, gerekirse toplumun eziyet ve sıkıntılarına katlanmayı tavsiye etmişlerdir.

Hz. Peygamberin mektebinde yetişmiş olanların ve onların izinden giden selef-i salihîn her fırsatta insanların arasına karışarak onların eziyetlerine katlanmışlar, eziyetten kurtulmak için uzleti tercih etmemişlerdir.

Bu mevzuda Tirmizinin rivayet ettiği bir hadis-i şerif şu mealdedir;

Size ashabımı, sonra onların peşinden gelenleri ve sonra bunların peşin­den gelenleri tavsiye ederim. Daha sonra yalan yayılacaktır. Hatta kişiye (yalan yere) yemin ettiği için yemin verdirilmeyecek ve şâhide (yalan yere) şehâdet ettiği için şâhidlik yaptırılmayacaktır. Dikkat edin! Bir erkek bir ka­dınla başbaşa kalmasın, aksi halde üçüncüleri behamahal şeytandır. Cemaat] (îslam topluluğundan ayrılmayın. Tefrikadan önemle sakının! Çünkü şeytan, yalnız kalanla beraberdir ve (birlik olan) iki kişiden daha uzaktır. Her kim, cennetin mu'tena yerini istiyorsa cemaattan ayrılmasın! Her kim, iyiliği sevindiriyor ve kötülüğü üzüyorsa işte o kimse mü'mindir".[21]

 

3-                 AİLE İÇİNDE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَخُونُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُواْ أَمَانَاتِكُمْ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

“Ey Mü’minler! Allah’a ve Peygambere hainlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emânetlere de hainlik etmeyin.”[22]

Aziz müminler!

         Bu maddeyi de kendi içinde üçe ayırabiliriz.

 

a)                 Evladın Ana-Babasına Karşı vazifeleri

b)                 Ana-babanın Evlatlarına Karşı Vazifeleri

c)                  Eşlerin Karşılıklı Vazifeleri

Şimdi de bunları kısaca izah etmeye çalışalım:

 

a)             Evladın Ana-Babasına Karşı vazifeleri

رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ

“Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.[23]

 

v     Anne- Baba, evlatlar için cennet Kapılarıdır. Dilerse açık tutar dilerse kapatır.

 

Bu hususta Kuran nasıl bir rol biçiyor, hayırlı bir evlada:

وَقَضَىٰ رَبُّكَ أَلَّا تَعۡبُدُوٓاْ إِلَّآ إِيَّاهُ وَبِٱلۡوَٲلِدَيۡنِ إِحۡسَـٰنًا‌ۚ إِمَّا يَبۡلُغَنَّ عِندَكَ ٱلۡڪِبَرَ أَحَدُهُمَآ أَوۡ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُل لَّهُمَآ أُفٍّ۬ وَلَا تَنۡہَرۡهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوۡلاً۬ ڪَرِيمً۬ا (٢٣) وَٱخۡفِضۡ لَهُمَا جَنَاحَ ٱلذُّلِّ مِنَ ٱلرَّحۡمَةِ وَقُل رَّبِّ ٱرۡحَمۡهُمَا كَمَا رَبَّيَانِى صَغِيرً۬ا (٢٤)

            “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. * Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et.”[24]

 

Ø    Bir babanın evladına kuş göstermesi (Hikaye)

 

b)                 Ana - Babanın Evlatlarına Karşı Vazifeleri

 Her ana-baba öncelikle çocuklarının;

 

v     İman Ve İslam Üzere Olmaları İçin Gayret Sarfetmelidir.

Hz. Enes anlatıyor:

"Yahudilerden bir çocuk hastalanmıştı. Nebî sav, onu ziyarete gitti. Başucunda oturarak ona, 'Müslüman ol! ' dedi. Bunun üzerine çocuk, yanındaki babasına baktı; babası, 'Ebu'l-Kâsım'a itaat et.' deyince, çocuk Müslüman oldu. Sonra Nebî sav, 'Benim vasıtam ile onu cehennemden kurtaran Allah'a hamd olsun.' diyerek kalktı.[25]

v    İman ve Taat üzerinde sabır ve sebat etmelerini tavsiye etmeli:

"Lokman, oğluna öğüt vererek O "Ey oğulcuğum! Allah'a eş koşma, doğrusu eş koşmak büyük bir zulümdür" demişti. ... "Ey oğulcuğum! İşlediğin şey bir hardal tanesi olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latîf’tir, her şeyden haberdârdır... Ey oğulcuğum! Namazı kıl, iyiliği emredip, kötülüğü önle, başına gelen şeye sabret; doğrusu bunlar azmedilmeğe, değer işlerdir."[26] 

 

·                    İslam Ahlakı Ve Terbiyesi İle Büyütülmelerine Gayret Etmeli:

 Sevgili Peygamberimiz;

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ

 “Hiçbir anne-baba çocuğuna edep ve terbiyeden daha iyi ikramda bulunmamıştır.[27]buyurarak, ana-babanın çocuklarına karşı sorumluluklarının sadece yeme-içmeyle sınırlı olmadığını onların ahlakı gelişmelerinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini  ifade etmektedir.

 

v    Helal Kazanç Yolları Ve Becerisi Öğrenmelerini Sağlamalı:

            Bir defasında, Ensar'dan birisinin sahibi bulunduğu hurma ağaçlarını taşlayan küçük yaramaz Rafı' b. Amr'ı, bahçe sahibi yakalayıp Hz. Peygamber'in huzuruna getirmişti."Yavrucuğum, ağaçlan niçin taşlıyorsun." diye soran Hz. Peygamber'e Rafı',"Aç idim yâ Rasûlallah, karnımı doyurmak için taşladım." cevabını verince, "Bir daha ağaçlan taşlama yavrum, altına düşenleri alıp ye!" buyurmuş, sonra da Rafı'in başını okşayarak, "Allah'ım, bu yavrunun karnını doyur." diyerek duada bulunmuştu. [28]

 

v    Şefkat Ve Merhametli Olmalarını Öğütlemeli

           "Küçüklerimize şefkat göstermeyen bizden değildir."[29]

 

c)                  Eşlerin Karşılıklı Vazifeleri

 

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.”[30]

وَمِنۡ ءَايَـٰتِهِۦۤ أَنۡ خَلَقَ لَكُم مِّنۡ أَنفُسِكُمۡ أَزۡوَٲجً۬ا لِّتَسۡكُنُوٓاْ إِلَيۡهَا وَجَعَلَ بَيۡنَڪُم مَّوَدَّةً۬ وَرَحۡمَةً‌ۚ إِنَّ فِى ذَٲلِكَ لَأَيَـٰتٍ۬ لِّقَوۡمٍ۬ يَتَفَكَّرُونَ (٢١)

“Size kendi cinsinizden, kendileriyle ısınıp kaynaşacağınız (sekinet bulacağınız) eşler yaratması ve aranıza sevgi (meveddet) ve merhamet (rahmet) koyması O’nun varlığını gösteren delillerindendir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir toplum için nice ibretler vardır.”[31]

 

Farkında olmak lazım ki bu iş, her iş gibi Allah Teala’ya bağlı bir iş.

Çünkü;

Eşleri O yarattı.

Sevgiyi eşler arasına O koydu.

Rahmeti eşler arasına O koydu.

Ve huzura, sekinete, O’nun bu lütufları sayesinde ulaşıldı, ulaşılıyor.

Düşünmek, farkında olmak lazım ki bu iş, tüm toplumu alakadar eden bir iştir.

Ve düşünmek, farkında olmak lazım ki düşünen, üstelik derin derin düşünen bir toplum için bunda büyük ibretler vardır.

           

v    Eşlerin Birbirlerine Katlanmaları

 

Konu ile ilgili Hadisi Şeriflere baktığımızda;

 

Ø    Kadının Ve Erkeğin Hayırlısı

 

"Kadının hayırlısı, kendisine baktığın zaman sana sevinç veren, emrettiğin zaman itaat eden, kendisinden uzak kaldığın zamanlarda da, malını ve kendisini koruyan kadındır."[32]
          “Sizin en hayırlınız hanımına karşı en iyi olandır."[33]

 

"Mü'min bir erkek, mü'mine bir kadına kızıp darılmasın. Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, başka huyundan memnun kalabilir."[34]

 

“Huysuz bir kocanın kahrına sabreden bir kadına Cenab-ı Allah tarafından, Firavun’un eşi Âsiye’ye verilen ecrin bir benzeri verilir; buna karşın huysuz eşine sabreden erkeğe de (yaralar içerisinde kıvranıp da sabredip şikayetçi olmayan) Eyüp Aleyhisselam’a verilen sevabın benzeri verilir.”[35] Buyrulmuştur.

 

4-                 AKRABA İLE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

 

 Aziz Müminler !

 

Akrabalık bağlarının korunması ya da akrabalık hukuku Allahü Teala’nın en çok önem verdiği haklar arasındadır. Bakın bu hak Kuran’ı Kerimde nasıl geçmektedir.

وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَآ أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ

 “Allah'a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.”[36]

 

Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır. “Rızkının geniş ömrünün uzun olmasını arzu eden (akrabalarını ziyaret etsin) onlarla olan bağlantısını devam ettirsin.”[37]

 

 

5-                 KOMŞU İLE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

            Kıymetli Dostlar!

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئًا وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُورًا

“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen insanları sevmez.”

 

Bu Konudaki Hadisi Şerifler:

 

“Cebrail as bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”[38]

 

“Allah katında arkadaşların en iyisi, arkadaşına iyi davranan; komşuların en iyisi de, komşusuna en iyi davranandır.”[39]

 

“Allah’a ve ahret gününe iman eden kimse komşusuna iyilik etsin.”[40]

 

“Allah’a ve ahret gününe inanan, komşusuna eziyet etmesin.”[41] buyurmuş ve

 

Efendimiz sav;

 

“Şerrinden emin olunmayan komşunun asla cennete giremeyeceğini söylemiştir.[42]

 

v    Aynı binada kalan apartman sakinlerinin aralarındaki hukuku!!!


6-                 YERYÜZÜ KUBBESİ ALTINDA MÜMİNLERİN BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI (ÜMMET OLMA BİLİNCİ) (Hz. Hubeyb / Habbab / Bilal)

وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[43]

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ إِلاَّ بِحَبْلٍ مِّنْ اللّهِ وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ وَبَآؤُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ

“Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah'ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.” [44]

 Müslümanların toplum hayatının nasıl olacağına ışık tutan Hücurât Suresinde ise, Rabbimiz cc:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

“Muhakkak mü'minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet edilsin.” [45] buyurarak, Müslümanların aralarındaki yakınlığın da derecesini ortaya koymaktadır.

                Sevgili Peygamberimizde birçok hadislerinde inanalar arasında bulunan kardeşliği ve bu kardeşliğin gereksinimlerini şöyle ifade etmektedir:

المسلمُ أَخــو المسلم لا  يَظلِمُه ولا يُسْلِمُهُ . ومَنْ كَانَ فِي حاجةِ أَخِيهِ كانَ اللَّهُ فِي حاجتِهِ، ومنْ فَرَّجَ عنْ مُسلمٍ كُرْبةً فَرَّجَ اللَّهُ عنه بها كُرْبةً من كُرَبِ يومَ القيامةِ ، ومن سَتَرَ مُسْلماً سَتَرَهُ اللَّهُ يَومَ الْقِيامَةِ

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslüman’ın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter.”[46] 

               Bir başka hadiste;

 “Birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslüman’a, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.”[47]

"Bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim Müslüman'ın bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından birini giderir."[48]

 

Sevgili Peygamberimiz İnananlar arasında bulunması gereken birlikteliği şu benzetmeyle bizlere aktarmıştır.

 مثَلُ الْمُؤْمِنِينَ فِي تَوَادِّهِمْ وتَرَاحُمِهِمْ وتَعاطُفِهِمْ ، مَثَلُ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى مِنْهُ عُضْوٌ تَداعَى لهُ سائِرُ الْجسدِ بالسهَرِ والْحُمَّى

“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[49]

 

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de olgun Mümin olamazsınız.”[50]


7-                 BAŞKA DİNE SAHİP İNSANLARLA BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ

“Allah sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah âdil davrananları sever.” [51]

 

Müslümanın bütün insanlara karşı görevi, insanlığa örnek olabilmek, İslam’ın ve İmanın nuru ile İnsanlığa ışık saçabilmek, karanlıklardan aydınlığa onları irşad etmektir.

 

Adem as’dan dolayı insan olma vasfı ile kardeş olduğu şuuruyla, küfür ve zulüm bataklıklarında can çekişen insanlığa, islamın şefkat elini uzatabilmek, merhamet kanatlarını açabilmek hepimizin, asli vazifesidir.

 Efendimizin sav işaret ettiği gibi: “İnsanlara merhamet etmeyen Allah da merhamet etmez”[52]

 Ancak herbir Müslüman önce kendisi Allah cc ve Rasülünün çerşevesini çizdiği Müslüman Kimliği ile kendini süsleyip ikmal etmelidir.

 Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır.

 اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ 

“Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.[53]

 Bu tarife uyan bir Müslüman yaşayan ve yaşatan bir örnek ve önder olacaktır.

 

v    Osmanlı-Bisans Yaylalara çıkarken, evlerini birbirlerine emanet ederlerdi.

 

Ø    Kafirlerle Münasebetlerde Aslolan, onlara İslamı Tebliğ ve İrşad’dır.

 

Ölürken bile yaşatabilen, dirilten, uyandıran bir karaktere sahip olmak, ne güzel bir insan modelidir.

 

v    Âmir bin Füheyre,[54]

Âmir bin Füheyre, Suffe Ashâbı’ndandı. Sahabilerin kurralarından, yani güzel Kur’ân okuyanlarından birisiydi. Peygamberimizin kâtipleri arasında da yer alı­yordu.

Uhud Savaşı’ndan dört ay sonra Necid bölgesinde oturan Âmiroğulları kabi­lesinin reisi Ebû Berâ, Peygamberimize gelerek, kavmine İslamiyet’i anlatma­ları için birkaç sahabi göndermesini istedi. Peygamberimiz göndereceği sahabileri himaye etmesi için Ebû Berâ’dan söz alarak Suffe Ashâbı’ndan 40, bir ri­vayette 70 kişiyi irşat heyeti olarak gönderdi. Bu heyetin içinde Âmir bin Füheyre de vardı.

Heyet, Bi’r-i Maûne (Maûne Kuyusu) bölgesine vardığında konakladı. Ebû Berâ’nın yeğeni Âmir bin Tufeyl, amcasını dinlemedi, etraf kabilelerden adam toplayarak, istirahat hâlinde bulunan sahabilere saldırdı. 39 sahabiyi şehit ettiler.

Müşriklerden Cebbar bin Sülmâ, mızrağını Âmir bin Füheyre’ye saplayınca, “Valla­hi kazandım, gitti!” sözünü işitti. Hz. Âmir şehit düşünce, göğe yükseldi. Bu sözü işiten ve semaya yükselişini gören Cebbar gelerek durumu Hz. Dahhak’a (r.a.) sorunca, Dahhak da Hz. Âmir’in cenneti kazandığını bildirdi. Bu manzara karşısında Cebbar iman etti. Böylece bir kişinin şehadeti, bir diğerinin imanına vesile oldu.

Katliamın müsebbibi Âmir bin Tufeyl, sağ kalan Hz. Amr bin Ümeyye’yi (r.a.) getirterek, şehit olanların kimliklerini öğrenmek istedi. Hz. Amr, hepsini teker teker söyledi, fakat Âmir bin Füheyre’yi göremediğini bildirince, Âmir bin Tufeyl, Cebbar’ı göstererek, “Ben sana onun durumunu haber vereyim mi? Şu adam ona mızrağını sapladı. Çekip çıkardıktan sonra adam göklere yükseldi, yükseldi, kayboldu. Vallahi onu bir daha görmedim!” dedi.

Hz. Âmir bin Füheyre’nin durumu Peygamberimize ulaşınca, “Melekler onun cesedini göğe yükselttiler ve defnettiler.”[55] buyurdu. Hz. Âmir bu sırada 40 yaşında idi.

Allah ondan razı olsun!

Değerli Dostlar!

 

İşte Ashabı Kiram’ın durumu bu, Ölürken bile diriltmek, uyandırmak, bir eser bırakabilmek. Aynen şu Âyet-i Kerime’de tarif edildiği gibi:

مَن قَتَلَ نَفْساً بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعاً وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعاً

“Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.”[56]

 

8-                 DİĞER CANLILARLA BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

 

Hz. Peygamber hicretin 8. yılında Mekke’nin Fethi’ne giderken bir vadide, yolun kenarında yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek gördü. Bir sahabeyi çağırıp köpeğin ve yavruların rahatsız edilmemesini sağlamak üzere ordu geçinceye kadar orada nöbet tutmasını emretti.”

 

Hayvanlara fazla yük yüklemeye, hayvan dövüştürmeye, binek üzerinde – hayvanın üzerinde - iken sohbet edilmesine karşı çıkardı.

 

Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvanı öldüren insana Allah onun hesabını mutlaka sorar “ diye ikazda bulunmuştur.

 

Bir gün açlıktan karnı sırtına geçmiş bir deve gördü. Sahibini bulup: "Hayvanlarınız hususunda Allah'ın sizi azaba çarptıracağından korkunuz." Diyerek ikaz etti.

 

Bir sefer esnasında Sahabîler bir kaya kuşu gördüler. Yanında iki de yavrusu bulunuyordu. Birisi gidip yavrularını aldı. Anne kuş gelip başlarının üstünde çırpınarak uçmaya başladı. Peygamberimiz bunu görünce, "Yavrularını alarak bu hayvanın canını kim acıttı? Yavrularını yerine koyun" buyurdu.

 

Deveye fazla yük yükleyenleri uyarmış, susuz bir deveye susuzluğunu giderene dek elinde kovayı tutarak su vermiştir.

 

"Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: 'Bu köpük de benim gibi susamış.' deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti."

Resûlullah'ın yanındakilerden bazıları:

"Ey Allah'ın Resûlü! Yani bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de ücret mi var?" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Evet! Her 'yaş ciğer' (sahibi) için bir ücret vardır."[57] buyurdu.  

 

"Fâhişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkararak (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfiret olundu."[58]  

 

"Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşerâtından yemeye de salmamıştı."[59]   

 

9-                 ÇEVRE İLE BİRLİKTE YAŞAMA AHLAKI

 

“İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü, Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet etmek, en alt mertebesi ise, insanlara eziyet veren bir şeyi yoldan kaldırmaktır.”[60]  

 

            “Adamın biri yolda yürürken, yol üstünde gördüğü bir diken dalını kaldırıp bir kenara attığı için, Allah onu mükâfatlandırdı ve onu bağışladı.”[61]  

 

            İnsanların dinlendiği yerlerin temiz tutulması, buraların iyice korunması konusunda Hz. Peygamber sav şöyle buyurmaktadır: “Lanete uğramış olmaktan sakının." Ashap; bunlar kimlerdir diye sorunca “Halkın gelip geçtiği yola, gölgelendiği yerlere abdest bozanlardır.” [62] 

 

               "Sîzden biriniz sakın durgun suya abdest bozmasın, (ola ki) biraz sonra  ondan gusleder.”[63]  

عَنْ أنَسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : إنْ قَامَتْ السَّاعَةُ وَفِي يَدِ أحَدِكُمْ فَسِيلَةً فَلْيَغْرِسْهَا

Enes İbni Mâlik radıyallahu anh'den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sav şöyle buyurdu:

"Herhangi birinizin elinde bir hurma fidanı varken, kıyâmet kopacak olsa, derhal onu diksin!"[64]

 

Aziz Müminler!

 Şimdi sizlere bir hikaye anlatalım:

 Ø    Harun Reşit Veziri ile birlikte tedbili kıyafet dolaşırken bahçesinde hurma fidanları diken bir ihtiyar görür. Selam verir ve aralarında şu konuşma geçer: 

- Kolay gelsin, ne yapıyorsun böyle? 

- Hurma fidanları dikiyorum. 

- Peki bu diktiğin hurma fidanları ne zamana kadar büyür ve meyve vermeye başlar? 

- Kim bilir belki on, belki yirmi sene sonra yetişir ve meyve vermeye başlar. 

- Peki onların meyvelerini görebilecekmisin? 

- Bu yaşlı halimle belki göremem. Ama bizden öncekilerin diktikleri ağaçların meyvelerini biz yedik. Biz de bizden sonrakilerin istifadeleri için bu hurma fidanlarını dikiyoruz. 

 Bu cevap Harun Reşid'in hoşuna gider ve bir kese altın verir.

İhtiyar, Allah'a hamdeder ve: 

-Diktiğim ağaçlar hemen meyve verdi. 

Bu söz üzerine Harun Reşid bir kese daha altın verir ve ihtiyar yine Allah'a hamdeder ve: 

- Herkesin diktiği meyve ağaçları yılda bir defa mahsül verir, benim diktiğim fidan hem hemen meyve verdi hemde senede iki defa ürün vermeye başladı.

Bunun üzerine Harun Reşid vezirine, buradan hızlıca uzaklaşalım, yoksa bu ihtiyar bizde hiç bir şey bırakmayacak” der ve ihtiyara veda ederek oradan ayrılırlar.

 Kıymetli Müslümanlar!

 Konumuzu, Efendimiz sav’in Veda Hutbesinde tarif ettiği bazı hususları hatırlayarak, özetleyelim, inşallah.

ÖZET

 “Ey İnsanlar!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.

 Ashabım!

Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. 

Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.

 İnsanlar!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz.

 Müminler!

Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

 Mü'minler!

Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...

 İnsanlar!

Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.


 
Girmeden tefrika bir millete düşman giremez.
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez"[65]

 

Kaynaklar:
1-                      Kuran-ı Kerim Meali, Diyanet Vakfı
2-                      Şamil İslam Ansiklopedisi
3-                      Vaaz Siteleri
4-                      Rasülullah Org
5-                      Sorularla İslamiyet
6-           ......................



[1] (İhlas, 112/1-4)

[2] (Hucurat, 49/13)

[3] (Rum, 30/22)

[4] (Buhari, Edeb, 86)

[5] (Buhari, Edeb, 6168; Müslim, Salah, 6718)

[6](Hacc, 22/78)

[7] (Buhârî, Rikak 38.)

[8] Bidaye, VI/35 (Müslim, Sa’d b. Hişam’dan). İmam Ahmed de benzer şekilde rivayet etmiştir. İbnSa’d’ın rivayetinde “Kur’an insanlara en üstün ahlak kurallarını getirmiştir” ibaresi de vardır. 

[9] Yakup b. Süfyan, Ebu’d-Derda’dan rivayet etmiştir. 

[10] Bidaye, VI/35 (Beyhaki’den). 

[11](Müminun, 23/1-11)

[12] (Kalem: 68/4)

[13] Delail, s. 57 (Urve’den). 

[14] (Ali İmran, 3/31)

[15] (Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26)

[16](Hâkim,1/93).

[17] (Müslim, Birr, 163)

[18](Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 4, 5, 335)

[19](Hücûrat, 49/13).

[20]Tirmizî, kıyâme 55; İbnMâce, fiten 23; Ahmed b. Hanbel,  II, 43; V, 365.

[21] Molla Mehmetoğlu O.Z., Sünen-i TirmizîTercemesi, IV, 42 (H. No. 2255).

[22] (Enfal, 8/27)

[23]Tirmizî, Birr, 3

[24] (İsra, 17/23,24)

[25] EbûDâvud, Cenâiz, 5. Buhârî, Cenâiz, 79.

[26] (Lokman, 31/16-19)
[27] Tirmizi, Birr, 33

[28] îbnMâce, Ticârât, 67.

[29] El-Hâkim, Müstedrekala's-Sahîhayn, Beyrut, ts. î, 62.

[30] Nisa/1.

[31] (Rum, 30/21)

[32] Hâkim.

[33] Tirmizi, İbnMace.

[34] Müslim.

[35](bk. Gazzali, İhya, Nikah Adabı)

[36] (Rad, 13/25); (ayrıca bak: Bakara, 2/27)

[37]Seçme Hadisler, Hadis No:267

[38]Buhari, Edep,28

[39]Tac, c.5

[40]Müslim, İman,19

[41]Buhari,Edep21  

[42]Müslim, İman,73

[43] (Enfal, 8/46)

[44] (Ali İmran, 2/112)

[45] (Hucûrat, 49/10)

[46](Riyazü’s-Salihin, Hadis No:246)

[47] Buhârî, Edeb, 57

[48] Müslim, Birr, 58.

[49] Müslim, Birr, 66.

[50] Müslim İman 93

[51]Mümtehine, 60/8

[52]Tirmizi, Birr, 16..No:5847

[53]Tirmizî, Îmân, 12

[54] (Rasulullah Org, http://www.resulullah.org/amir-bin-fuheyre-ra)

[55] Üsdü’l-Gàbe, 3: 91; Tabakât, 3: 231.

[56](Maide, 5/32)

[57] [Buhârî, Şirb 9, Vudû 33, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153, (2244); Muvatta, Sıfatu'n Nebi 23, (2, 929-930); Ebû Dâvud, Cihâd 47, (2550)]

[58] [Müslim, Tövbe 155, (2245)]

[59] [Buhârî, Bed'ü'l-Halk 17, Şirb 9, Enbiya 50; Müslim, Birr 151, (2242)]

[60] (Müslim, İman, 58).

[61] (Buharî, Ezan, 32).

[62] (bkz. Kütüb-i Site, 10/390)
[63] (Buhârî, vudû' 68; Müslim, tahâre 94-96; Tirmizî, tahâre 51; İbni Mâce, tahâre 25; Nesaî, tahâre 45, 139; gusl 1; Dârimî, vudû', 145; Ahmed b.Hanbel II.259) 

[64]   Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, IV, 63 (Bezzâr'dan naklen)

[65] Mehmet Akif Ersoy

İçindekiler






Kıymetli Müminler! 

Bu Sohbetimizde sizlere “Efendimiz sav’in Vefatı”nı anlatmaya çalışacağız. O sav ki doğumu, çocukluğu, gençliği, Risaleti, hulasa her şeyi insanlık için bir ibret bir ışık ve bir uyarıdır. Yemek yemesinden savaşına, arkadaşlığından komşuluğuna her hali bir örnek olan Efendimiz sav’in Vefatı da bir ibret bir kılavuzdur.

 

YALANCI PEYGAMBERLERİN ÇIKIŞI

 

Peygamber Efendimizin Veda Haccı’ndan sonra, etraftan gelen Müslüman­lar memleketlerine dönmüşlerdi. Aldıkları tâlimatları mem­leketlerine götür­müşler, halka onları anlatmışlardı.

Veda Haccı esnasında inen Mâide Suresi’nin üçüncü ayet-i kerimesi, dinin kemâle erdiğini beyan ediyordu.

... الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِن دِينِكُمْ فَلاَ تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا ... ﴿٣﴾

“… Bugün küfre sapanlar/inkârcılar dininiz(i ortadan kaldırıp sizi kendilerine çevirmek)ten ümidi kestiler, artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün dininizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak (hayat tarzı olan) İslâm’ı beğenip seçtim. …”[1]

Kıymetli Dostlar!

Bu, Ayet-i Kerime’nin nüzülü ile Re­sûl-i Kibriya Efendimizin elçilik görevinin sonuna geldiği ya da vefatının yaklaştığı anlaşılıyordu. Ashabın büyükleri bu durumun farkına varmış ve endişelenmeye başlamışlardı. Veda Haccı’ndan sonra Peygamber Efendimizin hastalanması bu endişeleri daha da artırmıştır.

Bu esnada Araplardan bazı kimseler peygamberlik davasına kalkıştı.

1-   Esvedü’l-Ansî (Abhele b. Ka’b)

Benî Ans kabilesinden olan bu kişi, kâhin ve hokkabaz bir adamdı; sözleriyle halkı tesir altına alırdı.[2] 

 

Yemen’de ortaya çıkan bu adam, peygamber olduğunu ve meleklerin ken­di­sine vahiy getirdiğini iddia etmeye başladı. Birtakım yalan, dolan ve hi­lelerle Yemen ahalisinden birçok kimseyi aldattı. Necran halkı da ona tâbi oldu. Daha sonra San’a’ya gidip orayı da zaptederek fesat ve irtidat dairesini genişletti.

 

Yemen’de bulunan Müslüman vâli ve memurlar orayı terk etmek duru­mun­da kaldılar. Hz. Muaz b. Cebel, Ma’rib’ de bulunan Ebû Musa el-Eş’arî Haz­retlerinin yanına gitti. Daha sonra ikisi ora­dan Hadramut’a gittiler.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, durumu haber aldı; Yemen’deki Müslümanlara,

“Her nasıl olursa olsun Ab­he­le’­nin hakkından geliniz!” diye haber gönderdi.[3]

 

Yemen’deki Müslümanlar bu emir üzerine harekete geç­tiler; sonunda, onu evinde öldürdüler. Esved’in öldürüldüğü haberi, Medine’ye, Peygamber Efen­dimizin vefatından bir gün önce, Pazar günü ulaştı. Yalancı Esved’in öldürül­mesinden sonra Müslüman vâli ve memurlar tekrar Yemen’e döndüler.

 

2-   Müseylime-İ Kezzab

Bu şahıs da Hicret’in 10. senesinde, Yema­me’de ortaya çıkıp peygamber­lik davasına kalkıştır.

Müseylime, daha önce Benî Hanife temsilcileriyle Medine’­ye gelerek Pey­gamber Efendimizle görüşüp Müslüman ol­muş­tu. Yema­me’­ye dönünce irtidat etti.[4] 

İrtidat ettikten sonra Müseylime, Pey­gam­be­ri­mize ortak olduğunu iddia et­meye ve yaymaya başladı. Kısa zamanda hokkabazlık ve sihirbazlığıyla Benî Ha­nif ve Ye­ma­me halkından birçok kimseyi kandırıp etrafına topladı. Hatta bir ara Kur’an-ı Kerim’i bile taklide kalkıştı! Bir­ta­kım gülünç sözler dizip Kur’an diye okurdu.

 

     Kıymetli Müslümanlar!

 

Uydurduğu lâf­lardan bazıları şunlardı:

“Fil nedir? Filin ne olduğunu sana ne bildirdi? Onun hurma lifinden ip gibi kuyruğu ve uzun hortumu vardır. Bu, Rabbimizin yarattıklarından azıcığıdır!”

“Ey kurbağa kızı kurbağa! Ne diye nak nak, vak vak edip duruyorsun! Üs­tün suda, altın balçıkta! Sen, ne suyu bulandırabilirsin, ne de içene mani olabi­lirsin! Yarasa, sana ölüm haberini getirinceye ka­dar yerde bekle!”[5]

Peygamberimiz sav, Necid diyarında bulunan Müslümanlara da haber göndererek, Müseylime-i Kezzab’ın hak­kından gelmelerini emir buyurdu.

Resûl-i Kibriya Efendimizin ebedîyet âlemine irtihalinden sonra, Hz. Ebû Bekir, Hâlid b. Velid komutasında Müseyli­me’nin üzeri­ne bir ordu gönderdi. Hz. Hamza’­yı şehit eden Hz. Vahşî b. Harb,  harbesiyle o iblisi de öldürmüş ve insanlar bu şeytandan da kurtulmuş oldular. Ancak bu savaşta çok sayıda Hafız Sahabi şehid olmuştur.

 

ÜSÂME ORDUSU

 

Hicret’in 11. senesi Sefer ayının 26’sı, Pazartesi günü idi.

 

Resûl-i Kibriya Efendimizin hastalanmasından bir kaç gün öncesiydi.  Hem İslam’ın izzetini âleme göstermek, tebliğ ve irşad faaliyetlerini sürdürmek, hem de düşmanların yüreklerine sürekli bir korku salmakla alakalı tedbirleri almaktan geri durmuyordu.

 

Bizans, İslam devleti için her zaman büyük bir tehlike idi. Bu se­beple, Peygamber Efendimiz sav, o tarafa büyük ehemmiyet veriyordu.

Pazartesi günü, Ashab-ı Kiram’a sefer için hazırlanmalarını emretti. Hedef belli; Bizans yani Rumlar. ... Emri duyan Müslümanlar ev­lerine dağılıp süratle hazırlığa başladılar.

Ertesi gün, yani Salı günü Resûl-i Kibriya Efendimiz sav, Üsame b. Zeyd Haz­retlerini huzuruna çağırttı. Ona şu emri verdi:

 

“Seni, hazırlanan ordu üzerine komutan tayin ediyorum! Süratle harekete geç, babanı şehit edenler üzerine yürü. Allah, sana zafer ihsan ederse, orada fazla durma, geri dön!” [6]

 

Bu emri verişinden bir gün sonra aniden hastalandı; fakat cihat için yola çı­kacak ordunun hazırlığından vazgeçmedi. Bir gün sonra, yani Perşembe günü, hasta olduğu halde bizzat kendi eliyle sancağı Hz. Üsame’ye verdi.

“Ey Üsame! Allah yolunda, Allah’ın ismiyle muharebeye çık, Allah’ı inkâr edenlerle çarpış!” buyurdu.

Sonra, Müs­lümanlara hitaben, “Ahde vefasızlık et­me­yin! Küçük çocukları ve kadınları öldürmeyin! Düşmanla karşılaşmayı ar­zu etmeyin; zira, ne olacağını bilemezsiniz. Belki, onlar yüzünden belâ ve mu­sibete uğrayabilirsiniz! Fakat ‘Allahım! İmdadımıza yetiş, düşmanımızın hakkından gel, bizi onların zararından koru!’ diye dua ediniz!” diye ko­nuştu ve ilave etti: “Şunu da unutmayınız ki cennet, kılıçların parıltısı altındadır!”[7]  

Hz. Üsame, sancağı Büreyde b. Husayb’e teslim ettikten sonra, aldığı emir ge­reği karargâhını Cürüf’te kurdu. Hazırlığını bitiren Müslüman oraya koşu­yor­du.

 

Üsame’nin sav Komutanlığına İtiraz Sesleri

 

Hz. Üsame, ordusunu hazırlamakla meşguldü. Müslümanlar da harbe katıl­mak üzere hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlardı. İslam ordusunda Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas, Ubeyde b. Cerrah gibi ashab-ı kiramın ileri gelenlerinden birçok kimse vardı. Bunların üzerine, henüz yirmi yaşına basmamış Hz. Üsame kumandan tayin edilmişti.

Bu durum, hoşa gitmeyen bazı sözlerin söylenmesine sebep oldu: “Henüz yirmisine ayak basmamış bir delikanlı kumandan tayin ediliyor, ashabın ileri gelenlerinden birçok kimse emri altına veriliyor! Bu nasıl olur?”

Ayyâş b. Ebî Rebîa ise, “İlk muhacirlerin başına bu genç nasıl ku­mandan ta­yin ediliyor?[8]  diyordu.

 

     Kıymetli Müminler!

    

Sanki bir anda Hz. Üsame’nin Resûl-i Kibriya Efendimiz tarafından tayin edildiği unutuluvermiş gibi bir sürü söz ve dedikodu. Anlamalıyız ki onlar da birer insan. Bir anlık dalgınlık, Şeytanın arayıp da bulamadığı fırsat. Duruma Hz. Ömer ra muttali oldu. Bu tarz sözleri sarf­eden­le­re gereken ce­vabı verdikten sonra meseleyi gidip Hz. Re­sû­lul­lah’a sav intikal ettirdi.

 

Pey­gam­be­ri­miz, yakalandığı hastalığın şiddetinden yatağında yatmaktaydı. Haberi alır almaz, kızgınlığının ifadesi yüzünden belli oldu. Sargılı başıyla yatağından kalktı. Ashabın yardımıyla mescide giderek minbere çıktı. Allah’a hamd ve senâda bulunduktan sonra,

“Ey insanlar! Üsame’yi kumandan tayin ettiğim için bazılarınızın ileri geri konuştuğunu duydum!”

“Benim, Üsame’yi kumandan tayin etmeme itiraz ediyor gibisiniz! Daha önce Üsame’nin babasını kumandan tayin ettiğim zaman da aynı şeyi yapmış­tınız! Vallahi, nasıl babası kumandanlığa lâyık olduğunu göstermişse, Üsa­me de babasından sonra kumandanlığa lâyık bir kimsedir! Babası nasıl en sevdi­ğim biri idiyse, Üsame de en sevdiğim kimseler arasından biridir! O da, babası da her türlü hayrı işleyebilecek yaratılışa sahip kimselerdir. Onlardan hayırlı işler bekleyiniz. Muhakkak ki Üsame, sizin hayırlı olanlarınızdandır ve bu işe ehliyetli birisidir![9] 

 

Bu hitabesinden sonra minberden inip hâne-i saadetine girdi. İslam ordu­suna katılacak Müslümanlar, birer ikişer gelip kendisiyle vedalaştılar. Efendi­miz onlara, “Üsame’yi gönderme işini geri bırakmayınız”[10] diyordu.

 

Hatta bir ara, dadısı ve Hz. Üsame’nin annesi Hz. Ümmü Eymen, hâne-i sa­a­dete gelip, “Yâ Re­sû­lal­lah! Üsame’yi bir süre ka­rargâhında bıraksanız olmaz mı?” deyince, Efendimiz aynı sözlerini tekrarladı:

“Üsame’yi gönderme işini ihmâl etmeyiniz. Onu gönderiniz!” Bu kesin emir üzerine Müslümanlar karargâha gittiler.

 

         

PEY­GAM­BE­Rİ­MİZİN HASTALANMASI

    

     Kıymetli Dostlar!

         Aldığımız her güzel haber, elde ettiğimiz her bir maharet, kavuştuğumuzda hoşumuza giden her durum, aslında hayatımızdan kopan ve ayrılan zamana bedeldir. Aynen acılarımız kederlerimiz gibi. Efendimiz sav’e de gelen her bir ayet, her bir sure aslında onun Risaletinden, ömründen eksilen bir zamana bedel idi.

 

“Nasr” Suresi’nin inişi, Hz. Muhammed’e artık yolun sonuna geldiğini anlatan ilk işaret olur. Bu surenin inişinin “derin” anlamını Hz. Cebrail de doğrular. O: “Ey Cebrail! Sanki bana dünyadan gitmem gerektiği bildiriliyor.” deyince, Hz. Cebrail’in cevabı: “Ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.” olur. İkinci işaret ise Hz. Cebrail’in, o senenin Ramazan ayında Peygamber sav ile yaptığı Kur’an mukabelesini iki kez tekrar etmesidir. O, bunun anlamını Hz. Fatıma’ya gizlice: “Cebrail, her sene Kur’an’ı bir kez mukabele ederdi. Bu sene iki kez oldu. Öyle sanıyorum ki ecelim yaklaştı.” der. Ve o Ramazan, itikâfta on gün yerine, yirmi gün geçirir.

 

RESÛLULLAH'IN SON ZİYARETLERİ

 

Dünyadan ayrılışının 13 gün öncesidir. Hz. Aişe’nin odasında olduğu bir gece, biraz uyuduktan sonra sessizce kalkar. Ayakkabısını giyip dışarı çıkar. Hz. Âişe validemiz, “Yâ Re­sû­lal­lah, nereye gidiyorsunuz?” diye sordu.

 

Resûl-i Ekrem: “Bâkî Kabristanı’nda medfun bulunan eh­lim için istiğfar et­mek üzere emir aldım; oraya gidiyorum[11]  diye cevap verdi. Hz Aişe Annemiz de Efendimizle mezarlığa gitti.

Baki Mezarlığına giren Efendimiz sav, bir süre ayakta, mezarlığı seyrettikten sonra ellerini açıp, duaya durur: 

“Selam size ey Mü’minler diyarı! Sizler bizden önce gittiniz. İnşaallah biz de size katılacağız. Ey Allahım! Onların sevaplarından bizi mahrum etme. Onlardan sonra bizi fitnelere uğratma!” Sonra bir süre daha sessiz, ayakta mezarlığı seyreder.

 

Efendimiz sav bu ziyaretlerine üç gece devam etti. İkinci gece yanında azatlı kölelerinden Ebû Râfi ve Ebû Müveyhib vardı. Bâkî Kabris­tanı’nda kabirler arasında uzun müddet durarak dua ve istiğfarda bulundu. Sonra Ebû Müveyhib’e dönerek yakında ebedî âleme gideceğini, Bâkî-i Ha­kikî’nin cemâliyle müşerref olacağını şöylece ifade buyurdu:

 

“Ey Ebû Müveyhib! Dünya hazinelerinin anahtarları ile ahiret nimetlerini seçme hususunda serbest bırakıldım; ben de ahiret nimetlerini tercih ettim!”[12]

 

Uhud Şehitlerini Ziyaret

 

Uhud şehitleri için de dua ve istiğfarda bulunması, Efendimize emredil­mişti. Bu sebeple, bir gün Uhud’a gitti. Orada şehit olan en güzide sahabeleri için uzun uzun dua etti.

 

Oradan döner dönmez, Mescid-i Saadet’e vardı. Minbere çıktı. Müslüman­lara hitaben,

“Ben, sizin Kevser Havuzu’na ilk kavuşanınız ve sizi ilk karşıla­yanınız olacağım”

 

“Ben, sizin hakkınızda, benden sonra müşrikliğe dönersiniz diye korkmu­yorum; fakat ben, sizin hakkınızda, dünyaya kapılır, onun için birbirinizi kıs­kanır, birbirinizi öldürürsünüz ve bunun neticesi olarak sizden öncekilerin yok olup gittikleri gibi siz de yok olup gidersiniz, diye korkuyorum!”[13]  buyurdular.

 

 

EN YAKINLARININ LİSÂNINDAN RESÛLULLAHIN SON GÜNLERİ

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Meymû­ne’nin odasında bulunu­yorlardı. Hasta olmasına rağmen ai­le­lerinin hakkına son derece riayet edi­yordu. Burada Efen­dimizin ateşi birden yükseldi. Davet ettiği bütün ha­nımları, etrafında mahzun ve kederli duruyorlardı.

 

“Yarın hanginizin evine gideyim?” diye sordu. Bu sualini birkaç kere tekrarladı. Hiçbir hanımından cevap gelmedi. Bu soruyu sormasındaki maksadı, hastalık günlerini Hz. Âişe validemizin evinde geçirmeyi arzu etmiş olmasındandı.

 

Peygamber Efendimizin bu arzusunu, Ezvac-ı Tâhirat, ferasetleriyle anla­ma­da gecikmediler; ittifakla, Hz. Âişe validemizin evinde kalmasını uygun gör­düler. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz, Hz. Meymû­ne’nin evinden çıkarak, bir eli Hz. Ali’nin, diğer eli Hz. Ab­bas’ın omuzunda, onların yardımıyla Hz. Âişe validemi­zin evine geldi.[14]  

 

Olayın bundan sonrasını Hz. Âişe validemizden dinleyelim: “Re­sû­lul­lah sav eve geldiği sırada başımda bir ağrı belirmişti. Ağrının şiddetinden ‘Vay başım, vay başım!’ diye söylendim.

“Re­sû­lul­lah sav bunu duyunca, ‘Ne ehemmiyeti var, neden üzülüyorsun? Eğer benden evvel dünyadan göçüp gidersen seni teçhiz ve tekfin eder, namazını da kılarım’ diye konuştu.

“Ben de, ‘Benim ölümümü mü istiyorsunuz?’ dedim.

 

Hz. Âişe, Pey­gam­be­ri­mizin lâtife yaptığını birden anlayamayıp böyle ko­nuş­muştu.

 

Resûl-i Ekrem, lâtifesinin sonunu şu ciddi sözlerle bağladı:

“Ey Âişe! Senin başının ağrısı geçer, gider. Asıl baş ağrısı, benim başımın ağrısıdır; artık ondan kurtulmak çok zor!”[15] 

 

 Pey­gam­be­r Efendii­miz’in sav Hz. Ebu Bekir Efendimiz’e Cevabı

 

Her yerde her zaman Allah ve Resûlüne sadâkatin zirvesinde bulunan Sıd­dık-ı Ekber, Resûl-i Ekrem’in huzuruna çıkarak, kendisine hizmet etmekten şe­ref duyacağını, şöylece dile getirdi:

“Yâ Re­sû­lal­lah, müsaade buyurursanız, hastalığınızda size hizmet etmek is­terim!”

 

Resûl-i Ekrem Efendimiz O’na: “Yâ Ebâ Bekir! Bu niyetinle bile yapacağın hizmetin se­vab ve mükâfatına şimdiden nâil oldun. Ancak ben, hastalığım esnasında hizmetlerimi kızımla zevcelerimden başkasına gördürecek olursam, onları üzmüş olurum!”diyerek maruzatını dile getirdi.

 

En Ağır Hastalık En Fazla Izdırap Peygamber Efendimizde sav

 

     Kıymetli Müslümanlar!

         Efendimiz sav’in hastalığı en şiddetli bir şekilde kendisini takatsız bırakıyordu. Kendisine üç hastalık isabet etmişti. Bunlar: Ateşli Sıtma, Hayber’de yediği etin zehrinin tesiri ve nefes darlığı. Efendimiz ölümüne yakın günlerde bu hastalıklara da sabretmek zorunda kaldı. Şunu demedi; ‘Ya Rabbi! Hayatımda çok çileler çektim. Artık şu son günlerimde olsun rahat bir hayat yaşayayım. Benden hastalıkları uzak eyle.’ Onun sav için Allahın rızası Ahiretin safası önemli idi. O da sav tercihini Sabırdan yana yaptı.

 

Hastalığın şiddeti, ateşin yüksekliği sebebiyle Peygamber Efendimiz, yata­ğında bile rahat edemiyordu. Bir o tarafa, bir bu tarafa dönüyordu.

 

Başucunda bulunanlar, bu durum sebebiyle, “Yâ Re­sû­lal­lah! Eğer bizden birisi bu derece ızdırap çektiğini izhar etseydi, muhakkak bizi tekdir ederdin!” dediler. Resûl-i Ekrem, cevabıyla durumunu şöylece izah etti:

“Benim hastalığım, bildiğiniz gibi değil, oldukça zordur. Allah Teâlâ, sâlih ve mü’min kullarını belânın, hastalığın ve musibetin en şiddetlilerine mübtelâ eder. Fakat o belâ, o musibet ve o hastalık vasıtasıyla o mü’min sâlih kulunun derecesini yükseltir, günahlarını yok eder.”

 

Hz. Âişe validemiz şöyle der: “Hakikaten, Re­sû­lul­lah’ın hastalığından daha zor, daha şiddetli bir hastalık görmedik.”

İbni Mes’ûd Anlatıyor

 

Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.) ise, Pey­gam­be­ri­mizin hastalığının şiddetini şöy­le dile getirir:

“Nebi’nin sav hastalığında vücudu hummanın hararetinden şiddetli sar­­sıldığı sırada huzuruna varmıştım. “‘Yâ Re­sû­lal­lah! Humma hararetinden çok ızdırap çekiyorsunuz! Bu hummanın iki kat ızdırabı var; elbette sizin için iki kat ecri ve mükâ­fatı vardır’ dedim.

 

“Re­sû­lul­lah sav: “Evet. Hastalığa tutulan hiçbir Müslüman yoktur ki Allah Teâlâ onun hata ve günahlarını, ağacın yapraklarının döküldüğü gibi dökmesin!’[16]

Ümmü Bişr Anlatıyor

 

Hastalığı sırasında Resûl-i Ekrem’in ziyaretine giden Bişr b. Berâ’nın annesi Ümmü Bişr de, gördüklerini şöyle anlatır: “Re­sû­lul­lah’ı ziyarete gitmiştim. Vücudundaki şiddetli harareti görünce sormadan edemedim: “‘Yâ Re­sû­lal­lah! Ben böyle sıtma hiç görmedim!

“Re­sû­lul­lah sav, bana cevaben şöyle buyurdu:

“‘Bizim hastalığımız, herkesten daha şiddetli, daha ziyade olur; fakat bunun mukabilinde kazandığımız sevab ve mükâfat da o nis­bet­te fazla olur!’[17] 

 

     Efendimizin sav Hastalara Olan Duası

 

     O, hasta olan insanlara: “Ey insanların Rabbi! Zorlukları gider, şifa ver. Şifa veren Sensin. Senin verdiğin şifadan başka şifa yoktur. Öyle bir şifa ver ki, bir daha hastalık geri dönmesin.” duasını okur. Hasta olduğu zamanlarda da bu duayı okuyup, elleriyle kendisini sıvazlar. Son hastalığında da Hz. Aişe, O istemediği halde, kendiliğinden aynı şeyi yapmaya teşebbüs eder. Ve sıvazlamayı Hz. Muhammed’in kendi elleriyle yapmak ister. Fakat O, ellerini geri çeker. Hz. Aişe’ye: “Bu okuduğun artık bana hiçbir yarar sağlamaz. Ben zamanımı bekliyorum.” buyurur. Ve o an yapılması doğru olan duayı, kendi eder: “Rabbim beni bağışla! Beni Yüce Dost’a ulaştır. Beni Huld Cenneti’ne yükselt!”



Kırtas Hadisesi

(8 Rebiülevvel Perşembe)

 

Resûl-i Kibriya Efendimizin hastalığının en şiddetli anları... Etrafında Hz. Ömer gibi bazı zâtlar bulunuyordu. Bu arada, “Bana kâ­ğıt kalem getiriniz, size bir yazı yazdırayım; ta ki bundan sonra hiç­bir zaman yolunuzu şaşırmayasınız” buyurdu. [18]  

 

Hz. Ömer, “Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) hastalığı baskın gelmiştir. Yanı­mızda Kur’an var. Allah’ın kitabı bize yeter” dedi. Kâğıt kalem getirip getirmemekte tereddüt ettiler. Bazıları Hz. Ömer’in sözlerini doğruladı. Kimisi de kâğıt kalemin getirilme­si­ni istiyordu.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, anlaşmazlığa düşüldüğünü fark edin­ce,

“Yanımdan kalkınız! Yanımda münaka­şa, gürültü olmaz. Beni kendi halime bırakınız!” buyurdu. [19]


Hastalığının Hafiflediği Gün

 

Fahr-i Âlem Efendimizin hastalığı gün gün, saat saat şid­detini artırıyordu. Bir ara soğuk su getirilmesini emretti. Getirilen suyu mübarek vücutlarına dök­türdü. Bundan sonra biraz hafifleyip rahatlık hissetti. Bunun farkına varır varmaz, Hz. Ali (r.a.) ve Fadl b. Abbas Hazretlerine dayanarak, hâne-i saadetinden Mes­cid-i Şerif’e gitti. Minbere çıkıp oturdu. Ashab-ı kirama şu hitabede bu­lun­du:

 

“Ey insanlar! Duydum ki vefat edeceğimi düşünüp telâş ediyormuşsunuz! Hangi peygamber ümmeti içinde ebedî kaldı ki ben de kalayım? Bilesiniz ki ben yakında Rab­bime kavuşacağım; O’na siz de kavuşacaksınız!

 “Ey Ensar! İlk muhacirlere iyilik etmenizi size tavsiye ederim!

“Ey muhacirler! Size de, ensara iyilikte bulunmanızı tavsiye ederim! Onlar si­ze yardımda bulundular. Sizi memleketlerine getir­diler. Sizi evlerinde ağır­la­dı­lar, barın­dılar. Geçimde sıkıntı içinde oldukları halde sizi kendilerine tercih et­tiler. Her kim onların üzerine hâkim durumuna geçerse onlara iyilikte bulun­sun.

“Ey insanlar! Her şey Cenab-ı Hakk’ın ezelî iradesi dairesinde cereyan eder. Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderine galebe etmek sevdasına kapılmayınız; çünkü mağlup olursunuz. Cenab-ı Hakk’a hile yapmaya kalkışmayınız; zira zarar ve ziyana siz uğrarsınız. Ben size, şefkatli ve merhametliyim. Siz­ler yine bana ka­vuşacaksınız. Buluşacağımız yer, Kevser Havuzu kenarıdır. Her kim Kevser Havuzu kenarında benimle buluşmak isterse, elini ve dilini lüzumsuz şeyler­den sakınsın.

 

“İnsanlar! Bilmelisiniz ki günah işlemek, nimet ve kısmetlerin değişmesine sebep olur. İnsanların ekserisi sâlih olursa, onların amirleri, idarecileri de adl ve insaf ile muamele ederler. Halk, isyan ve günaha meylederse onların idare­cileri, hâkimleri de zulm ve adaletsiz iş görmeye yönelirler.”[20]  

 Bu hitabesinden sonra tekrar Hz. Âişe validemizin evine gitti ve yatağına yattı.

 

PEYGAMBERİMİZİN SAV HELALLEŞMESİ

 

Resûl-i Ekrem, hastalığının en şiddetli olduğu bir günde ashabıyla helâl­leş­meyi arzu etti. Yine bir taraftan Hz. Ali’ye, diğer taraftan da Fadl b. Abbas Hazretlerine da­yanarak güçlükle ayağa kalktı ve mescide gitti. Min­be­re çıkıp oturdu.

Hz. Bilâl’e de (r.a.) şu emri verdi:

“Halka nidâ et; mescide toplansınlar. Onlara vasiyet etmek isterim. Bu, be­nim son vasiyetim olacaktır!”

Hz. Bilâl, emri yerine getirdi. Bir anda toplanan halkı, mescit almaz oldu.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Allah’a hamd ve senâdan son­ra ashab-ı kirama şöyle hitap etti:

“Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır! Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin, hak­kını alsın! Sakın hak sahibi, şayet kısas talebinde bulunursam, ‘Re­sû­lul­lah bana da­rılır’ diye dü­şünmesin! Bilmelisiniz ki benden hakkını isteyene darılmak, be­nim fıtratımda yok­tur.­ Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip ben­den onu isteyen kimsedir veyahut helâl edendir. Ben, Rab­bimin huzuruna, üzerimde kul hakkı olmadan varmak is­tiyorum!”[21] 

Bir anda ortalığa hazin bir sükût çöktü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, sözlerini tekrarladı: “Ey insanlar! Kime vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Her ki­min benden alacağı varsa, işte malım, gel­sin alsın!”[22]

 Son sözlerini üç kez tekrarlar ve susarak beklemeye başlar. Herkes merakla çevresine bakınır.

 Cemaat içinden biri ayağa kalktı: “Yâ Re­sû­lal­lah! Sizden üç dirhem alaca­ğım var!” deyince,

 

Peygamber Efendimiz: “Ben bu hususta hiç kimseyi yalanlamam ve hiç kimseye ‘Yemin et’ diye teklif de etmem; ancak bu üç dirhemin zimmetime na­sıl geçtiğini öğrenmek isterim!” dedi.

Adam, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bir defasında huzurunuza bir fakir gelmişti. Bana, fakire üç dirhem vermemi emrettiniz. Ben de verdim. İşte, istediğim, bu üç dirhemdir!” dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Doğru söylüyorsun!” dedikten sonra, “Ey Fadl! Buna üç dirhem ver!” buyurdu. [23]

 

Hz. Ukkaşe ra

 

Ve beklemeye devam eder. Biri daha kalkar.

Bu, Ukkaşe isminde, yaşlı, sessiz, kendi halinde bir sahabidir. Ayağa kalkar ve öylece durur. Belli ki, bu duruşuyla o da “hak sahibi” olduğu iddiasında. Sonra da kısık bir sesle konuşur:

“Ey Allahın’ın Elçisi! Bir sefer dönüşünde, develerden inilirken, senin sopan benim sırtıma çarpmıştı.” 

 Mescid’e bomba düşmüş gibi olur. Ukkaşe, hem de bu hasta haliyle, Hz. Muhammed’in sırtına sopa vurma, kısas uygulama peşindedir. Soluk tutulur. Allah’ın Elçisi: “İyi ama ey Ukkaşe, o olay istemeden olmuştu.” der,

Ukkaşe, sessiz ayakta dikilmeye devam eder. Ve bu haliyle de dile getirmek ister ki, olay bir kaza olsa da o, hakkının peşindedir. Bunun üzerine Efendimiz sav, Bilal-i Habeşi’ye döner, o sopayı kızı Fatıma’nın evinden getirmesini ister. Fatıma olayı öğrenince şoka girer.

Bilal’e: “Söyle Hasan’la, Hüseyin’e, kısası kendilerine yaptırsınlar. Dedelerinin dövülmesine sakın izin vermesinler.” der. Mescid’teki dehşet duygusu da giderek büyür. Nakışlı sopa gelmiş, kısas uygulanmak üzeredir.

 Ebubekir ra kalkar: “Ey Ukkaşe! İstediğin, bir sırta sopa vurmaksa, işte benim sırtım! İstersen parçala! Ama sakın O’na dokunma!” 

Ukkaşe oralı bile olmaz. Sopa elinde, Hz. Muhammed’in minberden inip sırtını eğmesini bekler.

Arka arkaya, Ömer kalkar, Ali kalkar… “Bize vur!” derler, “Ama sakın O’na dokunma!”

Hasan kalkar, Hüseyin kalkar… “Biz, O’nun torunlarıyız. Kısasını üstlenmek en başta bize düşer. O’na dokunma da istersen bize yüzer sopa vur!” 

Adeta bütün Mescid ayaklanır. Ukkaşe’ye hurmalıklar, deve sürüleri teklif edilir. Altınlar, gümüşler ayağına serilir. O, söylenenleri duymuyormuş gibi, olduğu yerde sessiz dikilmeye devam eder.

En sonunda sahabiler, Efendimiz sav tarafından sakinleştirilir. Ve O, minberden inip Ukkaşe’ye sırtını döner, aynı sopayı eline tutuşturur: “Haydi al hakkını!” der. Ukkaşe, sakin, cılız bir sesle konuşur: “Ey Allah’ın Elçisi! O gün benim sırtım çıplaktı!” 

Gömlek sıyrılır, sırt açığa çıkar.

Mescid, bir ölüm sessizliğine gömülmüştür.

Ve sopa, Ukkaşe’nin elinden yavaşça kayar, yere düşer. Ve Ukkaşe de Hz. Muhammed’in sırtına… O’nu kucaklamış, katıla katıla ağlarken, bir yandan da peygamberlik mührünü öpüp koklamaktadır.

 Ağlamaktan, biraz konuşmaya mecal bulunca da: “Anam babam sana feda olsun! Kimin gönlü sana vurmaya razı olur ki? Maksadım sadece bu idi. Ne olur beni bağışla!” der.

 Efendimiz sav, doğrulup gömleğini giyerken, Cebrail as gelir. Ukkaşe hakkında bir haber getirmiştir. Af ve Merhamet Peygamberi sav, oturduğu yerde hıçkırmaya devam eden Hz. Ukkaşe’yi eliyle işaret eder ve Cebrail as’in getirdiği haberi duyurur: “Kim benim Cennet’teki komşumu merak ediyorsa, Ukkaşe’ye baksın!” Sonra da ellerini açıp, dua eder: 

“Ey Allah’ım! Ben ancak bir insanım. Müslümanlardan kime ağır söz söylemişsem ya da kamçı vurmuş ya da lanet etmişsem, Sen, bunları o Mü’min için Kıyamet Günü’nde Sana yakınlaşmasına vesile kıl!” 

 

Mescide Açılan Kapıların Kapatılması

 Bundan sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Mescide açılan kapıları kapatı­nız; sadece, Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın!”[24]  buyurdu.

 

Hz. Ebû Bekir, Namaz Kıldırmaya Memur Ediliyor

 Emir gereği Mescid-i Şerif’in çevresindeki evlerin kapısı, Hz. Ebû Bekir’inki hâriç, hepsi kapatıldı.[25] Hz. Ömer, kendi kapısının kapatılmamasını rica eder. O: “Hayır!” diye cevaplar. Hz. Abbas ise bu işin hikmetini merak eder. Tıpkı şu an sizin de merak ettiğiniz gibi… Efendimiz sav: “Ey Abbas!” Ben ne kendiliğinden açtım, ne de kendiliğinden kapattım!” 

 

Resûl-i Kibriya Efendimiz, hastalığı esnasında ezan okununca daima Mes­cid-i Şerif’e çıkar ve cemaate namaz kıldırırdı.

Vefatına üç gün kala hastalığı birden ağırlaştı. Bu sebeple artık Mescid-i Şe­rif’e de çıkamaz oldu. O zaman, “Ebû Bekir’e söyleyiniz; insanlara namaz kıl­dırsın!” [26] diye emir vererek, imamlığı Hz. Ebû Bekir’e bıraktı.[27]     

 En son imamlık yaptığı namaz da o günlerde kılınır. Bir akşam namazıdır bu… Zamm-ı Sure olarak (Fatiha’dan sonra) Mürselat’ı okur. Sonraki günlerde, bir kez daha cemaate katılıp, imamlık yapmaya teşebbüs eder fakat güç yetiremez. Defalarca abdest alır ve defalarca bayılır. O’nun yerine Hz. Ebubekir imamlık yapar.

 

 Pey­gam­be­ri­mizin Son Namaz Kıldırışı (Öğle Namazı)                                                                                        

Hz. Ebû Bekir, Müslümanlara öğle namazını kıldırıyordu.Bu sırada Resûl-i Kibriya Efendimiz, bedeninde bir hafiflik hissetti. Hz. Ab­bas ile Hz. Ali’nin yardımıyla yavaş yavaş Mescid-i Şerif’e çıktı.

Hz. Ebû Bekir, Fahr-i Âlem Efendimizin gelmekte oldu­ğunu anlayınca, geri çekilmek istedi. Efendimiz, yerinde durması için işaret etti. Sonra Hz. Ebû Be­kir’in yanına oturtulmasını emir buyurdu. Hz. Ebû Bekir’in sol tarafına götü­rüp oturttular. Hz. Ebû Bekir ayak­ta, oturmuş olan Efendimize tâbi oldu. [28]   

 Resûl-i Kibriya Efendimizin Mescid-i Şerif’te Müslümanlara kıldırdığı son namaz budur!

 

Hz. Cebrail’in, Hatırını Sormak İçin Gelişi

(10 Rebiülevvel Cumartesi)

 

Cenab-ı Hak tarafından Cebrail (a.s.) geldi, Resûl-i Kib­riya Efendimizin hal ve hatırını sordu.

“Ey Ahmed!” dedi. “Yüce Allah, sana ikram olarak beni gönderdi. Sana so­racağı şeyi senden çok daha iyi bildiği halde, sana, ‘Kendini nasıl buluyorsun?’ diye soruyor.”

Rabb-i Rahîm’ine kavuşmanın hasretini yüreğinde duyan Fahr-i Kâinat Efendimiz,

“Ey Cebrail! Kendimi baygın ve sıkıntılı bir halde görüyorum!” di­ye cevap verdi. [29]   

 

Vefatından Bir Gün Evvel

(11 Rebiülevvel, Pazar)

 Cin ve insin peygamberi Hz. Muhammed (a.s.m.), yatağında, şiddetli ateş­ler içinde idi. Etrafında Ezvac-ı Tâhirat vardı. Başucunda Hz. Âişe validemiz otu­ruyordu.

 Bu sırada Hz. Üsame, ordugâhtan gelip huzur-u saadetlerine girdi. Efendi­miz, dalgın yatıyordu. Yerinden kımıldayacak hali yoktu. Hz. Üsame, mübarek el­lerini ve başlarını öptü. İçi hüzün ve keder doluydu. Azamî hürmet içinde Kâi­natın Efendisinin karşısında ayakta durdu. Efendimiz ona bir şey söyle­me­di. Sadece ellerini göğe kaldırdı ve onun üzerine sürdü. Ona dua ettiği anla­şıl­dı.[30]   

 Resûl-i Ekrem Efendimizin duasını alan Hz. Üsame, doğruca or­dusunun ba­şına döndü.

 

Hz. Cebrail’in İkinci Gelişi

 Hz. Cebrail, yine hatırlarını sormak üzere geldi. Bu esnada Yemen’de pey­gamberlik dava eden yalancı Esvedü’l-Ansî’nin îdam olunduğunu haber verdi. Re­sûl-i Ekrem Efendimiz de bu haberi ashab-ı kirama bildirdi.[31]    

 

O Pazartesi…

(12 Rebiulevvel Pazartesi)

 Hayatında mühim hadiselerin meydana geldiği Pazartesi günü... Rebiülev­vel ayının 12’si... Böyle bir Pazartesi gününde mübarek gözlerini dün­yaya aç­mışlardı.

 

Bu gün de, Resûl-i Kibriya Efendimizin bir ara hastalığı hafifleyip kendine geldi. Bu hafifliği hisseder etmez yatağından kalktı. Hazırlıklarını yaparak Mescid-i Şerif’e teşrif etti.

 

O sırada ashab-ı kiram saf bağlayıp Hz. Ebû Bekir’in ar­kasında sabah na­mazı kılıyordu. Kâinatın Efendisi, bu nurani manzarayı görmekle son derece sevindi, hatta tebessüm buyurdu. Kendileri de Hz. Ebû Bekir’e uyarak nama­zını eda etti.

 

Resûl-i Ekrem Efendimizi, aralarında mütebessim bir sima ile gören saha­beler, bütün bütün sıhhat zannıyla son derece sevindiler.[32]


Peygamber Efendimiz, Hücre-i Saadetlerinde

Son günün sabah namazını Hz. Ebû Bekir’e uyup ashabının arasında kıla­rak onları sevince gark eden Fahr-i Kâinat, namazın edasından sonra yine hücre-i saadetine döndü. Yataklarına yattılar.

Bu arada, Kumandan Hz. Üsame, son defa kendisiyle vedalaşmak üzere geldi.

Resûl-i Ekrem, “Allah’ın bereketiyle artık hareket et!” buyurdu.[33]    

Emri alan Kumandan Hz. Üsame b. Zeyd, doğruca ordugâha gidip müca­hit­lere hareket emrini verdi.


Hz. Ebû Bekir’in, İzin İsteyip Sünh’taki Evine Gidişi

Pazartesi günü, Hz. Ebû Bekir de, Fahr-i Kâinat Efendimizin durumunun bir ara iyileştiğini fark etmişti. Bunun için huzura girip, “Yâ Re­sû­lal­lah! Allah’a hamdolsun! O’nun lütuf ve keremi ile sağ sâlim sabaha çıktınız! Müsaade bu­yurursanız, Sünh’taki evime gideyim” dedi.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Olur” buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Sünh’taki evine gitti. [34]   

 
Müslümanlara ve Ev Halkına Altın Nasihatlar

 Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek dillerinden şu cüm­leler dökülüyordu:

“Ey insanlar! Karanlık gece kıtaları gibi fitneler geliyor­dur!

“Ey insanlar! Siz bana karşı hiçbir şeyle delil bulamazsınız; zira ben, ancak Allah’ın kitabı Kur’an’ın helâl kıldığını helâl, haram kıldığını da haram kıldım!

“Ey kızım Fâtıma! Ey halam Safiyye! Allah katında mak­bul olacak ameller işleyiniz (Bana güvenmeyiniz)! Çün­kü ben, sizi Allah’ın azabından kurtara­mam!” [35]     

O gün bütün nakit parası yedi dinardan ibarettir. Hz. Aişe’ye bu parayı, Medineli fakirlere dağıtmasını söyler ve ardından fenalaşıp, bayılır. Telaşa kapılan Hz. Aişe, emri yerine getiremez. Fakat O’nun kendine gelir gelmez yaptığı ilk iş, paraları sormak olur. Hz. Aişe özür diler: “Senin bayılman beni meşgul etti.” der.

O, paraları Aişe’den alır. Parmakları arasında çevirirken, bir yandan da şöyle mırıldandığı duyulur:

 “Allah’ın Elçisi Muhammed, bu paralar evinde bulunduğu halde Rabbine kavuşursa hali nasıl olur!” Sonra Medineli beş fakir ailenin isimlerini sayar, paraların onlar arasında paylaştırılmasını ister. Ve sıkar dişini, paralar yerlerine ulaşıncaya kadar bayılmaz.

 Öğlene doğru hastalık birden çok ağırlaşır. Sürekli, yanında bulunan bir çanağa elini daldırıp, aldığı suyla yüzünü ıslatmakta, bir yandan da: “Ey Allah’ım! Ölümün akılları gideren acı ve sıkıntılarına karşı bana yardım et!” diye dua etmeye başlar.

 Pey­gam­be­ri­mizin, Hz. Fâtıma’ya Söyledikleri

 Efendimiz sav son anlarında Hz. Fâtıma’yı yanına çağırdı. Hz. Fâtıma gelince, onu sol tarafına oturttu. Ona gizlice bir şey söyledi.

Hz. Fâtıma’yı birden bir hüzün ve keder havası kapladı. Arkasından göz­yaş­ları boşanmaya başladı.

Peygamber Efendimiz, sonra yine bu güzide kızına gizlice bir şey daha söy­ledi. Bu sefer, biraz evvel gözyaşı döken Hz. Fâtıma, birden gülümseyip se­vinmeye başladı.

O sırada orada bulunan Hz. Âişe, daha sonra bunun sebebini sorunca, Hz. Fâtıma şu cevabı verir:

 “Önce bana pek yakında dünyadan ve benden ayrılacağını söyledi; bunun için ağladım! Sonra da ‘Ailem içinde en evvel bana sen kavuşacaksın’ deyince de sevindim![36]        

 

 Son Anlar…

 Rebiülevvel ayının 12’si, Pazartesi günü...

Güneş, batıya doğru kayıyordu.

Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek başları, Hz. Âişe’nin kucağında, göğ­süne dayalı idi. Artık nefes alıp vermekte güçlük çekiyordu. Dili Allah’ı zik­ret­mekle meşguldü:

“Allahım, beni Refîk-i A’lâ’­ya [37]  ulaştır!” duasını tekrarlı­yor­du. Bu esnada bile ümmetime irşadda bulunmaktan geri durmuyordu:

Elle­ri­niz­deki kölelerinize iyi davranınız! Namaza, namaza dikkat ve devam edi­niz! [38]   diyordu.

 Bu hazin manzara, orada bulunan Hz. Fâtıma’nın yüreğini adeta dağlı­yor­du. Bir ara Resûl-i Kibriya Efendimizi bağrına bastı; “Vay, babamın çektiği ız­dı­raba!” diyerek gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı.

 Peygamber Efendimiz,

Bugünden sonra baban hiçbir ız­dı­rap çekmeyecek­tir. Kızım, sakın ağ­la­ma! Ben vefat ettiğim zaman ‘İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi râciûn’ de.  [39]    

Hz. Cebrail ile Hz. Azrail’in Birlikte Gelişleri

Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu fani dünyada artık son dakikalarını yaşı­yor­du.

Bu esnada, Hz. Cebrail, Hz. Azrail’le geldi. Resûl-i Kibriya Efendimizin hal ve hatırını sordu; sonra, “Ölüm meleği Azrail, içeri gir­mek için izninizi ister!” de­di.

Resûl-i Kibriya Efendimiz müsaade edince, Hz. Azrail içeri girdi. Efendimi­zin önüne oturdu.

“Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Yüce Allah, senin her emrine itaat etme­mi bana em­retti. İstersen ruhunu alacağım, ister­sen sana bıraka­ca­ğım!

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Cebrail’e baktı. O da, “Yâ Re­sû­lal­lah, Mele-i A’lâ seni beklemektedir!” dedi.

Bunun üzerine, Hâtemü’l-Enbiya Efendimiz, “Yâ Azrail, gel, me­mu­riyetini yerine getir” diye buyurdu. [40]

 

Pey­gam­be­ri­mizin, Rabbine Kavuşması

 Mübarek başları Hz. Âişe’nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Yanında su kabı vardı. İki elini suya batırıp ıslak ellerini mübarek yüzüne sürdü. Mübarek dudaklarından “Lâ ilâhe illallah” cümlesi dö­küldü. Sonra ellerini yüzünden kaldırdı. Göz­lerini evin tavanına dikti. “Allahım, Refîk-i A’lâ!” cümlesini tekrar­laya tekrarlaya altmış üç yaşında iken mübarek ruhu Refîk-i A’lâ’ya yük­seldi. [41]      

 Tarih, Hicret’in 11. senesi, Rebiülevvel ayının 12’si, Pazartesi günü. Milâdî: 8 Haziran 632. هِ

 

 

HZ. RESÛLULLAH'IN VEFÂTINDAN SONRASI

Hâtemü’l-Enbiya Efendimizin pâk ruhları artık Âlâ-yı İlliy­yîn’e [En Yüksek Makama] yükselmişti. Ezvac-ı Tâ­hi­rat, üzerine bir örtü örttüler ve feryada başladılar!

O sırada annesi tarafından “Hz. Re­sû­lul­lah’ın son anlarını yaşadığını” ha­ber alan Hz. Üsame, hareket etmeyip or­dusuyla Mescid-i Şerif’e gelmişti. Hâ­ne-i saadette feryat ve figanın yükseldiğini duyan ashap, kalplerinden vu­rul­muşa döndüler. Sanki gök kubbe bir anda başlarına yıkıl­mış gibiydi. Herke­sin nutku tutulmuş, gözler damla damla keder ve hüzün akıtıyordu.


Hz. Ömer

 Hz. Ömer, cesaret ve adalet timsâli Hz. Ömer bile kendisini bu dehşetli ânın tesirinden kurtaramadı; hatta herkesten daha çok dehşete kapılarak şöyle ba­ğırdı:

“Re­sû­lul­lah ölmemiştir ve sağdır! Ona sadece, Hz. Mûsa’ya ârız olan saika gibi bir saika ârız olmuştur. Kim ‘Muhammed öldü’ derse, onu kılıcımla iki parça ederim!” [42]      

 

Hz. Ebu Bekir

 Hz. Ebû Bekir o sırada Sünh mahallesindeki evinde bulunuyordu. Yürekleri dağlayan haberi kendisine ulaştırdılar. Gönlünün bir parçasının adeta koptu­ğunu fark eden Hz. Ebû Bekir, süratle hâne-i saadete geldi.

Dehşet ve hayret içinde, Fahr-i Kâinat’ın mübarek yüzlerini örten örtüyü kaldırdı. Yüzü, tecessüm etmiş bir nur idi. Eğildi, tâzim ve hürmetle pâk ve nurlu alınlarından üç kere öptü. Akan gözyaşları arasında dilinden dökülen kelimeler şunlar oldu:

“Ölümün de hayatın gibi temiz ve lâtif, yâ Re­sû­lal­lah![43] Sonra da Ehl-i Beyt’e teselli verdi.

 

Hz. Ebû Bekir, hâne-i saadetten çıktıktan sonra Mes­cid-i Şerif’e vardı. Hz. Ömer’in “Re­sû­lul­lah vefat etmedi” söz­lerini duymuştu. Bunun üzerine şöyle ko­nuştu:

“Kim ki Muhammed’e sav tapıyorsa, bilsin ki Muhammed sav öl­müştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür.” [44]

 

Sonra da Âli İmran Suresi 144. ayet-i kerimeyi okudu:

وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللّهُ الشَّاكِرِينَ ﴿١٤٤﴾

“Muhammed, sadece bir resûldür: Ondan önce de peygamberler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde (eski dininize) gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim böyle ökçeleri üzerinde geriye dönerse, elbette Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükrü yerine getiren (muvahhid)lerin mükâfatını verecektir.[45] 

 

     Bu ayet-i kerime, Uhud Muharebesi’nde, “Muhammed öldü­rüldü!” şâyiası üzerine nâzil olmuştu. Ashap, onu belki yüzler­ce, bin­lerce defa okumuş ol­dukları halde, o andaki teessür se­bebiyle bir anda unutuvermişlerdi sanki!

 

İşte, yalnız metanetini muhafaza eden Hz. Ebû Bekir bu­nu unut­mamış ve as­haba hatırlatmakla en büyük hizmeti ve vazifeyi ifa etmiş oluyordu.

Bu hitabe ve bu ayet-i kerimeyi hatırlamaları üzerine sahabeler, kendilerine geldiler. Bir anda toparlandılar ve şaşkınlıklarını üzerlerinden attılar.

Metanetini yitirmeyen Hz. Ebû Bekir, bu hitabesiyle, o zamanki İslam cemaa­tine büyük bir hizmet ifa etmiş oluyordu.

Ashab-ı güzin artık Kâinatın Efendisinin bu dünyadan göçmüş olduğunu anlayıp kabul ettikleri gibi, Hz. Ömer de “Re­sû­lul­lah ölmemiştir!” sözünü söy­le­mekten vazgeçerek ken­dine geldi.

Kıymetli Müminler!

Duygular değil vahiy konuşuyordu, akla ve aleme nizam veren Allahın vahyi. O Vahiy ki, insan aklına;

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ إِلَيْنَا تُرْجَعُونَ ﴿٥٧﴾

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.”[46] Diyerek haddini bildiriyordu.

Yine O Vahiy İman yüklü gönüllere hayatın bir imtihan olduğunu;

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ ﴿١٥٥﴾ الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ ﴿١٥٦﴾

“(Ey mü’minler! İtaat edeni isyan edenden ayırt etmek için) andolsun ki sizi hem biraz korku ve açlıkla hem de mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. (Ey Resûlüm!) Sabredenlere (lütuf ve ihsanımı) müjdele! Öyle ki onlar, kendilerine bir bela geldiği zaman ancak: “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve (sonunda) yine O’na döneceğiz.” derler.”[47] Diyerek hatırlatıyor.

 (Çünkü gelen her türlü afet ve musibet, Allah’ın bilgi, irade ve takdiri dâhilindedir. Sabretmek ise, insanın Allah’ın takdirine boyun eğmesi ve günah teşkil eden arzularına engel olmasıdır.)

Hatta Ebu Bekir ra’ın da Ashabı Kirama okuduğu gibi;

إِنَّكَ مَيِّتٌ وَإِنَّهُم مَّيِّتُونَ ﴿٣٠﴾

“(Ey Resûlüm!) Elbette sen de öleceksin, onlar da ölecekler![48]    Peygamber de olsa her insan muhakkak ölecektir.       

 Evet; Medine, Medine olalı beri, Kâinatın Efendisinin kendisine teşrifiyle duy­duğu sevinç kadar hiçbir sevinç duymamıştı. Şimdi ise, aynı Medine, en bü­­yük hüzün ve keder ânını yaşıyordu; adeta, semâlarını hüzün ve kederden bir kara bulut kaplamıştı.

Hz. Ebû Bekir’in Halife Seçilmesi

Resûl-i Kibriya Efendimizin vefatıyla Medine mâteme bürünmüştü. Göz­lerden gözyaşı, gönüllerden tahassür, keder ve elem akıyordu.

Ancak bununla hiçbir iş hallolmazdı. Müslümanların işlerini görecek, İs­lam’ın hükümlerini tatbik edecek, Resûl-i Ekrem Efendimize halife olacak bir devlet başkanının seçilmesi ge­rekliydi.

Bunun için derhal teşebbüse geçildi. O sırada, bu yüksek ma­kama herkesten en lâyık ve ehliyetli olan, Sıddık-ı Ekber Hz. Ebû Bekir’di. Zira, ashab-ı kiramın en yüksek tabakası, en evvel Mekke’de iman eden seçkin sahabelerdi. Onların da en efdali Hz. Ebû Bekir idi. Gerçi, Hz. Abbas ve Hz. Ali, akrabalık cihetiyle herkesten ziyade Resûl-i Ekrem Efendimize yakın idiler; fakat Nebiyy-i Muhte­rem Efen­dimiz, yâr-ı gârı olan Hz. Ebû Bekir’i, ashabının hepsinden üstün tu­tardı. Vefatını netice veren hastalığında da bunu göstermişti. Mescid-i Şerif’e açılan kapıların hepsini kapattırdığı halde Hz. Ebû Bekir’inkini açık bıraktır­mıştı. Ebedîyet âlemine göç etmesine üç gün kala imamlık vazifesini yine ona dev­retmiş, İslam’ın temel şartlarının en mühimi olan namazda onu bütün Müs­lümanların önüne geçirmişti. Bu sebeple, Hz. Re­sû­lul­lah’tan sonra halife­li­ğe en lâyık o idi. Nitekim netice de öyle oldu.

Resûl-i Ekrem Efendimizin ebedîyet âlemine irtihal bu­yur­dukları Pazartesi gü­nü öğleden sonra akşama kadar yapılan uzun konuşma, görüşme ve müza­ke­relerden sonra, Hz. Ebû Bekir, Hz. Re­sû­lul­lah’ın halifesi seçildi ve ona bîat edil­di.


Hz. Ebû Bekir’e Umumî Bîat

(13 Rebiülevvel, Salı)

 Hz. Ebû Bekir, Mescid-i Nebevî’ye geldi, minbere çıkıp oturdu. Henüz konuşmaya başlamadan önce, Hz. Ömer ayağa kalktı; Allah’a hamd ve şükürde bulunduktan sonra, Müslümanlara hitaben, “Allah halifeliği, sizin hayırlınız, Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) yâr-ı gârı olan zâta nasip etti. Kalkınız, ona bî­at ediniz!” dedi.

 Mescid-i Şerif’te bulunan Müslümanlar kalkıp Hz. Ebû Bekir’e umumî bîat yaptılar. [49]    

 Bîat işi bitince, Hz. Ebû Bekir, Allah’a hamd ve şükrettik­ten sonra şöyle ko­nuştu:

“Ey insanlar! Sizin en hayırlınız olmadığım halde Ben, üzerinize vâli ve emîr oldum. Eğer iyilik edersem bana yardım ediniz, fenalık yaparsam bana doğru yolu gösteriniz! Doğruluk emanettir, yalancılık hıyanettir. İnşallah, içinizdeki en zayıfınız, kendisinin hakkını alıncaya kadar, yanımda en güçlünüz olacak­tır! İnşallah, içinizde en güçlünüz de, üzerine geçirdiği hak­kı kendisinden alın­caya kadar benim yanımda en zayıfınız olacaktır!

 “Ey insanlar! Allah yolunda cihadı terk etmeyin! Bilin ki cihadı terk eden kavim zelil olur. Ben, Allah ve Resûlüne itaat ettikçe, siz de bana itaat ediniz; ben, Allah ve Resûlüne âsi olursam, sizin de bana itaatiniz lâzım gelmez. Ken­dim ve sizin için Allah’tan af ve mağrifet dilerim!” [50]      

Peygamber Efendimizin Yıkanması ve Kefene Sarılması

Rebiülevvel ayının 12’si Pazartesi günü Müslümanlar öğleden sonra ak­şa­ma kadar işlerini yürütecek bir halifenin seçimiyle meşgul olduklarından, Pey­gamber Efendimizin yıkanması, teçhiz ve defni Salı gününe kaldı. O gün, Hz. Ebû Bekir’e Mescid-i Nebevî’de umumî bîat yapıldıktan sonra bu işlere baş­lan­dı.

Resûl-i Kibriya Efendimizin hücre-i saadetlerinde yıkama işiyle meşgul ol­mak için Hz. Ali, Hz. Abbas, Fadl b. Abbas, Kusem b. Abbas, Üsame b. Zeyd ve Pey­gam­be­ri­mizin azatlısı Şükran (Sâlih) bulunuyordu.[51]  

Bu arada, ensar-ı kiram da, bu ulvî hizmette bulunmak is­tiyordu. Bu hu­sus­taki arzularını izhar ettiler. Onları temsilen de Hz. Ali, Evs b. Havlî’yi içeri aldı.[52]     

 

Yıkama işini Hz. Ali yaptı; zira, Resûl-i Kibriya Efendimiz, sağlığında ona, “Vefat ettiğim zaman, beni sen yıka” diye vasiyet etmişlerdi. [53]      

 

Evs b. Havlî testiyle su taşıyor, Hz. Abbas ile Üsame ve Şükran, Pey­gam­be­ri­mizin üzerine su döküyorlardı. Hz. Ali de, eline sarmış olduğu bezle gömlek üzerinden ovuşturarak Pey­gam­be­ri­mizi yıkıyordu. Mübarek ce­setleri son de­re­ce temizdi, mis gibi kokuyordu. Hücre-i saadetin içini, o âna kadar görül­me­miş gü­zel bir koku kap­lamıştı. Peygamber Efendimizde, ölü­lerde görülege­len şey­ler­den hiçbirinden eser yoktu. Hz. Ali yıkarken, “Anam babam sana feda ol­sun! Hayatında da, vefatında da temizsin, güzelsin yâ Re­sû­lal­lah![54]  diyordu.

 

Yıkama işi bittikten sonra, Hâtemü’l-Enbiya Efendimiz, yine Hz. Ali, Hz. Ab­bas, Fadl b. Abbas ve Şükran tara­fından kefene sarıldı. [55]           

Pey­gam­be­ri­mizin sav Cenaze Namazı

Rebiülevvel ayının 13’ü, Salı günü öğleye doğru Resûl-i Kibriya Efendimi­zin yıkanma ve kefene sarılma işi tamamlandı. Hücre-i saadetinde seririnin üzerine konuldu. Bundan sonra hâne-i saadetlerinin kapısını açtılar. Önce er­kekler, sonra kadınlar, daha sonra da çocuklar, Fahr-i Âlem Efendimize kar­şı bu son vazifelerini huşû ve hüzün için­de ifa ettiler.

Resûl-i Ekrem’in sav Defni

Resûl-i Ekrem’in nereye defnedileceği hususu görüşüldü.

Bir kısmı, Mekke’ye götürülmesini, diğer bir kısmı Medine’­de ve Bâkî Kab­ristanı’na, bazıları ise mescidin içine defnedilmesini teklif etti.[56] 

 

Fakat Hz. Ebû Bekir, “Ben, Re­sû­lul­lah’tan şu sözü işitmiştim ve hâlâ unut­ma­mışımdır: ‘Cenab-ı Hak, her peygamberin ruhunu, o peygamberin def­no­lun­mak istediği yer­de kabzetti.’ Dolayısıyla, Re­sû­lul­lah’ı istirahat döşeğinin bulunduğu yere defnetmeliyiz!” [57]  dedi.

 

Bu teklif, ashab-ı kiram tarafından da benimsendi. Böy­lece, Resûl-i Kibriya Efendimizin, Hz. Âişe’nin evinde yattığı döşeğin altının kabir olarak kazılması kararlaştırıldı. Bundan sonra döşek kaldırılarak altı lahd tarzında kazıldı.

 

Hz. Bilâl’in, Son Ezanı

Resûl-i Kibriya Efendimiz henüz defnedilmemişti. Bu sırada Hz. Bilâl, hüzün ve hasret akıtan yanık sesiyle ezan okudu. “Eşhe­dü enne Muhammede’r-Re­sû­lul­lah” dediği zaman, ashab-ı kiram hüngür hün­gür ağlamaya başladı; Mes­cid-i Nebevî, ağlama sesleriyle çalkalandı.

 

Bu, Hz. Bilâl’in son ezanı oldu. Resûl-i Kibriya Hazretleri defnedildikten sonra artık ezan okumadı. Bir süre sonra da Hz. Ebu Bekirden müsaade alarak Medine’den ayrılıp Şam’a yerleşti.

 Pey­gam­be­ri­mizin sav Kabre Konması

(14 Rebiulevvel Çarşamba)

 Çarşamba gecesinin geç vakitleri idi. Nihayet, gönül ve gözyaşları arasında Server-i Kâinat’ın mübarek na’şını kabrine tevdi ettiler.

 Bu büyük, eşsiz ve benzersiz hayatın safhalarını gücümüzün yettiği kadar anlatmaya çalışıp burada bitirirken, duamız da şu:

Allahım! Bizi dünyada Resûlünün sünnetinden ayırma; ahirette ise şefaa­tin­den mahrum kılma!

Âmin... Âmin... Âmin...

 

FAYDALANILAN KAYNAKLAR

EFENDİMİZİN HAYATI   SALİH SURUÇ

EFENDİMİZİN HAYATI   SAİD ALPSOY

KURANI KERİM MEALİ, HASAN TAHSİN FEYİZLİ

 

 

Yaşar Kapkara
Vezirköprü Cezaevi Vaizi
15,04,2016

 

 



[1] (Maide, 5/3) Bu âyet Vedâ Haccı arefesinde Arafat’ta nâzil olmuştur. Son inen ahkâm âyetidir (bk. 3/19, 85 ve dipnotları). Böylece hayat nizamını sağlamak ve âhiret saadetini kazanmak için gönderilen İslâm dini tamamlanmıştır. Artık bundan sonra Allah ve Resûlü’nün emir ve hükümlerine aykırı olarak ortaya atılan her şey bid‘attir, reddedilmiştir. Peygamberimiz sav’in, “Siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz.” hadisi ise bağ, bahçe, ziraat, sanat, teknik ve benzeri konulardaki ihtisas hakkında olup bu yasaklamanın kapsamı dışındadır. Hayat tarzı olarak İslâm dinini beğenmeyenlerin imanından söz edilemez.

[2] Taberî, Tarih, c. 3, s. 189, 218.
[3] Taberî, a.g.e., c. 3, s. 215.
[4] İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 223; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 162.
[5] İbn Sa’d, Tabakat, c. 5, s. 551; Taberî, a.g.e., c. 2, s. 254.
[6] İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 291; İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 190.
[7] Vakidî, Megazi, c. 3, s. 1117-1118; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.
[8] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.
[9] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 2, s. 20; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1884-1885.
[10] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 190.
[11] Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 6, s. 71.
[12] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 292; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 204; Ahmed İbn Hanbel,a.g.e., c. 3, s. 489.
[13] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 205; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. Müslim, Sahih, c. 4, s. 1796.
[14] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 232.
[15] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 292; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 226; Taberî, Tarih, c. 3, s. 191.
[16] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 207-208.
[17] İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 314.
[18] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 243; Buharî, Sahih, c. 3, s. 91; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1259.
[19] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 242; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 91; Müslim, a.g.e., c. 3, s. 1258.
[20] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 300; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 251-252; Ahmed İbn Hanbel,a.g.e., c. 3, s. 272; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 464.
[21] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 255; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 191; İbn Kesir, Sîre, c. 4, s. 457.
[22] İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 457.
[23] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 255; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 191.
[24] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 227-228; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1854-1855.
[25] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 227.
[26] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 217.
[27] Peygamber Efendimizin hayatında, Hz. Ebû Bekir on yedi vakit namaz kıldırmıştır.
[28] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 218; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 356-357.
[29] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 259.
[30] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 119-120.
[31] Taberî, a.g.e., c. 3, s. 220.
[32] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 302; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 3, s. 196.
[33] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 191.
[34] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 304; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 191.
[35] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 303-304; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 256; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 196.
[36] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 247; Buharî, Sahih, c. 3, s. 92; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1904.
[37] Refîk-i A’lâ, en yüksek makamlarda bulunan Peygamberler Cemaati demektir.
[38] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 254; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 78.
[39] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 312.
[40] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 259; İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 550.
[41] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 229; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 6, s. 89; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 96; İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 475
[42] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 266.
[43] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 268.
[44] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 268; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 95.
[45] (Âl-i İmrân, 144.) Uhud gazvesinde müşrik Abdullah b. Kâmi‘a’nın attığı taş ile Resûlullah’ın mübarek yüzü yaralanmış, dişi kırılmıştı. Bunun üzerine o, “Onu öldürdüm.” diye yalan yaymıştı da bu yüzden ashab paniğe kapılmıştı. Bunun üzerine bu âyet indirildi. Ayrıca Peygamberimiz (sas.) vefat edince başta Hz. Ömer olmak üzere sahabe müthiş bir üzüntü içinde idi ki Hz. Ebû Bekir bu âyeti okuyunca hepsi gerçeği kabullenip sakinleştiler.

[46] (Ankebut, 29/57)
[47] (Bakara, 2/155-156)
[48] Zümer, 39/30.
49] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 311; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 203.
[50] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 311; İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 183; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 203.
[51] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 312; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 278-279.
[52] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 312; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 260.
[53] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 278, 280-281.
[54] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 313; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 281.
[55] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 291.
[56] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 314; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 292.
[57] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 292; Tirmizî, a.g.e., c. 3, s. 338

 
 
  Bugün 11 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı! ALLAHIM! İÇİMİZDEKİ ZALİMLER YÜZÜNDEN BİZİ CEZALANDIRMA! AMİN!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol