Y A Ş A R K A P K A R A
  Ahlâk (Vaaz)
 

VAAZ KONULARI
İçindekiler

1- Diğergamlık / Empati, Afv Ve Merhamet
2- Ahde Vefa
3-
 Selamlaşma
4- Dünya Hayatı
5- İslamda Ticaret Ahlakı

 


-------------------------

1- DİĞERGAMLIK / EMPATİ VE AFV /MERHAMET

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ

وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ

صَلُّوا عَلَى طَبي۪بِ قُلُوبِنَا مُحَمَّدٍ

صَلُّوا عَلَى شَفي۪عِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ

رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى

وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى

وَاُفَوِّضُ اَمْرِي اِلَي اللَّهِ * اِنَّ اللَّهِ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلي۪مُ الْحَكي۪مُ

سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلَّا مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَادُ الْكَري۪مُ

 

اَعُوذُ بِاللَّهِ مِـنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيــمِ

بِسْــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيـمِ

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ

صَدَقَ اللَّهُ الْعَظِيمْ

 

وَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ

سَبَقَتْرَحْمَتِىعَلَىغَضَبِى

صَدَقَ رَسُولُ اللَّهِ فِيمَا قَالْ اَوْ كَمَا قَالْ

 

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd, Peygamberimiz  sav’e, ailesine ve ashabına Salât ve selâm olsun. Allah‘ın rahmeti, bereketi sağlık ve selameti  bütün Müminlerin üzerine olsun.

Ey Rabbim! Göğsümü ferah eyle, işimi kolaylaştır. Dilimin bağını çöz de sözümü anlasınlar. Ben işimi Allaha bırakıyorum. Şüphesiz Allah kullarını görür.

Ya Rabbi! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Senin bize öğrettiğinin dışında bizim ilmimiz yoktur. Şüphesiz Sen, her şeyi en iyi bilen, her işi hikmetli olansın.

Ya Rabbi! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.Senin bize gerçeği anlattığının dışında bizim anlama imkânımız yoktur.  Şüphesiz Sen, çok cömertsin ve çok ikram sahibisin.

Pek kıymetli Müminler!

 

Bu günkü sohbetimizde;

Empati eski tabiri ile diğergamlık nedir?

Af ve Merhamet nedir?

Merhamet Toplumu”nu  nasıl oluşturabiliriz ? sorularına cevap arayacağız.

 EMPATİ / DİĞERGAMLIK NE DEMEKTIR?

Bu kavramla sohbetimize başlayalım.

Rabbim cümlemize Hakk ve Hakikatı anlayabilmeyi ve anladıkları ile amel edebilmeyi nasip eylesin.                                                                                           Amin.

EMPATİ / DİĞERGAMLIK / ÎSAR:

Bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak, onun duygularını, düşüncelerini, sevinçlerini, nefretlerini, hülasa bütün maddi ve manevi hallerini anlaması ve yaşamasıdır. Bunun neticesinde İhtiyacı olduğu halde, kardeşini tercih ederek, bir Mümin’in gerekeni yapmasına da Îsar diyoruz.

 

Peygamberimizin sav ifadesiyle;

{لا يُؤْمِنُ أَحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأَخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ} 

 “Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe (kâmil manada) iman etmiş olamaz.” [1]

Kur'an'daki zirve ifâdesiyle;

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

"Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri muhtaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Haşr, 59/9)

      Allah Rasûlü'nün sav ve Ashâbının hayatlarında bu diğergamlığın ne derece yüksek olduğunu görüyoruz. Toplumu bir vücûd, bir organizma; fertleri de organizmanın organ ve hücreleri gibi gören Allah Rasûlü, toplum kesimlerinde ekonomik bir uçurumun olmamasına özen gösterir; henüz zarûriyâtını karşılayamamış ve özellikle suffa ashâbı varken hâciyât ve hele hele zeyniyyât peşinde koşmaya asla izin vermezdi.

Peygamber Efendimizin, kendisinden hizmetçi isteyen kızına cevabı:

 Özellikle âilesi, eşleri ve çocuklarını bu konuda kötü örnek olmamaları için uyarırdı. Nitekim kızı Fâtıma'nın rah ev işlerinde kendisine yardımcı olarak bir hizmetçi istediği zaman verdiği cevap, bu günün Müslümanlarına Nebevi bir Işıktır.  Buyurmuştur  ki: "Kızım, ehl-i suffeyi açlıktan kıvranır bir halde bırakarak size hizmetçi veremem. Henüz onların maîşetlerini temin edemedim. Bu esirleri satıp ashâb-ı suffanın ihtiyâcını karşılamayı düşünüyorum."  (İbn Hanbel, I, 106)

             Dünyalık isteyen Eşlerine karşı tavrı:

 Eşlerinin kendisinden zinet eşyâsı talebi ona çok dokunmuş ve onları yirmi dokuz gün süreyle, yanlarına gitmemek ve câmide yatmak sûretiyle îlâ[2] etmişti. Nihâyet Ahzâb sûresindeki ilgili âyet (33/28-29) nâzil olunca ilişkiler normale dönmüştü. Eşleri ashâb-ı suffanın ihtiyâcına rağmen böyle bir talepte bulunmaktan Allah ve Rasûlü'nü tercih ederek vazgeçmişlerdi. Böylece onlar, eşleri ve önderleri Efendimiz'in model kimliğine tâbi olmuşlar; genelde fakir sahâbîlerin özelde suffalıların sıkıntısını paylaşmışlardı. Bu tavır bir bakıma sıkıntıdaki insanların yüreklerinde bir eziklik duymalarını engelleyen diğergâmlık tavrıydı.

          Ashabı Kiramın bu konudaki örnekliği:

Ailesinin Yemeğini Misafire ikram Eden Sahabi;

Suffa Ashâbından dermanı kesilen biri bir gün gelip Rasûlullah'a halini arzetti. Peygamberimiz de onu zevcelerine gönderdi. Müminlerin anneleri, "evimizde sudan başka bir şey yok" diye Efendimize sav haber yolladılar. Bunun üzerine Allah Rasûlü sav: "Kim bu açı yemeğine ortak eder?" diye ashâbına sordu. Ensar'dan bir kişi ayağa kalkıp: "Ben" dedi ve suffalı misâfiri alıp evine götürdü. Evinde eşinden "çocuklarının yiyeceğinden başka bir şey bulunmadığını" öğrendi. Sofrayı kurup lâmbayı yaktıktan sonra yemeği sofraya koydular, Yemeğe başlayınca ev sâhibi kandili düzeltiyormuş gibi yaparak ışığı söndürdü. Sâdece misâfirin yemesi için ortamı kararttı. Karı koca yiyormuş gibi yaptılar. Misâfir güzelce karnını doyurdu. Onlar ve çocukları ise aç sabahladılar. Sabah olunca ev sâhibi Allah Rasûlü'nün sav yanına gittiğinde ona buyurdu ki: "Bu gece Allah sizin hareketinizden memnûn oldu ve hakkınızda şöyle buyuruldu: 

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri muhtaç olsalar bile onları (Kardeşlerini) kendilerinden üstün tutarlar. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (el-Haşr, 59/9)

 İbn Ömer’in ra Diğergamlığı;

Bir defasında İbn Ömer'in canı balık istemişti. Hanımı çok nefis bir balık pişirdi. Tam sofraya oturacakları sırada kapıya bir dilenci geldi. Kokusunu aldığı balığı istedi. İbn Ömer derhal balığın dilenciye verilmesini istedi. Hanımı dilenciye para ve başka şeyler verip râzı edelim, dediyse de ona bir türlü balığı yediremedi. Neticede balığı dilenciye verdiler. (İbn Sa'd, Tabaket  IV, 165)

 Haris bin Hişam ra’ın Diğergamlığı

Sahabelerden Haris bin Hişam ra, Peygamber Efendimiz’in sav vefatından sonra halife seçilen Hz. Ebu Bekir ra döneminde, Suriye ve Bizans üzerine yapılan seferlere katıldı. Tüm mal varlığını da bu seferler için tahsis etti. Ecnadeyn Savaşı'na katıldığı gibi, savaş sırasında İslam Ordusunun sancağını taşıma şerefine nail oldu. Katıldığı diğer bir savaş da Fihl Savaşı'dır. Bir rivayete göre, 639 yılında meydana gelen bir veba salgını sırasında vefat etti. 

Haris'in vefatıyla ilgili diğer bir rivayete göre ise; Yermük Savaşı sırasında ağır şekilde yaralanmıştı. Yaralılar arasında dolaşan Hz. Huzeyfe’den su istedi. Suyu tam içeceği sırada, kendisi gibi yaralı olan İkrime bin Ebi Cehil'in ra su istediğini duydu. Suyu içmeyerek İkrime'ye götürmelerini işaret etti. İkrime de tam suyu içeceği sırada, Ayyaş bin Ebi Rebia'nın ra su isteyen sesi duyuldu. O da içmeden suyu götürmelerini istedi. Ancak, bu sonuncuya su ulaşıncaya kadar şehit düştü. Suyu götüren Sahabe geri dönüp diğerlerine vermek istediyse de bunlar da suyu içemeden şehit düşmüşlerdi.

Hülasa Diğergamlık/Empati, her halükârda karşındaki olabilme sanatıdır. Bu da ancak büyük düşünenlerin maharetidir.

 Aziz Müslümanlar!

 Gelelim Af’a;

 AFV NE DEMEKTİR?

 Sözlükte “yok etmek, silip süpürmek; fazlalık, artık”

gibi mânalara gelen afv, bir ahlâk ve hukuk terimi olarak genellikle, “kötülük ve haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni bağışlama, cezalandırmaktan vazgeçme” anlamlarında kullanılmaktadır. [3]

          Akıl ve teennîden çok, duygularının etkileriyle davranma eğiliminde olan Câhiliye toplumunda kötülüğü kötülükle karşılamak genel bir uygulama idi. Bunun aksine davranış, çoğunlukla zayıflık ve acz işareti sayıldığından, insanlar aftan ziyade cezalandırma yolunu seçerlerdi. Buna karşılık Kur’ân-ı Kerîm’ve Hadisi Şeriflerde Allah’ın cc affediciliği ve mağfireti çeşitli vesilelerle ifade edilerek, “Affın ilâhî bir sıfat ve yüksek bir ahlâkî meziyet olduğu“ kesin olarak ortaya konmaktadır.

Aziz Müslümanlara!

PEKİ MERHAMET NE DEMEKTİR ? (المرحمة)

Sözlükte “Acımak, şefkat göstermek” anlamında masdar, “Acıma duygusu, bu duygunun etkisiyle yapılan iyilik, lutuf” anlamında da isim olarak kullanılan merhamet ve aynı mânadaki “rahmet”  kelimeleri öncelikle Allah’ın bütün yaratılmışlara yönelik lutuf ve ihsanlarını ifade etmekte, bunun yanında insanlarda bulunan, onları hemcinslerinin ve diğer canlıların sıkıntıları karşısında duyarlı olmaya ve yardım etmeye sevkeden acıma duygusunu belirtmektedir.

Kaynaklarımızda merhamet kavramı genellikle rahmet kelimesiyle ifade edilir. Ancak Türkçe’de merhamet hem Allah’a hem insanlara, rahmet ise özellikle Allah’a nisbet edilerek kullanılır.

Gazâlî ra, bir kimseye gerçek anlamda merhametli denilebilmesi, dolayısıyla acıma duygusunun ahlâkî bir değer taşıması için, onun acıdığı kişinin ihtiyacını gücü ölçüsünde karşılaması, bunu da hür iradesiyle yapması gerektiğini belirtir. [4]

Hemen bütün tariflerinde acıma, yufka yüreklilik (rikkatü’l-kalb), ilgi ve şefkat (teattuf,  in‘itâf), elem duyma (teellüm) gibi kavramlarla psikolojik yönüne vurgu yapılan merhamet, insanlar arasındaki duygu birliğinin, dayanışma ve paylaşmanın başta gelen âmillerinden sayılmaktadır.

 Evlât sevgisi, ana babaya saygı ve itaat, sıla-i rahim, yaşlılara, yoksullara, hastalara, sakatlara, yetimlere, kimsesizlere yardım etme gibi erdemlerin merhamet duygusunun yansımaları olduğu kabul edilmektedir.

 Merhamet kavramına insanlara nisbet edildiğinde duygusal bir anlam yüklenirken, Allah’a nisbet edildiğinde O’nun fiilî sıfatı olarak kabul edilmesi, dolayısıyla Allah hakkında duygusal mânada değil O’nun yarattıklarına in‘am ve ihsanı, af ve mağfireti olarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekilmekte, buna gerekçe olarak da duyguların değişkenliği ve bu yönüyle beşerî birer kusur sayılması gösterilmektedir. [5]

Merhameti, İlahi ve beşeri sıfat olarak iki ayrı halde görüyoruz:

Merhamet è Allah cc  è İnam, İhsan, Mağfiret è İlahi Sıfat       

Merhamet è İnsan       è Duygusallık                è Beşeri Zaaf

AFV VE MERHAMETİN KAYNAĞI NEDİR?

 Muhterem Müminler!

Allah’ın cc  rahmân ve rahîm isimleri açıklanırken evrendeki bütün oluşlar gibi,  insanlardaki merhamet duygusunun da Allah’ın insanlığa lutfu olduğu belirtilir.[6]  

Yani şefkat ve merhamet gibi duygular, Allah’ın insanların içine koyduğu birer iyilik melekesi olup, asıl amaç muhtaç ve çaresizlere yardım edip sıkıntılarını gidermektir. Bu açıdan bakıldığında, bir kimseye acıyan kişi, eğer bu acımanın verdiği elemden kendisini kurtarmak ve rahatlamak için ona yardım ederse, merhamette kemale ulaşmış sayılmaz; çünkü merhamette kemal, kişinin kendisini değil muhtaç ve çaresiz olanı rahata kavuşturmayı amaçlamasıdır.[7] Böylece Merhametin kaynağı olan Rabbimizin de rızasına ulaşılmış olur.

Rabbimiz cc Kuranı Kerimde şöyle buyurmaktadır:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ

وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ

إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” [8]

 Bu Ayeti Kerimenin Uhut Savaşı neticesinde nazil olduğunu düşündüğümüzde, Rasülullah sav’in en zor şartlarda bile MERHAMETİ  Ashabından esirgemediğini, hatta kendisini öldürmek ve Allah’ın Dinini yok etmek niyetiyle gelen düşmanlarına bile, üstü başı kanlı haldeyken, “Ya Rab! Benim kavmim bilmiyor, sen onları bağışla.” diye dua edişini de hatırladığımızda, O’nun merhamet etmedeki cömertliğini daha iyi kavramış oluyoruz.

 Bu Ayeti kerimede, Resûlullah’ın insanlara karşı merhametli oluşu  “Allah’tan bir rahmet” olarak değerlendirilmektedir.  [9]

Allah Rasülü bu Merhametini, Risaleti boyunca bir terbiye ve tebliği metodu olarak kullanmış ve neticesini de 23 yıl gibi kısa bir sürede, Allah‘ın cc izniyle almıştır.

Bu hususta sevgili Peygamberimiz sav de şöyle buyurmuşlardır:  "Allah, arz ve semayı yarattığı gün, yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne tek bir rahmet indirmiştir. İşte anne, yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşi hayvanlar ve kuşlar birbirlerine bununla merhamet ederler. Kıyamet günü geldiği vakit Allah, rahmetine bunu da ilâve ederek (tekrar yüze) tamamlayacaktır." (Müslim)

Bu Ayeti Kerimeler ve Hadisi Şerifler ışığında Merhametin kaynağının ALLAH cc olduğunu anlıyoruz.

PEYGAMBERİMİZ ve  MERHAMET

Yüreklerinde Merhamet Taşıyan Aziz Cemaat!

Bir kişi ile başlayan İslam davasını başarıya ulaştıran en önemli amillerden birisi de Efendimiz sav’in Merhametidir. Konumuzun sonunda bununla alakalı örnekler vereceğiz inşaallah.

Müminler için bir ahlâk örneği olarak gösterilen Hz. Peygamber’e sav, özellikle çevresindeki yoksul ve kimsesizlere merhametli davranması, onları incitmekten sakınması, „sıkıntılarını giderme imkânı bulamadığı durumlarda bile, güzel bir sözle gönüllerini alması öğütlenmiş,“ [10] aksine davranarak zengin müşrikleri memnun etmek için fakir müminleri yanından kovması halinde „zalimlerden olacağı“ uyarısında bulunulmuştur. [11]

Zengin müşrikler kendilerini üstün gördüklerinden, Efendimiz onlara İslamı anlatırken, Fakirlerin yanlarında olmalarından rahatsız oluyorlardı da Efendimize sav, ‘bu fakirleri yanından kov da, bize anlatacaklarını öyle anlat‘ diyorlardı.

Allahü Teala Tevbe Suresinde, Habibinin sav “Müminlere karşı engin merhametini ve düşkünlüğünü“ tasvir ederken,

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيم

‘‘Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.‘‘[12]  buyurmuştur.

Yukarıda zikrettiğimiz Haşr Suresinin, 59/9. Ayetini düşündüğümüzde, Bu benzetme, aynı zamanda müslümanlar için bir MERHAMET ABİDESİ ortaya koymaktadır. Neden diye bir soru soracak olsak, İlahî bir ses işitir kulaklarımız:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ

‘‘(Ey Muhammed!) Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.’’ [13]  buyrularak, Efendimizin sav’in gönderiliş sebebidir, onun bütün alemlere rahmet oluşu.

Değerli Kardeşlerim!

Hz. Peygamber sav Efendimiz, biz ümmetine hatta bütün insanlığa olan merhametini bakın nasıl tarif ediyor? Gelin gönül dünyamızda bir yolculuk yapalım da, O’nun huzurundaymış gibi O’nun sesine kulak verelim:

"Benim misalimle sizin misaliniz, şu temsile benzer: Bir adam var ateş yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca pervaneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onları kurtarmaya (mani olmaya) çalışır. Ancak hayvanlar galebe çalarak çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe düşmemeniz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe koşuyorsunuz."  [14]

 Sevgili Peygamberimiz sav ’in tebliğideki başarısı, onun davranışlarındaki inceliğe, yumuşak kalpli olmasına bağlanmış ve kendisine bağışlayıcı olması öğütlenmiştir. (bk. Âl-i İmrân 3/159).  Bu sebeple bütün İslâm eğitimcileri af ve müsamahayı eğitimin vazgeçilmez metotları arasında göstermişlerdir.

 Sohbetimizin başında okuduğum  Araf Suresinin 199. Ayeti Celilesinde Rabbimiz, Peygamberimize hitaben:

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ

‘’Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.’’  [15] buyurarak, cehalet ve cahillerle nasıl bir münasebet kuracağımız Peggamberimiz üzerinden bizlere öğretilmektedir.

Yani Müslümanlar, Peygamber Efendimiz‘e sav tavsiye edilen bu eğitim Metodunu, birer TEBLİĞ ERİ olduklarından dolayı kullanmalıdırlar.

Nedir Bu İlahi Tebliği Metodu?

1-    Af ve Merhamet yolunu seçmek,

2-    İyiliğin muallimi ve takipcisi olmak,

3-    Cehalet ve Cahillere prim vermemek.

 Rabbimizin yukarıda sıfatlarını zikrettiği Peygamberimizin, Afv ve merhametine bir örnek verecek olursak, O’nun Taif seferinden dönüşünde kendisini taşlayan Taif Halkına ve Uhut Savaşında kendini öldürmeye ahdetmiş düşmanlarına bile bedduadan uzak durarak, yaptıkları o veciz dualarıdır.

 NEYDİ O DUA?

Allahım! Kuvvetimin za'fa uğradığını, çaresizliğimi, halkın gözünde hor ve hakir görüldüğümü ancak sana arz ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına bindiği biçarelerin Rabbi sensin, İlâhî, huysuz ve yüzsüz bir düşmanın eline beni düşürmeyecek, hatta hayâtımın dizginlerini eline verdiğim akrabamdan bir dosta bile bırakmayacak kadar bana merhametlisin.

Ya Rabb! Eğer bana karşı gazablı değilsen, çektiğim belâ ve sıkıntılara hiç aldırmam, fakat senin esirgeyiciliğin bunları da göstermeyecek kadar geniştir.

 Ya Rabb! Gazabına uğramaktan, rızandan mahrum kalmaktan, senin karanlıkları aydınlatan, din ve dünya işlerini dengeleyen nuruna sığınırım. Razı oluncaya kadar işte affını diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak seninledir..."

Özetle O sav diyordu ki:

« اللَّهمَّ اغْفِرْ لِقَوْمي فإِنَّهُمْ لا يعْلمُونَ

“Ey Allahım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.”[16]

Aziz Cemaat!

Şimdi de İnsan ve Af-Merhamet kavramını incelemeye çalışalım.

 İNSAN ve  MERHAMET

Bazı âyet ve Hadisi Şeriflerde merhamet kavramı insanlar arasındaki acıma duygusunu ve bu duygudan kaynaklanan iyiliği ifade etmektedir.

İnsanlara Karşı Merhametli Olmak;

Kuranı Kerimde, Resûlullah’ın ve müminlerin birbirlerine karşı merhametli, inkârcılara karşı sert ve tavizsiz oldukları, [17]

Allah’ın, karı-koca arasına derin bir sevgi ve merhamet koyduğu [18] bildirilmekte,

Evlâtlara, yaşlı ana babalarının üzerlerine merhamet kanatlarını germeleri emredilmektedir. [19]

Hadisi Şeriflerde de, rahmet ve merhamet hem Allah’ın kullarına olan lutuf ve ihsanı, hem de insanların birbirlerine ve diğer canlılara karşı şefkat, ilgi ve yardımları için kullanılmaktadır.

Mekke döneminin ilk yıllarında zenginlik, asalet gibi maddî ve dünyevî imkânların en yüksek değer ölçüsü olarak kabul edildiği, âciz ve kimsesizlere karşı ilgisizlik ve acımasızlığın hüküm sürdüğü bir ortamda inen âyet ve sûrelerde, ağırlıklı olarak Allah’ın birliği, kudreti ve lutufkârlığı ile âhiret konularının yanında nesep, servet ve sosyal statü farkı gözetmeden herkese karşı sevgi ve merhamet duygularıyla yaklaşmayı, bilhassa yoksulları ve kimsesizleri koruyup gözetmeyi, nihayet toplumda bir merhamet ve sevgi ahlâkı geliştirmeyi hedefleyen hükümler geniş yer tutar.

 Bu dönemde nâzil olan Beled sûresinde Müminlerin özellikleri,

ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ

“Yetimi ve yoksulu doyurmak, iman edip birbirine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmak[20] şeklinde sıralanmıştır.

Pek çok âyette de, kimsesiz ve çaresizler karşısında ilgisiz kalanlar, acımasız davrananlar, [21]  

Haksız yollarla yetimlerin mallarını yiyenler, [22]

Kız çocuklarından utanç duyanlar, [23]

Ve onları acımasızca öldürenler, [24]

“Allah’ın doyurmadığını biz mi doyuracağız?” [25] diyenler,  ağır şekilde eleştirilmiştir.

Resûlullah sav, “Müminleri birbirini sevmekte, birbirine acımakta, organlarından biri hastalandığında diğerlerinin de bu yüzden elem çekip uykusuz kaldığı vücuda“ benzetmiştir. [26]

Hiçbir zaman çocuklarını öpmediklerini söyleyenlere, “Allah kalplerinizden merhamet duygusunu çekip almışsa ben ne yapabilirim?” diyerek üzüntüsünü belirtmiş, [27]

 Müslümanların her alanda ilişkilerini sevgi, merhamet, yardımlaşma ve dayanışma yönünde geliştirmelerini, sıkıntılarını paylaşmalarını emretmiştir. [28]      

Hayvanlara Karşı Merhametli Olmak;

Aynı duyarlılığı hayvanlar konusunda da gösteren Allah Rasülü sav, “Zor durumdaki bir hayvanı kurtaran kişinin bu sayede cenneti hak ettiğini“ [29], 

“Bir hayvanı ölüme terkedenin de cehennemlik olduğunu [30]  beyan ederken,

Atış tâlimi yaparken canlı hayvanı hedef alanları lânetlemiştir. [31]


Kiymetli Müslümanlar!

 Bütün bu anlattıklarımızdan islâmiyet’in bir merhamet dini olduğunu da orta yere koymuş oluyoruz.

Hz. Peygamber sav de “Allah, muhakkak surette kötülüğü affeden kişiyi aziz kılar” (Müsned, II, 235, 238) buyurmuştur.

Buradaki aziz kelimesinin Arapça’da hem “şerefli”, hem de “güçlü” anlamına geldiği göz önüne alınırsa bu hadiste affın faydasının oldukça geniş tutulduğu sonucuna varılabilir.

Affetmek, İslâm’da bütün faziletlerin temelini teşkil eden takvâya en yakın meziyettir. [32]

وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَدًا وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

“… Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir. [33]

 

Bu sebeple Kur’anda Müslümanlar bu fazilete çağırılırken,

وَلَا يَأْتَلِ أُوْلُوا الْفَضْلِ مِنكُمْ وَالسَّعَةِ أَن يُؤْتُوا أُوْلِي الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلَا تُحِبُّونَ أَن يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

“İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nûr 24/22)  buyurulmaktadır.

Bu Ayeti Kerimenin nuzül sebebine baktığımızda, Hz. Ebu Bekir Efendimiz hakkında indiğini görüyoruz. Hz. Ebu Bekirin madden desteklediği akrabalarından birisi, İfk Hadisesinde, Münafıklar Hz. Aişe Annemize iftira attıklarında, o şahıs da Annemiz hakkında, münafıklar gibi ileri geri konuşmuş, bunun üzerine Ebu Bekir (ra) o kişiye bir daha yardım etmeyeceğine dair yemin etmişti.

Ancak Ayeti Celile ile uyarılan Ebu Bekr ra, eskiden olduğu gibi yine yardım etmeye devam etmiştir. Çünkü Efendimiz de o kişileri affetmiş ve olgun Müminlere de şu tarihi mesajını vermiştir:

- عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللهِقال : قال رسولُ الله:

مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللهُ.

 Cerir ibni Abdullah ra’den bize aktarıldığına göre Rasulullah sav şöyle buyurdu.  “İnsanlara merhamet etmeyen kimseye Allah’da merhamet etmez.” [34] 
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez” [35] 

 

ALLAH‘IN CC AFFININ SINIRLARI

Pek kıymetli Kardeşlerim!

 Allah cc’ın affı kimler içindir?

Allah her günah işleyen kulunu bağışlar mı?

 Af ile ilgi Selef âlimleriyle daha sonraki bütün Ehl-i sünnet mensupları, hem aklî hem de naklî deliller göstererek, Allah’ın şirk ve küfür dışındaki bütün günahları dilerse bağışlayacağını kabul etmişlerdir.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا

‘‘Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.‘‘ (Nisa Suresi 4/116.)

 

وَمَن لَّمْ يُؤْمِن بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ فَإِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَعِيرًا

‘‘Kim Allah’a ve Peygambere inanmazsa bilsin ki, şüphesiz biz, inkârcılar için alevli bir ateş hazırladık.’’ (Fetih Suresi 48/1.)

 فَاعْتَرَفُوا بِذَنبِهِمْ فَسُحْقًا لِّأَصْحَابِ السَّعِيرِ

‘’İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Artık alevli ateştekiler Allah’ın rahmetinden uzak olsun!’’ (Mülk Suresi 67/11.)

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zumer, 39/53)

 

Bu Ayeti Kerimeler ışığında;

‘‘Allahın af ve mağfiretinin  küfür ve şirkten uzak duran, bütün Ehli  İmanı kapsadığını söyleyebiliriz.

 ÖZET

 Kıymetli Müminler!

 Konumuzu özetleyecek olursak, afv ve merhametin kaynağının, bizi yaratan, yaşatan ve vermiş olduğu bütün nimetlerden hesaba çekecek olan Allah cc olduğunu bilmemiz gerekir.

 Uhud Savaşında Amcası Hz. Hamzayı şehid eden Hz. Vahşi ve Ebu Sufyanın hanımı Hz. Hind‘i Aff eden Efendimiz sav bu hususta bizim için en mükemmel örnektir.

وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُم بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ

‘’…Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (Araf Suresi 7/156.)

 

وَسَارِعُوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ

اُعِدَّتْ لِلْمُتَّقٖينَ

3.134*************اَلَّذٖينَ يُنْفِقُونَ فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمٖينَ الْغَيْظَ وَالْعَافٖينَ

عَنِ النَّاسِ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنٖينَ

“Gerek bollukta gerekse darlıkta mallarından hayra harcayanlara, kin ve öfkelerini bastıranlara ve insanları affedenlere genişliği gökler ve yer kadar olan bir cennet vaad edilmektedir“  (Âl-i İmrân 3/133-134).

Aziz Müminler!

 Af Ve Merhamette Ufuk Açan Sahabe,

Ulbe b. Zeyd ra Tebuk Savaşı İçin Yaptığı Tasadduk

Af ve Merhamette enginler gibi olan, Allah Rasülü Efendimizin övgüsüne mazhar olan sahabe Efendilerimizden biri olan, Ulbe bin Zeyd ra Efendimizin hayatından bir kesit sunarak sohbetimi bitiriyorum.

 Hicret’in 9. yılıydı... Rumlar Müslümanları tamamen ortadan kaldırmak için 40 bin kişilik bir ordu hazırlamışlardı. Peygamberimiz sav bunu haber alınca hemen hazırlığa başladı.

 Hava çok sıcaktı. Hasat mevsimiydi. Üstelik kıtlık da vardı. Böyle iken bir­kaç kişi hariç bütün Müslümanlar bu orduya iştirak ettiler. Ellerinden gelen maddi manevi desteği yapmaktan geri durmadılar.

 Katılmayanlardan bir kısmı vardı ki, bunların hiçbir mazereti yoktu. Fakat bazıları bu orduya sırf maddi imkânsızlıkları sebebiyle iştirak edememişlerdi. İşte Tebük Seferi’nden bu sebeple geri kalanlardan biri de Ulbe bin Zeyd’di ra.

 Hz. Ulbe fakirdi. Yol azığı ve binek temin edememişti. Fakat bu sefere katıl­maya can atıyordu. Kendisi gibi olan arkadaşlarıyla Re­sû­lul­lah’ın sav huzu­runa çıktı. Üzgündü, gözü yaşlıydı. Re­sû­lul­lah’tan kendisine binek temin etmesi ricasında bulundu. Peygamberimiz, “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum.” de­yince gözyaşları içerisinde geri döndü. Biraz sonra da bu durumda olanları ra­hatlatan Tevbe Sûresinin, 92. âyet-i kerimesi nazil oldu.

 “Şu kimseler üzerine de cihada katılmadıkları için bir günah yoktur ki, sana her gelişlerinde ‘Sizi bindirecek bir şey bulamadım.’ derdin. Onlar da cihat için harcayacak bir şey bulamamanın üzüntüsüyle gözleri yaşla dolu olarak döner­lerdi.” [36]

 Hz. Ulbe, o gece uyuyamadı. Kalktı, bir müddet namaz kıldıktan sonra şöyle dua etti:

 Böyle bir duayı ancak yüreğini Allah’a adamış büyük adamlar yapabilirdi.

 “Allah’ım, cihadı emrettin, bizi ona teşvik ettin. Ama ne bende, ne de Resûlünde sav beni savaşa hazırlayacak imkân yoktur. Allah’ım! Ben de sadaka ola­rak, malıma, canıma, şeref ve haysiyetime tecavüz eden, bana hakaret eden bütün Müslümanları af­fediyorum.”

 Dua bu!

 Ben ne yapabilirim ki?

 Elimden ne gelir?

 Diyen Müslümanlara en güzel örnek.

 Ertesi sabah Peygamberimiz, “Bu gece herkesi affederek tasaddukta bulunan kimse ayağa kalksın.” buyurdu. Kimse kalkmadı. Re­sû­lul­lah sav sözünü tekrarladı. Bu defa Hz. Ulbe kalktı ve “Benim yâ Re­sû­lal­lah.” dedi. Peygamberimiz onu müjdeleyerek şöyle buyurdu:

 “Seni müjdelerim! Allah’a yemin ederim ki, yaptığın bu bağış, kabul edilen sa­dakalar arasına kaydedilmiştir.”  [37] 

 Hz. Ulbe bu müjdeye çok sevindi. Böylece hâlis niyetinin mükâfatını gör­müş ve bizlere de ‘Müslüman kardeşini affetmenin bile Allah cc katında kabul olunan bir tasadduk olduğunu öğretmiş  oldu.

 DUA

«اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدَى وَالتُّقَى وَالْعَفَافَ والْغِنَى » رَوَاهُ مُسْلِمٌ.

İbni Mes’ud ra’den rivayet edildiğine göre,

Efendimiz sav şöyle dua ederdi:

“Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği dilerim.”[38]

 الَلهُمَ اغفِر لِقَومي فَإنهُم لا يَعْلَمُونَ .

“Allahım kavmimi bağışla çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar” [39]

 

Yine Aişe (Allah Ondan razı olsun) şöyle demiştir:  "Ey Allah'ın Rasulü, Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam o gece ne diyeyim?" diye sordum.

اللَّهُمَّ إنَّكَ عَفُوّ تُحِبُّ العَفْوَ فَاعْفُ عنِّي .

"ALLAHIM SEN ÇOK AFFEDİCİSİN, AFFETMEYİ SEVERSİN, BENİ DE AFFET"

diye dua et buyurdular.[40]

 AMİN

 والحمد لله رب العالمين

  Gayret Bizden;

Tevfik, Alemlerin Rabbi,

Bir Ve Mülkünde Ortağı Olmayan,

Hüküm Ve Hikmet Sahibi

Allah cc’dendir.

 

Yaşar Kapkara

Vezirköprü

Aralık 2014

 

Yararlanılan Kaynaklar:
Diyanet Kuranı Kerim Meali
İslam Ansiklopedisi
Riyazüs Salihin


[1]  (Buhârî, Îman, 7; Müslim, îman, 71-72) veya,

[2]  Îlâ; kişinin zaman belirtmeden veya dört ayı aşan bir zaman belirterek karısıyla cinsî münâsebette bulunmayacağına yemin etmesidir. Bakara Sûresi'nin 226-227. âyetiyle belirlenmiştir:

 [3] bk. Râgıb el-İsfahânî, ez-Zerîa, s. 344; Lisânü’l-Arab, afvmd.

[4] (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 38).

 [5] (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, rĥm md.; Tehânevî, I, 588; Gazzâlî, s. 38-39).

[6] (Bk. Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥul-ġayb, I, 166-171; Levâmiul-Beyyinât, s. 119).

[7] (Gazzâlî, s. 39; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾul-beyyinât, s. 119).

[8] (Ali İmran 3/159.)

 [9] (Âl-i İmrân 3/159)

 [10]  İsrâ 17/28;

[11]  En‘âm 6/52; Kehf 18/28; Abese 80/1-4).

[12]  Tevbe Suresi 9/128)

[13]   Enbiya Suresi 21/107)  

[14] (Buhari, Rikak 26)

[15] (Araf Suresi 7/199) 

[16]  Buhârî Enbiyâ, 54.

[17]  Feth 48/29),

[18]  (Hadîd 57/27)

[19]  (İsrâ 17/24).

[20]   (Beled Suresi 90/5-17)

[21] (meselâ bk. el-Fecr 89/17-26; el-Leyl 92/7-11; el-Mâun 107/1-7),

[22] (Nisâ 4/10),

[23] (Nahl 16/58-59)

[24] (Tekvîr 81/8-9),

[25] (Yâsîn 36/47)

[26] (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66).

[27] (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Feżâǿil, 164),

[28] (Bk. Buhârî, “Îmân, 7, Mežâlim, 3, Edeb, 57; Müslim, “Źikir, 38, Birr, 32, 58; Tirmizî, Birr, 18).

[29] (Müsned, II, 375; Buhârî, Mežâlim, 23, Enbiyâǿ”, 54; Müslim, Selâm, 153-155),

[30] (Müsned, II, 159, 261, 317; Buhârî, Bedǿü’l-ħalķ”, 16, Enbiyâǿ”, 54; Müslim, Küsûf, 9, Tevbe, 25, Selâm, 151-152, Birr, 133-135)

[31] (Buhârî, Źebâǿiĥ”, 25; Müslim, “Śayd, 58, 60).

[32]  (bk. el-Bakara 2/237).

[33]  (Nûr, 24/21) 

[34]  (Buhari, Edeb 18, Müslim, Fezail 66)

[35] (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Feżâǿil, 65)

[36] Tevbe Sûresi, 92.

[37]  İsâbe, 2: 500; Üsdü’l-Gàbe, 4: 10; el-Bidâye, 5: 5.

[38]  Müslim, Zikir 72.

[39]  (Buhari, Enbiya 54, Müslim, Cihad 105)

[40]  (Tirmizi, Deavat, 84)


İçindekiler

AHDE VEFÂ

Allaha Hamd, Efendimize Salat ve Selam olsun. Allahın rahmet ve bereketi, iki cihan saadeti, Allah’a ve Rasülüne tabi olan, Ruhlar Aleminde Rabbine verdiği sözünün gereğini yerine getiren, Vefalı ve Takvalı Müminlerin üzerine olsun.

Değerli Müslümanlar!

İslam, ahde vefayı ve akitlere riayet etmeyi imanın gereği kabul etmiş, Müslümanlardan sözlerine sadık kalmalarını istemiştir.

      

         Öyle ise, nedir ahd, nedir vefa, nedir Ahde vefa?

Ahd: Vaad etme, peyman, misak ve vasiyet gibi anlamlara gelmektedir.

İki taraf arasında yapılan sözleşmelere de ahd denir. Ahd yapmanın yani ahitleşmenin insanlar arasında inşa edilen biçimine “muâhede” denir.

Ahd, aynı zamanda yemin ve kesin söz anlamında da kullanılmaktadır. Yemin, ahdin dinî boyutunu, söz verme ise, ahlâkî boyutunu ihtiva eder. Allah ile İsrâiloğulları arasında yapılan ahdin hükümlerini muhtevi olduğundan dolayıdır ki, Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına da Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd adı verilmiştir.

         Kıymetli Dostlar!

         Gelelim Vefaya,

Vefa: Sözünde durmak, ödemek, geçmişteki bir hukuku unutmamak, sırt dönmemek gibi anlamlara gelmektedir. “Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelir. Kurân ahlâkının en önemli ilkelerinden biri olan Ahde Vefaya gelince, o bütün insanlık için, hak gibi, adalet gibi hayat gibi toplumu ayakta tutan, temel taşı ve dinamik bir yapıdır.

Kurân’da ahde vefa yani sadakat imândan sayılmış, Allah ile yaptıkları antlaşmaya sadık kalanlara hesapsız ecirler vaad edilirken, Allah’a karşı ahitlerini hiçe sayanların ise ahrette nasipsiz olacakları haber verilmiştir.

Ahd olmadan Vefa olmaz, söz olmadan sadakat olmaz. Bu açıdan baktığımızda ilk ahd/akit, Allah cc ile kullar arasında yapılan ahid/akittir. Hatırlayacak olursak;

 

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِن بَنِي آدَمَ مِن ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَلَسْت بِرَبِّكُمْ قَالُواْ بَلَى شَهِدْنَا أَن تَقُولُواْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَذَا غَافِلِينَ

“Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim' demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: 'Evet şahidiz' demişlerdi. Bu, kıyamet günü, 'Bizim bundan haberimiz yoktu' dersiniz veya 'Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?' dersiniz diyedir.” (Araf, 7/172-173)

اِنَّ الَّذينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّهَ يَدُ اللّهِ فَوْقَ اَيْديهِمْ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلى نَفْسِه وَمَنْ اَوْفى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّهَ فَسَيُؤْتيهِ اَجْرًا عَظيمًا

“Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur.  Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih, 48/10)

 

اِنَّ الَّذينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَليلًا اُولئِكَ لَاخَلَاقَ لَهُمْ فِى الْاخِرَةِ وَلَايُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلَا يُزَكّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

“Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”(Al-i İmrân, 3/77  )

 

Bakara Suresinde de ahdine vefa göstermeyenler, bozguncular (müfsidler) olarak nitelendirilmişlerdir:

 

اَلَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

“Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşeri ve ahlâki bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/27)

         Yine aynı kişilerin durumları Rad Suresi’nin 25. Ayeti Kerimesi’nde şöyle anlatılmaktadır:

وَالَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ

“Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.“ (Ra’d, 13/25 )

 

         Yalan söyleyen, sözünde durmayan böylelikle insanları aldatan kimsenin, toplumda sahtekâr damgası yiyeceği gibi, Allah’ın lanetine uğrayacakları ve cehenneme sürüleceklerini bu ayet ifade etmektedir.

 

Muhterem Kardeşlerim!

 

Ahde Vefa, insanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olabilmesi için yegane garanti vasıtasıdır. Bu yüzdendir ki, Allah Teâlâ, Kur’an’da, insanların toplumsal hayatlarının gereği olarak, birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerini ve verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerini istemiştir.

 

Ahde vefanın Müslümanların karakteristik özelliklerinden olduğunun altını çizen Kurân-ı Kerîm, gerek insanlar arası, gerekse toplumlar arası ilişkilerde ahde vefaya ayrı bir önem atfetmiştir. Başka bir ifadeyle Kur’ân-ı Kerîm, ahde vefayı, insanın bireysel ve toplumsal hayatının önemli ve uyulması zorunlu unsurlarından biri olarak telakki etmiş, Allah ile insan ve insan ile insan  arasındaki ilişkilerin asli unsurlarından biri saymıştır.

Bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz, ahde vefayı müminler için imanın esası, faziletli yaşamın ön şartı kabul etmiş ve şöyle buyurmuştur:

Vefa imandandır, vefası olmayanın imanı (dini) de olmaz.”

“Allah, öncekileri ve sonrakileri birleştirip topladığı zaman kıyamet günü, (halk arasında teşhir olunmak üzere) her vefasız sözünde durmayan gaddarın yanına, onu tanıtan bir bayrak dikilir ve: “Bu falan (oğlu falanın) vefasızlığıdır, sözünde durmayışıdır.” denilir.”  buyurur, (Ebu Saidi’l-Hudrira)

 

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِ

“Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin.” (Mâide, 5/1 )

    

Değerli Müminler!

Akit, sözleşme demektir. Kelime burada, hem Kur’an’ın getirdiği iman esaslarını, Allah’ın emir ve yasaklarını, uygulanması gereken kuralları, hem de genel anlamıyla kişilerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmeleri, verdikleri sözleri kapsamaktadır.

Kur’ân, ahitlerin yerine getirilmesi hususunda çok titiz davranır.  Ahit, hem Allah’ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah’a karşı veya Allah adına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlar olduğu içindir ki, Allah Teâlâ, bu hususta; 

وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَاقُرْبى وَبِعَهْدِ اللّهِ اَوْفُوا ذلِكُمْ وَصّيكُمْ بِه لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.” (En’am,6/152)

وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ

“Allah’ın ahdini yerine getiriniz.” (Nahl, 16/91) buyurmaktadır.

 

Allah’a, insanlara ve uluslara verilen her söz ve taahhüt bir sorumluluğu gerektirir.  Ahde vefa göstermeyenler Allah’a karşı sorumludurlar: 

وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُلاً

“Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.” (İsrâ, 17/34) 

وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلاَ تَنْقُضُوا اْلاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً اِنَّ اللهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.(Nahl,16/ 91)

         İbni Abbas ra demiştir ki: ”Ahdine kim vefasızlık edip bozarsa,  Allah cc mutlaka ona bir düşman musallat eder.” (Muvatta, Cihad 12)

وَلاَ تَكُونُوا كَالَّتِى نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًا تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِىَ اَرْبَى مِنْ اُمَّةٍ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَمَةِ مَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

“Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.“ (Nahl,16/ 92 )

Ayeti Kerimeden de anlaşılacağı üzere, antlaşma yapan taraflar arasındaki güç dengesi ne olursa olsun, temel ahlâkî ilke, verilen sözün mutlaka yerine getirilmesidir. Kendinden güçlü olana verilen sözü yerine getirip, zayıf olana verilen söze riayet etmemek, ahlaksızca bir tutumdur.  Bu ilke, aynı zamanda bireysel ilişkilerde büyük-küçük arasında da dikkat edilmesi gereken temel ve ahlâkî bir düzenleyici ilkedir.  Ayrıca, verilen söz ve yapılan antlaşmalara riâyet hususunda Allah kefil tutulmuş olduğundan, antlaşmanın gereğini yerine getirmemek Allah’a karşı işlenmiş büyük bir suçtur.  Kısaca, yukarıdaki âyetlere topluca baktığımızda, Allah’a olan inancından dolayı kişinin, toplumsal ilişkilerindeki ahlâkî ve manevî sorumluluklarına işaret edilmektedir. Aynı zamanda insanların birbiriyle yaptıkları bütün sözleşmelere, iş ve işlemlere Allah’ın cc şahit olduğu, Allah’ın cc şahit olduğu iş ve işlemlerde de dürüst olunması gerektiği üzerinde durulmuştur. Sonuç olarak ayetler, Müslümanın hayatın her anını ihsan içerisinde yaşamasının gerekliliğini vurgular. Çünkü Allah gören ve gözetleyen bir gün hesaba çekecek olan Kudret’tir.

Hz Peygamber de verilen sözün önemi üzerinde titizlikle durmuş ve sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği ve dinî bir görev saymıştır. Bu konuda Hz Peygamber şöyle buyurmuşlardır:

 “Emanete riâyeti olmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur.” [1]

Kur’an’da, verilen sözün yerine getirilmemesi Allah katında en çirkin davranışlardan biri hatta önde geleni olarak takdim edilmektedir:

, يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لاَ تَفْعَلُونَ

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saf,61/ 2-3 )

İşte bundan dolayı güç takat yetmeyecek şeyler için söz verilmemesi, Allah adına verilen ahdin de bozulmaması istenmiştir.

Müslüman’ın sözü senettir.  Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir. Sözden caymanın münafıklık alameti olduğunu bilen Müslüman verdiği sözden caymaz. 

 Amr İbni'l-As ra’den Peygamberimiz buyuruyor ki:

قَالَ رَسُولُ اللّهِ: أرْبَعٌ  مَنْ كُنَّ فيهِ كَانَ مُنَافِقاً خَالِصاً. وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتّى يَدَعَهَا: إذَا أُؤْتِمِنَ خَانَ، وَإذَا حَدّثَ كَذَبَ، وإذَا عَاهَدَ غَدَرَ، وَإذَا خَاصَمَ فَجَرَ

"Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir alamet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar." [2]

         Aziz Müslümanlar!

Yüce Allah cc, Müminun Suresinde, Mü’minlerin vasıflarını anlatırken şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِينَ هُمْ لاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ

“O (Müminler), emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.” (Mü’minun, 23/8)

 İnsan Suresinde de;

يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطِيرًا

“O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.” (İnsan, 76/7)

          Ey Allah Rasülüne sav Sevgi Besleyen Müslümanlar! 

Şu uyarıya bir kulak verelim:

         “Bir kişi geri vermemek niyeti ile borç alsa veya bedelini ödememek niyeti ile mal satın alsa ve bu durumda iken ölse, o kişi hain ve hırsızdır.” (Ahmed bin Hambel; taberani)

 Yüce Mevla’mız cc İsmail as örnek göstererek:

 

وَاذْكُرْ فِى الْكِتَابِ اِسْمَعِيلَ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَبِيًّا

 

“Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir resul, bir nebi idi.” (Meryem, 19/54)

Rabbinin nezdinde beğenilen İsmail Peygamber as Beğenilme özelliği de sözüne bağlılık.

 

عن عبداللّهِ بن أبى الحمساءَ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: بَايَعْتُ رَسُولَ اللّهِ . بِبَيْعٍ قَبْلَ أنْ يُبْعَثَ، وَبَقِيَتْ لَهُ بَقِيَّةٌ، فَوَعَدْتُهُ أنْ آتِيَهُ بِهَا في مَكَانِهِ، فَنَسِيتُ ثُمَّ ذَكَرْتُ بَعْدَ ثَثٍ، فَجِئْتُ فَإذَا هُوَ فِي مَكَانِهِ، فَقَالَ: يَا فَتَى لَقَدْ شَقَقْتَ عَلَيَّ أنَا ههُنَا مُنْذُ ثَثٍ أنْتَظِرُكَ

 “Abdullah İbnu Ebi'l-Hamsa ra anlatıyor: "Rasulullah sav'a daha bi'set (peygamberlik) gelmezden önce bir şey satın almıştım. O alışverişten ona hâlâ bir miktar (borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine vermeyi vadettim. (borcumu ödeyeceğim yeri de ona söyledim.) Ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım, geldiğimde o hâlâ (sözleştiğimiz) yerindeydi."Ey genç bana meşakkat verdin, ben üç gündür burada seni bekliyorum!" buyurdular."[3]

 Efendimizin Hayatından Vefa Örnekleri:

 Vefakar Müminler!

 Her konuda olduğu gibi, ahde vefada da tüm insanlık için örnek olan Peygamberimizin hayatından birkaç örnek sunalım, bivefa ruhlarımıza.

          Ebu Cendel Hadisesi:

Hicretin 6.  yılında (M 628) Allah Resulü sav ile bin dört yüz civarında ashabı, Umre yapmak maksadıyla, yola çıkmışlardı.  Muharebe ve mücadele yapmayı düşünmedikleri için yanlarında sadece basit birer kılıçları vardı.  Müslümanlar ihramlarına bürünmüş halde Hudeybiye’ye kadar gelmişlerdi.  Müşrikler, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için diretmişler, velhasıl burada Mekkeli Müşriklerle Medineli Müslümanlar arasında Hudeybiye antlaşması yapılmıştı.

        Bu antlaşma maddelerinden biri de: "Medine’deki Müslümanlardan Mekke’ye iltica edenler Müslümanlara iade edilmeyecek, fakat Mekke’den Medine’ye velev Müslüman dahi olsalar iltica edenler, istendiği takdirde geri verileceklerdi.”

  Musalaha şartları yazılmış ancak imzalanmamıştı ki, tam bu sırada oraya Süheyl'in oğlu Cendel geldi.17-18 yaşlarında bir genç… daha yeni Müslüman olmuş, fakat babası Süheyl ona en büyük darbeyi vurmuş, hapse atmış, ellerine ayaklarına zincir vurmuş, elleri ayakları bağlı genç, yatmış olduğu hapishaneden bin bir güçlükle kurtulup, kanlar içinde ve ayağındaki zincirlerle perişan bir halde Müslümanların yanına gelmiş, Efendimiz sav’e “beni kurtar” diyordu. Bu hal ve haykırış, Müslümanların bağrına saplanan en ağır hançerin acısından daha acı gelmişti.

     Süheyl “Anlaşmamız gereği bana ilk vereceğin kişi de budur” diyordu.

         Efendimiz “Biz, sulh anlaşmasını henüz imzalamış değiliz.” buyurduğunda, Süheyl vazgeçmiyor, "Vallahi bende seninle hiçbir madde üzerinde sulh olmam." diyerek diretiyordu.  Allah Rasûlü ne sav kadar ısrar ettiyse de  Süheyl inadından vazgeçmemişti.

         Ebu Cendel “Ya Rasülallah! Ey Müslümanlar! Siz beni, bana eziyet etsinler, işkenceye uğratsınlar diye mi, bunlara teslim ediyorsunuz? Siz benim eziyet çekmeme rıza mı gösteriyorsunuz? [4] diye feryat ediyordu. Fakat nafile.

         Peygamber Efendimiz sav, babası tarafından alınan Ebu Cendel’e: “Biraz daha sabret. Biraz daha maruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini mükafatını Allahtan dile! … Muhakkak ki Allah cc senin ve senin gibi olan Müslümanlar için bir ferahlık, bir çıkar yol halkedecektir.” diyerek teselli verdi ve ardından da: “Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz.” [5] buyurdular.

Hz. Ömer’in şiddetli itirazlarına Efendimiz sav: “Biz bu iş hakkında onlarla anlaşma yapmış bulunuyoruz. Dinimizde ahde vefasızlık yoktur!” [6] buyurarak, acı da olsa AHDE VEFA ve AKDE VEFA’nın örneğini bütün insanlığa gösteriyordu. [7]

Kıymetli Müminler!

Vefa dostun dosta muhabbeti ona olan gönül bağıdır. Dostluğunu daim kılmak isteyenler vefakâr ve cefakâr olmayı da göze almalıdırlar.

Bir defasında Habeş Hükümdarı Necaşi’nin Elçileri Hazret-i Peygamberin huzuruna gelmişti. Efendimiz sav bizzat kendisi onlara hizmet etmiş, Ashab’dan bazıları: “Ya Rasulallah! Biz hizmet edelim” dediklerinde Efendimiz sav: “Bunlar, Habeşistan’a hicret etmiş olan ashabıma yer göstermişler ve ikram etmişlerdi. Şimdi ben de bunlara hizmet etmek isterim.” cevabı vermişti.

 Necâşî, Hicretin yedinci yılında Hakk'ın rahmetine kavuştu. Aynı anda Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle haberi alan Peygamber Efendimiz sav sahabelerine vefat haberini “Bugün salih bir kardeş vefat etti. diyerek üzüntüsünü dile getirmiş ve gıyabi cenaze namazını kıldırmıştı. Yaklaşık bir hafta sonra da Peygamber Efendimizi tasdik eden ve vefatı doğrulayan haber Habeşistan'dan gelmişti.

                Peygamber Efendimiz sav’in, Hz. Hatice annemize olan vefasına örnek:

 Efendimizden bir başka vefa örneği: Havle binti Tüveyt rah.

Havle binti Tüveyt rah mü’minlerin annesi Hazreti Hatice rah’nın yakın arkadaşı... Rasûlullah sav Efendimizin saygı gösterdiği, kendisi için ayağa kalktığı bir hanım sahâbî...

O, Mekke’li olup Tüveyt İbni Habib’in kızıdır. Mekke’nin ileri gelen hanımlarından Hatice binti Huveylid ile arkadaş idi. Peygamber hanesine yakınlığı dolayısıyla son dinin geldiğini ve Allah Rasûlü’nün peygamberliğini birçok kimseden önce duymuştu.

Havle binti Tüveyt, Hz. Hatice annemizin sık görüştüğü bir arkadaşıydı. Ona karşı gönlünde samimi bir muhabbet vardı. Onun dürüstlüğüne hayrandı. Akıllı ve zeki bir hanım olarak o, Hz. Hatice rah’nın fikir ve düşüncelerine çok değer verirdi. Zira onun görüşlerinin doğruluğunda şüphesi yoktu. Onun sözünde sâdık olduğunu ve muhtaç kimselere yardım ettiğini bizzat yaşayarak görmüştü. Bu sebebten Hz. Hatice rah’ya karşı özel bir gönül bağı vardı.

Hz. Hatice rah annemiz Havle binti Tüveyt ‘in samimi ve yakın arkadaşlığını fırsat bilerek İslâm’ı ona anlattı. O da tereddüt etmeden kabul etti. İslâm’a ilk girenlerle birlikte müslüman oldu.

Havle rah arkadaşı Hz. Hatice rah’nın İslâm’ı tebliğ konusunda Rasûlullah sav efendimize verdiği desteği yakînen görüyordu. Onu davasında yalnız bırakmadığına ve canıyla, malıyla hizmet ettiğine bizzat şâhit oluyordu. Kendisi de gücü nisbetinde bir şeyler yapmaya çalışıyordu. İslâm’ın ilk yılları zor ve çetin geçmekteydi. Buna rağmen hiçbir mü’min Allah ve Rasûlü dâvasından vaz geçmemekteydi.

Havle binti Tüveyt rah Allah’a ve Resûlüne tam teslim olmuş bir hanımdı. Onun imânî heyecanını bilen İki Cihan Güneşi efendimiz Havle rah’ya hürmet ederdi. Bilhassa Hz. Hatice rah annemizin vefâtından sonra zaman zaman onu ziyaret ederdi. Zevcesi Hatice’nin hâtırâsı olarak ona izzet ve ikramda bulunurdu. Resûl-i Ekrem sav efendimizin bu vefâkârlığını Hz. Aişe rah annemiz şöyle anlatıyor:

Birgün Havle rah bize geldi. Onun geldiğini gören Allah Resûlü sav ayağa kalktı. “Hoş geldin! Nasılsın?”  diyerek Havle rah’nın hal ve hatırını sordu. Ben bunu garipsedim. Kendi kendime; bu kadının içeri girmesiyle niçin ayağa kalktı? Buna gerek varmıydı dedim. Rasûlullah sav:

“ – Ya Rasûlallah! Onun için ayağa kalkıp karşılamana gerek varmıydı?” diye sordum. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Bu kadın Hatice zamanında bize ziyarete gelirdi. Onun arkadaşıydı. Güzel arkadaşlık imandandır.” diye cevap verdi.

İki Cihan Güneşi efendimiz emsalsiz, örnek bir şahsiyetti. Her konuda mü’minlere rehberlik ederdi. Vefâ konusunda da tekti. Hz. Hatice annemizin hâtırası olarak Havle rah’ya hürmet edip ayağa kalkması onun derin vefâkarlık örneğiydi. [8]

                 Bir başka örnek:

                Bedir Savaşı bitmiş, savaş İslamın zaferi ile sonuçlanmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz sav esirler hakkında ashabıyla istişâre yapmış, onların fidye karşılığında bırakılmalarına karar vermişlerdi. Efendimizin damadı Ebü'l-Âs'da esirler arasındaydı. Hanımı Zeyneb'ten fidye için para istedi. O da bir miktar para ile birlikte evlenirken annesi Hz. Hatice rah'nın taktığı gerdanlığı gönderdi. Ebü'l-Âs özgürlük fidyesini Rasûlullah sav'e getirdi. Fahr-i Kâinat sav Efendimiz gerdanlığı görünce tanıdı ve çok hüzünlendi, mahzun oldu. Hüznünü anlayan Ashâb-ı Kiram: "Ya Rasûlallah! Sizi böylesine üzen nedir?"diye sordu. Efendimiz de: "Bu kolyeyi Hatice kendi eliyle Zeynep'in boynuna takmıştı... Eğer uygun görürseniz bunu sahibine iâde edelim!" buyurdular. Ashâb-ı Kiram da: "Derhal Yâ Rasûlallah! Yeter ki siz üzülmeyin..." dediler.

 

Ebü'l-Âs esirlikten kurtuldu. Kolye ve parası da kendisine iâde edilmişti. Efendimiz sav O’ndan Mekke'ye vardığında, Zeynep rah’yı serbest bırakıp, Medineye göndermesini talep etmişti. Zira Ayet-i Celîle gelmişti.

  فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ لَا هُنَّ حِلٌّ لَّهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ

"Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bu (İnanmış Kadınlar) onlara helâl değildir. Onlar da bu (Kafir Erkeklere) helâl olmazlar… "(Mümtehine, 60/10)

Ebü'l-Âs mert ve dürüstlüğüyle tanınırdı. Zeyneb'ini rah de çok sevmesine rağmen, O’nu boşadı ve Medine’ye gönderip, verdiği sözü yerine getirirdi. Onun bu davranışından memnun kalan Rasûlullah sav: "Ebü'l-Âs bana doğru söyledi ve sözünü tuttu." diye kendisini takdir etmiştir. Hz. Zeynep eşinin Müslüman olması için çok dua etti. Hicretin yedinci senesinde Ebu-l As Medine’ye geldi ve Müslüman oldu.

       Süt annesi Halime’ye, Süveybe’ye olan ikramı, Mekkede işkencenin en çetinlerine maruz kalan Bilal b Rebah’aolan vefası da bizler için ayrı birer örnektir. (Medine’de Hz. Bilal’in müezzinliğinden şikayet eden Ashaptan bazıları, onu, ezanı vaktinde okuyamadığı veya sesinin güzel olmadığından dolayı Müezzinlikten almasını rica etmişlerdi. Efendimiz de, Hz. Bilal’in Mekke çöllerinde “Allah’ü Ekber” dediğini onlara hatırlatmış ve Bilal ezan okumaya devam etmişti.

    Efendimizden öğrendiğimiz bu ve buna benzer Vefakârlık örnekleri, bizler ve insanlık için birer hayat düsturudur.

      Efendimiz sav insanların dışında da kendisi ve İslam için önemi olan şeylere de Vefalı idi.

 Doğup büyüdüğü Mekke’ye, Hicret ettiğinde kendisine ve ashabına bağrını açan Medine’ye, İslam’ın ilk Mescidi olan Kuba’ya, Baki Mezarlığına, Orada medfun bulunan Ashabına, İslam Tarihine iz bırakan Uhud’a, (ki Onun için “Biz Uhud’u severiz Uhud da bizi sever” diyerek, oraya verdiği kıymetini izhar etmiştir.) olan vefasını hala canlı canlı seyrediyor gibiyiz.

 Peygamberimiz Hz Ali’nin dediği gibi “İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.”

 Enes ra şöyle demiştir: Amcam Enes ibnNadrra Bedir savaşına katılmamıştı. Bundan dolayı: “Ey Allah’ın Rasûl’ü müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah beni müşriklerle yapılacak bir savaşta bulundurursa neler yapacağımı Allah elbette görecektir.” diyordu.

Uhud savaşında müslüman safları bozulunca arkadaşlarını kasdederek: “Ya Rabbi bunların yaptıklarından dolayı beni mazur görmeni dilerim”,  Müşrikleri kasdederek: “Bunların yaptıklarından da uzak olduğumu sana arzederim” deyip ilerledi. Sa’dibn Muâz ile karşılaştı ve: “Ey Sa’d istediğim cennettir. Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, cennetin kokusunu Uhutta buluyorum.” dedi.

Sa’d olayı anlatırken: “Ben O’nun yaptığını yapamadım ey Allah’ın Rasûl’ü” dedi.

Enes ra şöyle devam etti: “Amcamı şehid edilmiş olarak bulduk, vücudunda seksenden fazla kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler tarafından burnu, kulakları kesilmek suretiyle müsle yapılmış vaziyette idi. Onu kimse tanıyamadı, sadece kız kardeşi parmak uçlarından tanıdı.” Enes ra dedi ki: “Biz şu ayetin amcam ve benzerleri hakkında indiğini düşünmekteyiz.

مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ

“Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle (ahidlerini) değiştirmediler.” (Ahzâb 23).[9]

Selam olsun ahdine Vefa gösterebilen Takva ehline,

Ve selam olsun, Rabbi ile yaptığı Ahdine Vefalı kalanlara

Velhamdülillahi Rabbilalemin.

YAŞAR KAPKARA

VEZİRKÖPRÜ CEZAEVİ VAİZİ

ARALIK 2014

DİPNOTLAR:

[1]Ahmedb  Hanbel, Müsned, III, 135, 154, 210, 251

[2] Buharî, İman 24, Mezalim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Davud, Sünnet 16, (4688); Tirmizî, İman 14, (2634); Nesâî, İman 20, (8, 116)

[3]  Ebu Davud, Edeb 90, (4996)

[4]İbniHişam, Sire C. III, s. 333; Taberi, Tarih C. III, s. 79

[5]İbniHişam, age, C. III, s. 333

[6]Belazuri, Megazi, C.II, s. 609

[7] Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, Salih Suruç, Medine devri, s. 320-323, Yeni Asya yay. Aralık 1995 İstanbul.

[8] Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 2007 - Nisan, Sayı: 254, Sayfa: 060

[9]  Buhârî, Cihad 12; Müslim, İmâra 148

 

İçindekiler


3- SELAMLAŞMA

 

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ

صَلُّوا عَلَى طَبيبِ قُلُوبِنَا مُحَمَّدٍ

صَلُّوا عَلَى شَفيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ

 رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى

وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى

 وَاُفَوِّضُ اَمْرِي اِلَي اللَّهِ * اِنَّ اللَّهِ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

 سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ

سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلَّا مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَادُ الْكَريمُ

 

  اَعُوذُ بِاللَّهِ مِـنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيــمِ

 بِسْــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيـمِ

وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْبِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيباً

 صَدَقَ اللَّهُ الْعَظِيمْ

 

 وَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ

: حَقُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ خَمْسٌ : رَدُّ السَّلاَمِ , وَعِيَادَةُ الْمَرِيضِ , وَاتِّبَاعُ الْجَنَائِزِ , وَإِجَابَةُ الدَّعْوَةِ, وَتَشْمِيتُ الْعَاطِسِ.

 صَدَقَ رَسُولُ اللَّهِ فِيمَا قَالْ اَوْ كَمَا قَالْ

Aziz Müminler!

 

Bu günkü sohbetimizde sizlerle İslamın şiarı ve Müslümanların aralarında güven parolası olan “Selam”ı konuşacağız.

 

Rabbim anlamayı ve gereğince kulluk yapabilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin.  Amin!

وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْبِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيباً

“Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin Şüphesiz, Allah(cc) herşeyin hesabını tam olarak yapandır”[1]

 

Selam ne demektir?

 

سَلِمَ ـَـ سَلْماً              : iyi olmak, sıhhatli olmak, sağlam olmak

سِلْمٌ : سَلام ، صُلح     : Barış

دَارُ السَّلاَمِ                : barış evi, Bağdat şehri, Medine şehri

 

Bir işten kurtulmak, ayıp, âfet, noksanlık, acizlik, hastalık vb. şeylerden beri olmak anlamındaki "س-ل-م  s-l-m" kökünden türeyen “selâm”, Allah'ın sıfat olarak, insanlara ârız olan ayıp, kusur, eksiklik, âfet, hastalık, acizlik, ölüm vb. şeylerden berî olan; yaratıklarını âfet ve belalardan kurtaran, zulmetmeyen, güven arayanları güvene erdiren demektir.

 

Yine Selam; müminlerin birbirleri ile karşılaştıklarında, "اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ Es-selâmü aleyküm" veya "سَلامٌ عَلَيْكُمْ، Selâmün aleyküm" cümleleriyle birbirlerine hitab etmeleridir. Bu da selamlaşan Müminlerin karşılıklı olarak birbirlerine "Allah seni esenliğe kavuştursun", “Allahın güven emniyeti ve koruması seninle olsun”, demeleri manasına gelir.

 

Yine selamlaşan Müslümanlar, birbirlerine; “bana inan ve güven, benden sana daima hayır, bereket ve selamet gelir” demiş olurlar.

Yine Selam, Rabbimizin “Esma-i Hüsna’sından olan mübarek bir ismidir. Bu manada selamlaşan Müslümanlar,  Allah-u Teâlanın “Es Selam” adını zikretmiş olurlar.

 

Yine Müslümanlar, her karşılaştıklarında ve birbirlerinden ayrılırken, uzaktan konuşup yazıştıklarında ve konuşma ve yazışmaları sona erdiğinde, ilk ve son hitap olarak; “Esselâmü âleyküm ve Rahmetullah” dediklerinde,  Allah cc’yü anmakta, O’na Tevekkül etmekte, aralarında O’nu hakem kılmakta ve O’na sığınmakta ve karşılıklı dualaşmış olmaktadırlar.

 

Allahu Taala Haşr Süresi’nin son ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır:

هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَالْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُالْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ

“O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır”[2]

 

Evet Aziz Müminler!

 

Âyeti Kerimede geçen “Es Selâm” İsm-i Celâli, kullarını her türlü tehlikelerden selamete çıkaran, cennetteki kullarına selam eden, “Mukaddes” ve  “Selâm” olan Allah’tan başkası değildir.

 

Es Selâm kelimesi genel olarak şu mânâlara gelir:

Esenlik kaynağı,

Her çeşit âfet ve kaderlerden emin olan ve emin kılan

Selām ismiyle Allah, her türlü eminliğin, sâlimliğin aslı olup, ayıptan, kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı

Her türlü tehlikeden kullarını selâmette kılan,

Selamete çıkartan,

Selamette olan yani zâtı tüm hata ve kusurlardan münezzeh olan,

Kullarına cennette selâm veren.

 

Âyet’i Kerime’deki فَحَيُّوا Selam Verin” ifadesi Mümin’lerin birbirlerine en güzel dilek ve temennilerini sunma şekillerinden olduğu için, verilen Selam’a daha güzeliyle veya en azından aynısıyla karşılık vermek de Kuran’da farz kılınmıştır.

 

SELÂMIN TARİHİ:

 

Aziz Müminler!

 

Selamlaşmak sadece Hz. Peygamberle başlamış bir uygulama değildir. Önceki peygamberlerin hayatından da selamı görmekteyiz.

 

Meselâ:

Hz. Adem as;

Hadis-i Şeriflerde Hz. Adem as’e selamın öğretildiği şöyle aktarılmaktadır.

لما خَلَقَ الله آدم صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : اذْهَبْ فَسَلِّمْ عَلَى أُولئِكَ نَفَرٍ مِنَ الَمَلاَئكة جُلُوسٌ فاسْتمعْ ايُحَيُّونَكَ فَإنَّها تَحيَّتُكَ وَتَحِيَّةُ ذُرِّيَّتِك. فقال : السَّلام عَلَيْكُمْ، فقالوا : السَّلام ُ عَلَيْكَ وَرَحْمةُ الله ، فَزادُوهُ : وَرَحْمةُ الله

Allah Teâlâ Âdem sav’i yaratınca ona: “Git şu oturmakta olan Meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu.

Âdem aleyhi’s-selâm meleklere:  es-Selâmü aleyküm, dedi.

Melekler: es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’l-lâh”ı ilâve ettiler.”[3]

 

Hz. İbrahim as;

هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ * إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماً قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ

(Resûlüm!) İbrahim’in ağırlanan (o şerefli) misafirlerinin haberi artık sana geldi mi? Hani vaktiyle (bunlar) onun yanına girmişlerdi de: “Selâm” demişlerdi. (İbrahim de) selam(ı alıp: ‘Bunlar) tanınmamış bir topluluk’ demişti,”[4] buyrulmuştur.

 

Hz. Yahya as;[5]

يَـٰيَحۡيَىٰ خُذِ ٱلۡڪِتَـٰبَ بِقُوَّةٍ۬‌ۖ وَءَاتَيۡنَـٰهُ ٱلۡحُكۡمَ صَبِيًّ۬ا (١٢) وَحَنَانً۬ا مِّن لَّدُنَّا وَزَكَوٰةً۬‌ۖ وَكَانَ تَقِيًّ۬ا (١٣) وَبَرَّۢا بِوَٲلِدَيۡهِ وَلَمۡ يَكُن جَبَّارًا عَصِيًّ۬ا (١٤) وَسَلَـٰمٌ عَلَيۡهِ يَوۡمَ وُلِدَ وَيَوۡمَ يَمُوتُ وَيَوۡمَ يُبۡعَثُ حَيًّ۬ا (١٥)

“Ey Yahya! Kitab’a kuvvetle sarıl.” (dedik) ve daha çocukken ona hikmeti (ilmi, derin ve ince anlayışı) verdik. Tarafımızdan bir kalp yumuşaklığı ve (günahlardan) temizlik de (ihsan ettik). O, çok muttaki idi. Annesine babasına da itaatkâr (idi), âsîlik eden bir zorba değildi. Doğduğu gün de, öleceği gün de, dirileceği gün de, ona selam olsun![6]

 

Hz. İsa as;

وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا

 “Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, ‘selâm’ (esenlik, Allah’tan) benim üzerimedir.”[7]

 

Hz. Peygamberimiz sav;

وَإِذَا جَآءَكَ ٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِـَٔايَـٰتِنَا فَقُلۡ سَلَـٰمٌ عَلَيۡكُمۡ‌ۖ كَتَبَ رَبُّكُمۡ عَلَىٰ نَفۡسِهِ ٱلرَّحۡمَةَ‌ۖ أَنَّهُ ۥ مَنۡ عَمِلَ مِنكُمۡ سُوٓءَۢا بِجَهَـٰلَةٍ۬ ثُمَّ تَابَ مِنۢ بَعۡدِهِۦ وَأَصۡلَحَ فَأَنَّهُ ۥ غَفُورٌ۬ رَّحِيمٌ۬ (٥٤)

(Ey Resûlüm!) Âyetlerimize inananlar sana geldiği zaman de ki: “Selâmun aleyküm” (Allah’ın selamı üzerinize olsun), sizden kim bilmeyerek bir fenalık (bir günah) işler de sonra ardından tevbe eder ve kendini düzeltirse, Rabbiniz (ona) rahmet etmeyi (acıyıp esirgemeyi) kendi üzerine yazmıştır. Çünkü O, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

HAYATIN AKIŞINDA SELAM

 

Bir diğer önemli konu da; evlere girerken selam verme konusudur Müminlerin evlere girerken selam vermeleri, güzel ahlaklarının göstergesidir Yüce Allah cc bu konuda Kuran’da şöyle buyurmuştur:

فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون

“… Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından bereket ve güzel bir sağlık (dileği) olarak, kendi (ev halkınıza, kimse yoksa kendi kendi)nize selam verin.[8] Allah, size âyetleri böylece açıklıyor ki düşünüp anlayasınız.”[9]

 

HAYATIN BİTİŞİNDE SELAM

 

Bir başka ayette ise, müminin ölüm anında da Selamla karşılandıklarını Allah(cc) bize şöyle bildirmektedir:

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُالْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَاكُنتُمْ تَعْمَلُونَ

“Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin"[10]

 

KABİRLERDE YATANLARA SELAM:

 

Kıymetli Kardeşlerim!

 

Efendimiz sav, bizlere kabirleri ziyaret ettiğimizde de ora halkına selam vermemizi tavsiye etmişler ve şöyle buyurmuşlardır:

السَّلامُ عَلَيكُمْ أَهْل الدِّيارِ مِنَ المُؤْمِنِينَ والمُسْلِمِينَ وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللَّهُ بِكُمْ لاَحِقُونَ ، أَسْأَلُ اللَّه لَنَا وَلَكُمُ العافِيَةَ » رواه مسلم .

"Ey müminler ve müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selâm olsun. İnşaallah, biz de sizlere katılacağız. Allah'tan bize ve size âfiyet dilerim"[11]

 

Tirmizi'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde Resulullah bir defasında Medine mezarlığına uğradı ve onlardan tarafa dönerek şöyle dedi:

, عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ , قَالَ : مَرَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِقُبُورٍ بِالْمَدِينَةِ , فَأَقْبَلَ عَلَيْهِمْ بِوَجْهِهِ , فَقَالَ : " السَّلامُ عَلَيْكُمْ يَا أَهْلَ الْقُبُورِ , يَغْفِرُ اللَّهُ لَنَا وَلَكُمْ , أَنْتُمْ لَنَا سَلَفُنَا وَقَالَ مَرَّةً : فَرَطٌ وَنَحْنُ بِالأَثَرِ " .

"Ey kabirler ahâlisi, size selâm olsun! Allah bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan (geleceğiz)" [12]

 

Kişi, tanıdığı bir kimseye kabrinin başından geçerken selâm verirse, ölü selâmını alır ve onu tanır. Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selam verirse, ölü, selâmını alır.[13]

 

CENNETE GİRİŞTE SELAM

أُوْلَئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَاصَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماً

“İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar”[14]

 

Allah cc'nün “Es Selam” sıfatı, aynı zamanda cennete kabul ettiği kullarına, selam vermesi anlamına da gelir. Allah cc Kendisine inananlara sonsuz cenneti müjdelemiş ve onları selamla ağırlamıştır. Bu hakikat Yasin Suresi'nin 58. Âyetinde;

إِنَّ أَصۡحَـٰبَ ٱلۡجَنَّةِ ٱلۡيَوۡمَ فِى شُغُلٍ۬ فَـٰكِهُونَ (٥٥) هُمۡ وَأَزۡوَٲجُهُمۡ فِى ظِلَـٰلٍ عَلَى ٱلۡأَرَآٮِٕكِ مُتَّكِـُٔونَ (٥٦) لَهُمۡ فِيہَا فَـٰكِهَةٌ۬ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ (٥٧) سَلَـٰمٌ۬ قَوۡلاً۬ مِّن رَّبٍّ۬ رَّحِيمٍ۬ (٥٨)

"Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler. Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar. Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır. Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır)"[15] şeklinde beyan edilerek, cennete giren Müminlere sözlü olarak selam vereceğini vaad etmiştir.

Bu ne güzel vaad,

Bu ne güzel müjde,

Bu ne güzel Mücdeci.

 

Cenneti Hak eden Müminlere, Rahman’ın diğer müjdeleri ise;

ادْخُلُوهَابِسَلَامٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ

“Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin Bu, ebedilik günüdür"[16]

سَلاَمٌ عَلَيْكُم بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ

"Sabrettiğinize karşılık selam size! (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel"[17]

لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْواً وَلَاتَأْثِيماً (٢٥)إِلَّا قِيلاً سَلَاماً سَلَاماً(٢٦)

“Orada, ne 'saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma Yalnızca bir söz (işitirler "Selam, selam"[18] diye ilahi iltifatla hitab edilir.

 

MÜMİNİN DURUŞUNDA SELAM

 

Ayet-i kerimeler bize göstermektedir ki; “selam” barıştır, esenliktir, kabullenmedir, muhabbet beslemedir, reddetmemektir, alçak gönüllüktür, kibirlenmemedir, sevgi ve saygı göstergesidir. İlahi Huzura kabul ve Salihler Topluluğuna kabul edilmedir.

وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْناً وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً

“ Rahmân’ın (has) kulları o kimselerdir ki yeryüzünde mütevazi bir şekilde yürürler ve cahiller kendilerine laf atarsa (tartışmayıp): ‘Selametle (hoşça kal).’ de(yip gide)rler.”[19]

 

Kıymetli Dostlar!

 

Ayeti Kerimede geçen “Selam” ifadesinden iki anlam çıkarabiliriz.

Birincisi, cahillerin seviyesine inmemek, cehalete bulaşmamak, kötülüğü en güzel şekilde savmaktır.

 

İkinci mana da ise Selam, yaşadığı toplumun bir ferdi olarak, hayatın içinde aktif rol almak demektir. Selam, terketmek, bırakmak değil, cehalet,  şirk ve küfür bataklığındaki fert ve toplumların, hak ve hidayetle buluşması, İslam Adaleti ile tanışması, dünya ve ahrette İlahi rızaya kuvuşması için yapılacak fedakarlık ve adanmışlıktır.

 

Selam, Müslümanlara iyi günlerinde bereket, ihtilaflı zamanlarında ise bir hakemlik ve i’tidal çağrısıdır.

Selam, Tekbirle giriş yaptığımız namazımızın tahiyyatında Rabbimiz tarafından “Peygamberimiz’in sav ümmeti olarak” karşılanma, ve O’nun huzurundan السَّلامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ diyerek ayrılış ve hayata yeniden Merhaba diyebilmek, kaldığı yerden “selametle” devam edebilmektir.

 

Selam, Allah’ın cc Dinine güzellikle, tatlılıkla insanları davet etme ve çağırmadır, tebliğdir. Şu Ayeti Kerimede olduğu gibi:

ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ

“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”[20] 

 

 

Kıymetli Müslümanlar!

Bir Mümin Rabbinin yoluna hikmet ve güzellikle kimi davet edecek ve kiminle tartışacak?

Elbette;  

Cahili,

Fasığı,

Faciri,

Münafığı,

Kafiri davet edecek ve onlarla tartışacak.

Tartışmak, aynı zamanda irşad ve tebliğ etmektir.

Tartışmak, Ümid ettiği dünya ve ahret bereketlerine başkalarının da kavuşması için onlara nasihat etmek ve onları ikna edebilmektir.

 

v   BİR OLAY / MUSAB BİN UMEYR MEDİNEDE

 

Esad b. Zürâre Hazretleri, Medineli Müslümanların bir nevi önderliğini ya­pıyordu. Bu sebeple genç sahabe, Kur’an muallimi Mus’ab b. Umeyr ra, Me­di­ne’ye gelince, onun evinde kalmaya başladı. Artık bu ev, Müslümanların bu­luş­maları için bir merkez haline gelmişti.

 

Bizzat Resûl-i Kibriya’dan dersini almış bulunan Hz. Mus’­ab, zamanı ve şartları çok iyi değerlendiren, fırsatları çok güzel kullanan bir sahabe idi. Bütün gayret ve himmetini, Medine’de İslam’ın yayılmasına hasretmişti. Kabilelerin hatırı sayılır kimseleriyle görüşüyor, konuşuyor, onlara “Kavl-i Ley­yîn”le İslam’ı anlatıyor, İslam’ı tebliğ ve yayma hizmetini yürütüyordu.

 

Üseyd B. Hudayr ile Sa’d B. Muaz’ın Müslüman Olması

 

Medine’de birçok kimse Müslüman olmuştu, ama İslam’ın daha da hızlı in­tişarı için bazı maniler vardı. Evs kabilesinin Reisi Sa’d b. Muaz ile yine reis­lerden olan Üseyd b. Hudayr henüz Müslüman olmamışlardı. Onların bu durumu haliyle halka da tesir ediyordu.

 

Sa’d b. Muaz, Esa’d b. Zürâre Hazretlerinin halasının oğlu idi.

 

Bir gün Mus’ab ile Es’ad Hazretleri, Benî Zafer’e âit bir evin bostanındaki Merak kuyusunun başında oturmuş, sohbet ediyorlardı. Etraflarında Müslü­manlardan da birçok kimse vardı.

 

Bu sırada elinde mızrağı olduğu halde, Üseyd b. Hu­dayr yanlarına çıka­geldi. Hiddetli hiddetli, “Siz, bize neye geldiniz? Birtakım aklı ermez ve zayıf kimseleri aldatıp azdırıyorsunuz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız, derhal buradan ayrılın!” dedi.

 

Hz. Mus’ab, “Hele biraz dur, otur! Sözümüzü dinle, maksadımızı anla! Be­ğenirsen kabul edersin, beğenmezsen o zaman engel olursun” diye gayet nâ­zikçe mukabelede bulundu.

Üseyyid, “Doğru söyledin!” dedi ve mızrağını yere saplayarak yanlarına oturdu.

Hz. Mus’ab, ona İslamiyet hakkında bir konuşma yaptı ve Kur’an-ı Kerim okudu.

Üseyyid kendisini tutamayarak, “Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir söz!” diye konuştu ve “Bu dine girmek için ne yapmalı?” diye sordu.

Mus’ab ra, ona İslam’ı anlattı. O da şehâdet kelimesini getirerek İslami­yetle müşerref oldu.[21] 

 

Üseyyid kavmine gidince, Sa’d bin Muaz ona; “Ne yaptın?” diye sordu.

Üseyyid şöyle konuştu:

“O iki adama, söylenmesi gerekeni söyledim! Vallahi, ben onlardan bir ita­atsizlik, bir inat görmedim!”

 

Sa’d b. Muaz, “Vallahi, sen bana tatmin edici bir malumat getirmedin” dedi ve doğruca Mus’ab ile Esa’d’ın ra yanına vardı. Hiddetli hiddetli, “Ey Es’ad! Eğer seninle aramızda ak­rabalık olmasa, böyle kabilemiz içine soktuğu­nuz çirkin işlere sabır ve tahammül edemezdim!” diye tekdir ve tehdit etti.

 

Mus’ab ra aynı şekilde ona da, “Hele biraz durunuz! Otu­rup dinleyiniz! Anlayınız da... Beğenirseniz kabul edersiniz, beğenmezseniz biz de size çirkin gördüğünüz işi tekliften vazgeçeriz” diye nâzikçe cevap verdi.

 

Onun üzerine, Sa’d oturdu ve Hz. Mus’ab’ın sözlerini dinlemeye başladı.

Hz. Mus’ab, ona, İslam dininin ne demek olduğunu an­lattı ve Zuhruf Su­resi’nin baş kısımlarından okudu.

 

Kur’an okunurken, Sa’d’ın yüzü birdenbire değişiverdi. Simasında iman alâmetleri bir anda belirdi. Dinledikleri, o âna kadar duymadığı, bilmediği şey­lerdi. Kur’an’ın eşsiz belâgati ve tatlı üslûbu karşısında derhal, “Siz bu dine gi­rerken ne yapıyordunuz?” diye sordu.

Mus’ab ra, ona İslam dininin esas ve âdabını anlattı. O da orada şehâdet getirerek Müslüman oldu.[22]  

 

Sonra da kendi kavmi olan Benî Abdü’l-Eşhel cemaatinin yanına döndü. Onlara, “Ey Kavmim! Beni nasıl biliyor­sunuz?” diye sordu.

“Sen bizim büyüğümüz, en üstünümüzsün” diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Sa’d Hazretleri, “Öyle ise siz de Allah Resûlüne iman etme­lisiniz” dedi ve ilave etti: “İman etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla ko­nuşmak bana haram olsun!”

 

Bu söz üzerine, Benî Abdü’l-Eşhel aşireti içinde o gün iman etmedik hiç kimse kalmadı.

Es’ad b. Zürâre Hazretleri de, Mus’ab’la ra birlikte evi­ne dön­dü.

 

Artık Mus’ab Hazretleri, Medine’de İslam’ı tebliğ ve neşirde yal­nız değildi. Evs ve Hazreç kabilelerinin reisleri de yanında yer al­mışlardı. Olanca gayretle­riyle İslam’ın yayılmasına çalışıyorlardı.

Yine İslam’ı tebliğ ve neşir merkezi, Es’ad b. Zürâre Haz­retlerinin evi idi. Mus’ab ile Sa’d b. Muaz Hazretleri, el ele vererek, burada insanları hak dine davetle meşgul olu­yorlardı.

 

Kısa zamanda İslamiyet, Medine’de büyük bir inkişaf kaydetti. Öyle ki Evs ve Hazreç kabileleri içinde Benî Ümey­ye b. Zeyd’in hâ­ne­sinden başka İslam ve Kur’an nuruyla aydınlanmayan ev kalmadı. Bir müddet sonra bu ev­de de İs­lam’ın nuru parlamaya başladı!

 

Allah’ın cc kullarını çağırdığı “Dârüs Selam” bu olsa gerek.

 

Kıymetli Müminler!

 

KİME, NASIL SELAM VERİLİR

 

1-                 Bildiğimiz Selam “esselamü aleyküm” İfadesi ile sadece Müslümana selam veririz.

2-                 Müslüman olmayanlara da onların anladığı selam ifadelerini kullanırız.

 

v    Gayri Müslimlere, günah işleyen kişilere ve bu mekanlarda bu ifadeyi kullanmak caiz olmaz. Onlara kendi dillerinde “günaydın”, “iyi günler”, “iyi akşamlar” .. vs gibi cümlelerle hitab edilir.

 

Diğer hiçbir selamlaşma sözü “esselamü aleyküm” ifadesinin yerini tutmaz. Çünkü selamda, Allah’ın selametini dileme, afiyet dileme, iyi günler dileme vardır. Her türlü iyiliğin selamladığımız kişide olmasını dileme vardır. Selamda ayrıca dua vardır. 

 

Sevgili Peygamberimizden sav bizlere kadar gelen hadisleri sizlerle paylaşmak suretiyle selam ve selamlaşmanın önemini vurgulamaya devam edelim.

تُطْعم الطَّعَامَ ، وَتَقْرأُ السَّلام عَلَىَ مَنْ عَرِفَتَ وَمَنْ لَمْ تَعْرِفْ

Bir adam, Resûlullah sav’e:  – İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu?

Resûl-i Ekrem: “Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu.[23]

يَا أيُّهَا النّاسُ أفْشُوا السَّلام ، وَأْطعِمُوا الطْعَامَ، وَصِلُوا الأْرحامَ ، وَصَلُّوا والنَّاس نيامٌ ، تَدْخُلوا الجُنَّة بسلام

“Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede selâmetle cennete girersiniz”[24]

لا تَدْخُلُوا الجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلا تُؤمِنوا حَتى تحَابُّوا ، أَوَلا أدُلُّكُمْ عَلَى شَئٍ إذا فَعَلْتُمُوهُ تَحاَبَبْتُم ؟ أفْشُوا السَّلام بَيْنَكُم

“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”[25]

 

Yani selam ile sevgiye

Sevgi ile imana

İman ile de Cennete erilir.

 

 

MÜSLÜMANIN MÜSLÜMAN ÜZERİNDEKİ HAKLARI:

- عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ t قال :أن رَسُولَ اللَّهِ r قال : حَقُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ خَمْسٌ : رَدُّ السَّلاَمِ , وَعِيَادَةُ الْمَرِيضِ , وَاتِّبَاعُ الْجَنَائِزِ , وَإِجَابَةُ الدَّعْوَةِ, وَتَشْمِيتُ الْعَاطِسِ.

وَفِى رِوَايَةٍ لِمُسْلِمٍ: حَقُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ سِتٌّ : إذا لَقِيتَهُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ , وَإذا دَعَاكَ فَأَجِبْهُ, وَإذا اسْتَنْصَحَكَ فَانصَحْ لَهُ, وَإذا عَطَسَ فَحَمِدَ اللَّهَ فَسَمِّتْهُ, وَإذا مَرِضَ فَعُدْهُ , وَإذا مَاتَ فَاتَّبِعْهُ .

Ebu Hüreyre ra’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sav şöyle buyurdu:

“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selam almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, davete icabet etmek, aksıran kimseye yerhamukallah demek.”[26]  

 

Müslim’in başka bir rivayeti şöyledir: “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır. Karşılaştığın zaman ona selam ver, seni davet ederse davetine git, nasihat isterse nasihat et, aksırır da Allah’a hamdederse yerhamukallah de, hastalandığında onu ziyaret et, vefatında cenazesinin ardından git.”[27]    

 

EFENDİMİZİN EMRETTİĞİ VE YASAKLADIĞI ŞEYLER

- عَنِ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ رضي اللهُ عَنْهُمَا قال : أمرنَا رَسُولُ اللَّهِ r بِسَبْعٍ, وَنَهَانا عَنْ سَبْعٍ : أمرنَا بِعِيَادَةِ الْمَرِيضِ , وَاتِّبَاعِ الْجَنَازَةِ , وَتَشْمِيتِ الْعَاطِسِ, وَإِبْرَارِ الْقَسَمِ أَوِ الْمُقْسِمِ, وَنَصْرِ الْمَظْلُومِ , وَإِجَابَةِ الدَّاعِي, وَإِفْشَاءِ السَّلاَمِ, وَنَهَانا عَنْ خَوَاتِيمَ أَوْ عَنْ تَخَتُّمٍ بِالذَّهَبِ , وَعَنْ شُرْبٍ بِالْفِضَّةِ , وَعَنِ الْمَيَاثِرِ الْحُمْرِ , وَعَنِ الْقَسِّيِّ , وَعَنْ لُبْسِ الْحَرِيرِ وَالاسْتَبْرَقِ, وَالدِّيبَاجِ . وَفِى رِوَايَةٍ: وَإنشَادِ الضَّالَّةِ فِى السَّبْعِ ألاوَلِ.

Ebu Umara Bera ibni Azib ra şöyle demiştir: Rasulullah sav bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı.

Emrettikleri: 1- Hastayı ziyaret etmek, 2- Cenazeye katılmak, 3- Aksıran kimse elhamdülillah derse yerhamükallah demek, 4- Yemin edeni tasdik etmeyi veya yemini bozmayıp yemin üzere devam etmeyi veya yemin eden kimsenin yeminini yerine getirmesini temine çalışmayı, 5- Mazluma yardım etmeyi, 6- Davet edenin davetine katılmayı, 7- Selamı yaygınlaştırmayı.

Yasakladıkları: 1- Altın yüzük takmayı, 2- Gümüş kaplardan yiyip içmeyi, 3- İpek minder kullanmayı, 4- İpek elbise giymeyi, 5- Atlas elbise giymeyi.[28]

* Müslim’in diğer bir rivayetinde: “Kaybolmuş bir malı ilk haftasında ilan etmeyi” sözü vardır.[29]

 

SELÂMIN ADABLARI

 

Sohbetimin başında okuduğum Ayeti Celileye tekrar dönecek olursak;

وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْبِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيباً

“Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin Şüphesiz, Allah cc herşeyin hesabını tam olarak yapandır”[30]

 

SELAMIN EN GÜZELİ

عَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ رضي الله عنه قَالَ : جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ : السَّلامُ عَلَيْكُمْ ، فَرَدَّ عَلَيْهِ السَّلامَ ، ثُمَّ جَلَسَ ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : ( عَشْرٌ ) ثُمَّ جَاءَ آخَرُ فَقَالَ : السَّلامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ ، فَرَدَّ عَلَيْهِ ، فَجَلَسَ ، فَقَالَ : ( عِشْرُونَ ) ثُمَّ جَاءَ آخَرُ فَقَالَ : السَّلامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ ، فَرَدَّ عَلَيْهِ ، فَجَلَسَ فَقَالَ : ( ثَلاثُونَ ) صححه الألباني في صحيح أبي داود .

Nebî sav’e bir adam geldi ve:

“Es-Selâmü aleyküm, dedi. Hz.Peygamber onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu.

Nebî sav:

 “On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:

“Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah”, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu.

Hz.Peygamber sav:

 “Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve: “Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh”, dedi. Hz.Peygamber o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz:

 “Otuz sevap kazandı” buyurdular.[31]

 

Kıymetli Müminler!

 

Bu konudaki diğer bir Hadisi Şerif de şöyledir:

 

Bir adam Efendimizin yanına vardı ve Ona; "Es-Selâmu aleyke" deyince, RasûIüllah sav adama, "Ve aleyke'selâm ve rahmetullahi” diyerek cevap vermiştir. Az sonra başka bir adam gelip: "Es-Selamu aleyke ve rahmetullahi" dediği zaman, Hz. Peygamber sav ona: "Ve aleykes-selâm ve rahmetulahi ve berakâtuhu" diye cevap vermiştir. Üçüncü bir adam gelerek: "Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu" şeklinde selâm verdiğinde, Hz. Muhammed sav kendisine: "Ve aleykesselam ve rahmetullahi ve beraketüh" karşılığında bulunmuştur. Bunun üzerine adam: "Ya Rasûlullah! Annem, babam sana feda olsun. Benden önce iki adam selâm verdiğinde, bana verdiğin karşılıktan fazlasını onlara verdiniz" deyince, Rasûlüllah sav ona şu cevabı vermiştir: "Sen bize söylenecek bir fazlalık bırakmadın ki!"[32]

 

KİM, KİME ÖNCE SELAM VERECEK?

 

Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır.

 “İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir.”[33]

يُسَلِّمُ الرَّاكبُ عَلَى الْمَاشِي ، وَالْماشي عَلَي القَاعِدِ ، والقليلُ على الكَثِيِرِ

“Binitli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selâm verir.”[34]

« إذا لقيَ أَحَدَكُمْ أخاه فَلْيُسَلِّمْ عَلَيْهِ ، فَإنْ حالَتْ بَيْنَهُمَا شَجَرَةٌ أو جِدَارٌ أوْ حَجَرٌ ثُمَّ لَقِيَهُ فَلْيُسَلِّمْ عَلَيْه

“Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.”[35]

 

Enes  ra şöyle demiştir: Resûlullah sav bana:

“Yavrucuğum! Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun” buyurdu.[36]

 

Ebû Hüreyre  ra’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sav şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından daha üstün değildir.”[37]

 

Selam karşılaşıldığı zaman verileceği gibi, ayrılırken de verilmelidir.

Selam problemlerin çözümünde atılacak ilk adımdır ve insanlar arasında oluşması gereken muhabbet selam ile sağlanır.

Selam sadece büyüklere değil çocuklara da verilmelidir.

 

ÖZET

Aziz Müslümanlar!

 

Selam ve selamlaşmanın önemini ayet ve hadisler ışığında sizlere aktarmaya çalıştık. Özetle şu hususları gördük ki;

1-                 Selam verip almakla Rabbimizin emri ve Efendimizin sünneti yerine getirilmiş olur.

2-                 Selam verip almak suretiyle Rabbimizin “Es Selam” ismi şerifini zikretmiş oluruz.

3-                 Selam verip-almakla insanlar arasında muhabbet başlar. Bu muhabbetin neticesinde ise gönüllerdeki kardeşlik duygusu güçlenir.

4-                 Selamın yaygınlaşması, selamet veren Allah’a sığınma ve Selâmet  Toplumu’nun oluşturulması, Rasülüllah’ın sav ümmeti olduğunun delili ve bütün dünya Müslümanlarının “İlâhi ve Nebevi Parola”sıdır.

5-                 Selam ile Müslüman fert ve toplumların, Şeytanların ve küfür ehlinin fitne ve fesadlarından Allaha sığınarak güçlü olmak ve dünyayı Darüs Selam yada Darül İslam yapmalarıdır.

 

Bu gün Ümmeti Muhammedin birbirlerinin düşmanı olduklarını gördükçe, birbir kanlarını döktüğünü döktükçe, ES SELAM olan Allah ile Müslümanların O’na ve Rasülüne olan ittibasını derinden sorgulamak gerekmektedir.

 

Aziz Müminler!

 

v     ÖRNEK BİR OLAY / MEKKENİN FETHİNDEN SONRA HİCRİ 8. YIL

 

Mekke’nin fethiyle Ku­reyş’in hemen hemen tamamı İslami­yetle şereflen­mişti. Fetih, aynı zamanda civar kabileler, bilhassa Ku­reyş­li­lere taraftar bulu­nan kabileler üzerinde müspet te­sirler bırakmış ve onların İslam ve Müslü­man­lara karşı gönüllerinde sevgi dolu sıcak bir alâka duymasına sebep ol­muş­tu. Bu ciddi alâka, onların bundan böyle Resûl-i Ekrem safında yer ala­cakla­rı­nın bir işareti sayılıyordu.

 

Bununla birlikte gönülleri hâlâ bu sıcak ilgiden mahrum bulunan ve mah­ru­miyetten sıyrılmak arzusu taşımayanlar da vardı: Sakif ve Havazin kabile­leri, bun­ların başında yer alıyordu. Bunlar, eskiden beri Pey­gam­be­ri­miz ve Müs­lü­man­lara karşı şiddetli düşmanlıklarıyla biliniyorlardı. Birçok Arap ka­bilesi ge­lip Resûl-i Ekrem’e sadâkat elini uzattığı halde, bunlar düşmanlıklarını bir tür­lü yenemiyorlardı. O civarın en güçlü kabileleri oluşu kendilerini aldatı­yor ve yersiz bir gurura sevk­ediyordu.

 

Resûl-i Ekrem, Mekke’yi fethedip Ku­reyşlilerle birlikte birçok kabilenin de gönlünü kazanınca, bunların endişeleri daha da kabardı. Büyüyen endişeleri, onları, hazırlanıp Mekke üzerine yürüme kararını almaya kadar götürdü. Ga­yeleri, Pey­gam­be­ri­mizin üzer­lerine gelmesine fırsat tanımadan Mekke’ye ansı­zın baskında bulunmaktı.

 

Bir Kan Davasının Hükme Bağlanışı

 

Resûl-i Ekrem, henüz Huneyn mevkiinden ayrılmış değildi.

Öğle namazını kılmış ve istirahat etmek üzere bir ağacın gölgesinde oturuyordu.

 

Bu sırada iki kişinin huzuruna gittiği fark edildi. Bunlar, Gatafanların Reisi Uyeyne b. Hısn ile Akra b. Hâbis idi. Uyeyne, Peygam­be­ri­mizden, haksız yere öldürülen Âmir b. Azbat’­ın kanını dava ediyor ve katil Muhallim b. Cessa­me’nin kendilerine teslimini istiyordu.[38]

 

Uyeyne b. Hısn, “Vallahi, yâ Resûlallah! O benim kabilemin kadınlarına ölüm acısını tattırıp canlarını yaktığı gibi, ben de onun kadınlarına ölüm acısını tattırıp canlarını yakmadıkça yakasını bırakmam!” diyerek Muhallim b. Cessame’nin kısas için kendisine teslimini isterken, Aka b. Habis ise Muhal­lim’i müdafaa ediyordu.

 

Resûl-i Ekrem’in “Onun diyetini [kan bedelini] alsan olmaz mı?” diye yaptığı teklife, Uyeyne b. Hısn yanaşmadı. Bu sırada sesler yükseldi, gürültüler çoğaldı.

 

Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “Hayır, bu seferimiz sırasında elli deve, dönüşümüzde de elli deve diyet alacaksın” diye teklifte bulundu. Ancak Uyeyne aynı şekilde bu teklifi de kabule yanaşmadı.

 

Uzun uzun konuşulduktan sonra, Uyeyne b. Hısn, teklif edildiği şekilde diyet almayı kabul etti. [39]

 

Böylece, Resûl-i Ekrem, halk arasında az da olsa gerginliğe sebep olan bir kan davasını halletti.

 

Fakat işin, ibret alınması gereken tarafı bundan sonra cereyan etti: Müslü­manlar, Muhallim b. Cessame’ye, “Resûlullah’ın huzuruna çık, yaptığın bu hareketinden dolayı senin için Allah’tan mağrifet dilesin!” deyince, uzun boylu, üzerine yeni bir elbise giymiş ve kısasa kendisini hazırlamış bulunan Muhallim, huzuru Risâlete vardı. Efendimizin önüne diz çöktü. Mahzundu, üzgündü, gözlerinden yaşlar akıyordu. Yaptığı şeyden pişmanlık duyduğunu ve Allah’a tevbe ettiğini söyleyerek, Resûlullah’tan, Allah’tan mağrifet dilemesini istiyordu: “Yâ Resûlallah! Pişmanım, Allah’a tevbe ediyorum! Benim için Allah’tan mağrifet dile!”

 

Resûl-i Ekrem, “Kimsin sen?” diye sordu.

“Muhallim b. Cessame!” diye cevap verdi.

Resûl-i Ekrem, “Demek sen, ona (Âmir’e) Allah’ın emanıyla eman verdin (selamına karşılık selam verdin), sonra da onu vurup öldürdün, öyle mi?” diye buyurunca, Muhallim b. Cessame başını önüne eğdi ve sustu.

Efendimiz, sonra ellerini kaldırarak, yüksek sesle, “Allahım, Muhallim b. Cessame’yi affetme!” diye beddua etti.

 

Bedduayı duyan Muhallim’in tüyleri diken diken oldu; uğrayacağı âkıbetin dehşetini düşünerek tir tir titremeye başladı. Tekrar yalvardı: “Yâ Rasülellah! Pişmanım! Allah’a tevbe ediyorum! Ne olur, benim için Allah’tan af dile!”

Ne var ki Muhallim’in bu yakarışı da pek fayda etmiyor ve aynı şekilde Hz. Resûlullah’ın sav bedduasına uğruyordu. Sonra da huzurdan kovuluyordu.

 

Yapılan bedduanın üzüntüsü ve uğrayacağı âkıbetin dehşeti Muallim’i ancak bir hafta kadar ayakta tutabildi. Ölünce, onu gömdüler. Ne var ki yer, ölüsünü kabul etmiyordu; defalarca gömdükleri halde, yer, yine cesedini dışarı attı.[40] Sonunda kavmi, üzerine taş yığarak onu iki dağ arasında bıraktı.[41] Durumu Efendimize ilettiklerinde, şöyle buyurdular:

“Vallahi, yer, ondan çok daha kötülerin üzerini örtmüştür. Fakat Allah, aranızdaki (haksız yere adam öldürme) yasağı hakkında, size, gösterdiği bu hadiseyle öğüt ve ibret vermek istemiştir.”[42]  

 

            Ey Selam Olan Allahım!

Selam sensin ve selam sendendir.

Ümmeti Muhammed’e sav Selamın bereketini nasip et. Üzerimize rahmet, berket ve mağfiret yağmurları yağdır.

Doğumu selam, hayatı selam, sonu selam, ahreti selam ve cenneti selam olanlardan eyle. Amin!

 

 

 

KAYNAKLAR:

Kuran-ı Kerim Meali, Türkiye Diyanet Vakfı,

Kuran-ı Kerim Meali, Feyzül Furkân,

Riyazus Sâlihin

Kainatın Efendisi Peygamberimiz sav, Salih Suruç

Vaaz Siteleri

http://islamqa.info/ar/67801

http://www.quranexplorer.com/quran/

 

Vezirköprü Cezaevi Vaizi

Yaşar Kapkara

Şubat 2015



[1] Nisa Suresi, 4/86

[2] Haşr Suresi, 59/23

[3] Riyazü’s-Salihin, Tercümesi ve Şerhi, Erkam yay. Hadis No: 847

[4] (Zâriyât, 51/24-25)

[5] Yahya as: Hz. Zekeriyyanın oğlu olup, İsmini Cenabı Hak koymuştur. Hz. İsa’dan altı ay evvel dünyaya gelmiştir.

[6] (Meryem, 19/12-15)

[7] (Meryem, 19/33)

[8] Evde kimse yoksa bile es-selâmu aleyküm demek gerekir. Bu selama melekler mukabele ederler. Camilerde de böyledir (Celâleyn). Yahut es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn diye selâm vermek gerekir.

[9] Nur, 24/61

[10] Nahl, 16/32

[11] (Müslim, Cenâiz, 104; İbn Mâce, Cenâiz, 36).

[12] (Tirmizi, Cenâiz, 58, 59).

[13] (Gazzâli, İhyau Ulûmi'd-din, IV, Ziyâretü'l-Kubur bahsi).

[14] Furkan, 25/75

[15] Yasin, 36/56-58

[16] Kaf, 50/34

[17] Ra’d,13/24

[18] Vakıa, 56/25-26

[19] Furkan, 25/63

[20] (Nahl, 16/125)

[21] İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 77-78; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 420; Taberî, Tarih, c. 2, s. 236.

[22] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 78-79; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 420; Taberî, Tarih, c. 2, s. 236-237; İbn Seyyid, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 160; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 2, s. 170-171.

[23] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 846

[24] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 850

[25] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 849

[26] (Buhari, cenaiz 2)

[27] (Müslim, Selam 5)

[28] (Buhari, Cenaiz 2, Müslim, Libas 3)

[29] (Müslim Libas 4)

[30] Nisa Suresi, 4/86

[31] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 852

[32] (Fahruddin er-Razî, Tefsiru'l-Kebîr, Mısır 1308, X, 209 vd.).

[33] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 857

[34] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 859

[35] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 862

[36] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 863

[37] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 871

[38] Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Mekke fethine çıkıldığı sırada Peygamberimiz, hedef şaşırt¬mak ga¬yesiyle, Ebû Katâde kumandasında bir birliği Batn-ı İzam tarafına göndermişti. Müca¬hitler, yolda Âmir b. Azbat’a rastlamışlardı. Âmir, mücahitleri İslam selamıyla selamladığı hâl¬de, şahsî bir düş¬manlık ve kinden dolayı, Muhallim b. Cessame tarafından öldürülmüştü. İşte, Uyey¬ne b. Hısn’ın istedi¬ği, bu kan davası idi.

[39] İbn Hişam, Sire., c. 4, s. 276.

[40] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 277. 

[41] İbn Hişam, Sire., c. 4, s. 277.

[42] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 277.

 

 

 1-AHDE VEF 

 

İslam ahde vefayı ve akitlere riayet etmeyi imanın gereği kabul etmiş, Müslümanlardan sözlerine sadık kalmalarını emretmiştir.

 

           Değerli Mislimanlar!

 

           Öyle ise ahd nedir?

 

Ahd: Vaad etme, peyman, misak ve vasiyet gibi anlamlara gelmektedir.

 

İki taraf arasında yapılan sözleşmelere de ahd denir. Ahd yapmanın yani ahidleşmenin insanlar arasında inşa edilen biçimine  “muâhede” denir.

 

Ahd, aynı zamanda yemin ve kesin söz anlamında da kullanılmaktadır. Yemin, ahdin dinî yönünü, söz verme ise, ahlâkî boyutunu ihtiva eder. Allah ile İsrâiloğulları arasında yapılan ahdin hükümlerini muhtevi olduğundan dolayıdır ki, Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd adı verilmiştir.

 

          Kıymetli Dostlar!

           Gelelim Vefaya,

Vefa: Sözünde durmak, ödemek, geçmişteki bir hukuku unutmamak, sırt dönmemek gibi anlamlara gelmektedir. “Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak” anlamlarına gelir. Bu yüzden de  Ahde Vefa, Kurân ahlâkının en önemli ilkelerinden biridir.

 

Kurânda ahde vefa yani sadakat imândan sayılmış, Allah ile yaptıkları antlaşmaya sadık kalanlara hesapsız ecirler vaad edilirken, Allah’a karşı ahitlerini hiçe sayanların ise âhirette nasipsiz olacakları haber verilmiştir.

 

اِنَّ الَّذينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّهَ يَدُ اللّهِ فَوْقَ اَيْديهِمْ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلى نَفْسِه وَمَنْ اَوْفى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّهَ فَسَيُؤْتيهِ اَجْرًا عَظيمًا

“Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur.  Allah’a verdiği sözü yerine getirene,  Allah büyük bir mükâfat verecektir. ” (Fetih, 48/10 )

 

اِنَّ الَّذينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَليلًا اُولئِكَ لَاخَلَاقَ لَهُمْ فِى الْاخِرَةِ وَلَايُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلَا يُزَكّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ

“Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Al-i İmrân, 3/77  )

Yine ahdine vefa göstermeyenler bozguncular (müfsidler) olarak nitelendirilmişlerdir:

 

اَلَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

“Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşeri ve ahlâki bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Bakara, 2/27)

 

         Yine aynı kişilerin durumları Rad Suresinin 25. Ayeti Kerimesinde şöyle anlatılmaktadır:

 

وَالَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ

“Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.“ (Ra’d, 13/25 )

         Evet, lanetlenmiş ve cehenneme sürülmüş olmak.

Muhterem Kardeşlerim!

Ahde Vefa, insanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olabilmesi için yegane garanti vasıtasıdır. Bu yüzdendir ki,  Allah Teâlâ, Kur’an’da, insanların toplumsal hayatlarının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin ve de verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerini istemiştir.

Ahde vefanın Müslümanların karakteristik özelliklerinden olduğunun altını çizen Kurân-ı Kerîm, gerek insanlar arası ve gerekse toplumlar arası ilişkilerde ahde vefaya ayrı bir önem atfetmiştir. Başka bir ifadeyle Kur’ân-ı Kerîm, ahde vefayı, insanın bireysel ve toplumsal hayatının önemli ve uyulması zorunlu unsurlarından biri olarak telakki etmiş, Allah ile insan ve insan ile insan  arasındaki ilişkilerin asli unsurlarından saymıştır.

Bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz, ahde vefayı müminler için imanın esası ve faziletli yaşamın ön şartı kabul etmiştir.  

 
“Vefa imandandır, vefası olmayanın imanı olmaz demiş söz sahibi, ‘kıyamet gününde her vefasızın başına bir bayrak dikilir, bu vefasızlık etmiştir diye alem halkına ilan edilir’ buyurur Alemin Efendisi. (Ebu Saidi’l-Hudri Radıyallahu Anh rivayetiyle)

 

يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِ

“Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin.” ( Mâide,5/1 )

Akit, sözleşme demektir. Kelime burada, hem Kur’an’ın getirdiği iman esaslarını, Allah’ın emir ve yasaklarını, uygulanması gereken kuralları, hem de genel anlamıyla kişilerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmeleri, verdikleri sözleri kapsamaktadır.

 Kur’ân, ahitlerin yerine getirilmesi hususunda çok titiz davranır.  Ahit, hem Allah’ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah’a karşı veya Allah adına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlar olduğu içindir ki, Allah Teâlâ, bu hususta;

 

وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَاقُرْبى وَبِعَهْدِ اللّهِ اَوْفُوا ذلِكُمْ وَصّيكُمْ بِه لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti.” (En’am,6/152)

 

وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ

“Allah’ın ahdini yerine getiriniz.” ( Nahl,16/91 ) buyurmaktadır.

 

 Allah’a, insanlara ve uluslara verilen her söz ve taahhüt bir sorumluluğu gerektirir.  Ahde vefa göstermeyenler Allah’a karşı sorumludurlar:

 

وَاَوْفُوا بِالْعَهْدِ اِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُلاً

“Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur.” (İsrâ, 17/34 )

 

وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلاَ تَنْقُضُوا اْلاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكِيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلاً اِنَّ اللهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.” (Nahl,16/ 91 )

         İbnu Abbas Radıyallahu Anh demiştir ki: ”Ahdine kim vefasızlık edip bozarsa, ALLAH mutlaka ona bir düşman musallat eder.”  (Muvatta, Cihad 12)

وَلاَ تَكُونُوا كَالَّتِى نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًا تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِىَ اَرْبَى مِنْ اُمَّةٍ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللهُ بِهِ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَمَةِ مَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

 “Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır.“  (Nahl,16/ 92 )

 

Ayetlerden anlaşıldığına göre, antlaşma yapan taraflar arasındaki güç dengesi ne olursa olsun, temel ahlâkî ilke, verilen sözün mutlaka yerine getirilmesidir. Kendinden güçlü olana verilen sözü yerine getirip, zayıf olana verilen söze riayet etmemek, ahlaksızca bir tutumdur.  Bu ilke, aynı zamanda bireysel ilişkilerde büyük-küçük arasında da dikkat edilmesi gereken temel ve ahlâkî bir düzenleyici ilkedir.  Ayrıca, verilen söz ve yapılan antlaşmalara riâyet hususunda Allah kefil tutulmuş olduğundan, antlaşmanın gereğini yerine getirmemek Allah’a karşı işlenmiş büyük bir suçtur.  Kısaca, bu âyetler, kişinin Allah’a olan inancından dolayı manevî, ahlâkî ve  toplumsal ilişkilerdeki sorumluluklarına işaret etmektedir. Aynı zamanda insanların birbiriyle yaptıkları bütün sözleşmelere, iş ve işlemlere iman açısından, Allah’ın cc şahid  olduğu, Allah’ın cc şahid olduğu iş ve işlemlerde de dürüst olunması gerektiği üzerinde durulmuştur. Sonuç olarak ayetler, Müslümanın hayatın her anını ihsan içerisinde yaşamasının gerekliliğini vurgular.

 

Hz Peygamber de verilen sözün önemi üzerinde titizlikle durmuş ve sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği ve dinî bir görev saymıştır. Bu konuda Hz Peygamber şöyle buyurmuşlardır:

 

  “Emanete riâyeti olmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur.” (Ahmed b  Hanbel, Müsned, III, 135, 154, 210, 251 )

 

Kur’an’da, verilen sözün yerine getirilmemesi Allah katında en çirkin davranışlardan biri hatta önde geleni olarak takdim edilmektedir:

 

كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لاَ تَفْعَلُونَ, يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ

 “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.” (Saf,61/ 2-3 )

İşte bundan dolayı olsa gerek ki, Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir.

 

Verilen sözün yerine getirilmesi Kur’an’ın emridir.  Müslümanın sözü senettir.  Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir. İnanan insan verdiği sözden caymaz.  Sözden caymanın münafıklık alameti olduğunu bilir.

 

Peygamberimiz buyuruyor ki:

 

قَالَ رَسُولُ اللّهِ: أرْبَعٌ  مَنْ كُنَّ فيهِ كَانَ مُنَافِقاً خَالِصاً. وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتّى يَدَعَهَا: إذَا أُؤْتِمِنَ خَانَ، وَإذَا حَدّثَ كَذَبَ، وإذَا عَاهَدَ غَدَرَ، وَإذَا خَاصَمَ فَجَرَ

İbnu Amr İbni'l-As ra anlatıyor: Rasulullah sav buyurdular ki: "Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar."  [1]

 

         Aziz Müslümanlar!

Yüce Allah cc Müminun Suresinde Mü’minlerin vasıflarını anlatırken şöyle buyurmuştur:

 

وَالَّذِينَ هُمْ لاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ

 “Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.” (Mü’minun, 23/8)

 

İnsan Suresinde de;

يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطِيرًا

“O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.” (İnsan, 76/7) 

 

         Bir kişi geri vermemek niyeti ile borç alsa veya bedelini ödememek niyeti ile mal satın alsa ve bu durumda iken ölse, o kişi hain ve hırsızdır. (Ahmed bin Hambel; taberani)

 

Yüce Mevla’mız örnek gösteriyor:

وَاذْكُرْ فِى الْكِتَابِ اِسْمَعِيلَ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَبِيًّا

“Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir resul, bir nebi idi.” (Meryem, 19/54)

 

 Rabbinin nezdinde beğenilen İsmail Peygamber… Beğenilme özelliği de sözüne bağlılık…

 

عن عبداللّهِ بن أبى الحمساءَ رَضِيَ اللّهُ عَنه قال: بَايَعْتُ رَسُولَ اللّهِ . بِبَيْعٍ قَبْلَ أنْ يُبْعَثَ، وَبَقِيَتْ لَهُ بَقِيَّةٌ، فَوَعَدْتُهُ أنْ آتِيَهُ بِهَا في مَكَانِهِ، فَنَسِيتُ ثُمَّ ذَكَرْتُ بَعْدَ ثَثٍ، فَجِئْتُ فَإذَا هُوَ فِي مَكَانِهِ، فَقَالَ: يَا فَتَى لَقَدْ شَقَقْتَ عَلَيَّ أنَا ههُنَا مُنْذُ ثَثٍ أنْتَظِرُكَ

“Abdullah İbnu Ebi'l-Hamsa ra anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a daha bi'set (peygamberlik) gelmezden önce bir şey satın almıştım. O alışverişten ona hâlâ bir miktar (borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine yerinde vermeyi vadettim. Ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım, geldiğimde o hâlâ (sözleştiğimiz) yerindeydi. "Ey genç bana meşakkat verdin, ben üç gündür burada seni bekliyorum!" buyurdular." [Ebu Davud, Edeb 90, (4996) ]

 

 Her konuda olduğu gibi, ahde vefada da tüm insanlık için örnek olan Peygamberimizin şu hareketi her türlü takdirin üstünde olsa gerek.

 

         Efendimizin hayatından bir örnek. Aleyhinde bile olsa sözünde durmak.

 Ebu Cendel Hadisesi:

 Hicretin 6  yılında (M  628) Allah Resulü ile beş yüz kadar ashabı, hac maksadıyla, yola çıkmıştı.  Yanlarında sadece basit birer kılıç vardı.  Muharebe ve mücadele yapmayı düşünmemişlerdi.  Müslümanlar ihramlarına bürünmüş halde Hudeybiye’ye kadar gelmişlerdi  Müşrikler, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için diretmişler, velhasıl burada müşriklerle Hudeybiye antlaşma yapılmıştır.

 

Bu antlaşma maddelerinden biri de: "Müşriklerden Müslümanların saflarına geçecek erkekler iade edilecek "Müslüman olmuş ve Resûlullah'a iltica etmiş her erkek kâfirlere iade edilecekti.  Rasûlullah: "Bu olmaz!" dedi.  Kâfirlerin murahhası, onların heyetinin başı Süheyl ise: "Bu olmazsa anlaşma da olmaz.  Kılıçlarımızla üzerinize geliriz." diyerek diretti.  Allah Resûlü ısrar edince, Süheyl"de direnerek. "Ben imza atmıyorum" dedi. Resûlullah zahirde çok ağır olan bu maddeyi kabul etti.

 

Henüz müzakere bitmiş va fakat antlaşma yazılmamış, yürürlüğe girmemişti.  Tam bu sırada oraya Süheyl'in oğlu Cendel geldi. 17-18 yaşlarında bir genç… daha yeni Müslüman olmuş, fakat babası Süheyl ona en büyük darbeyi vurmuş, hapse atmış, ellerine ayaklarına zincir vurmuş, elleri ayakları bağlı genç, yatmış olduğu hapishaneden bin bir güçlükle kurtulup, kanlar içinde ve ayağındaki zincirlerin şakırtısıyla kendini Allah Resulü'nün huzuruna attı.  "Merhamet Ya Resûlallah!" dedi. Vücudundaki mızrak, zincir, kırbaç, sopa yaralarını gösterdi. Allah Resûlü: "Ahitname daha imzalanmamıştır.  Ben bunu alıkoyacağım" deyince, Süheyl karşı çıktı  "Gördün mü Ya Muhammed! Anlaşmamıza göre Oğlumu bana teslim edeceksin!" dedi. Ne yapacak şimdi ufkun peygamberi… Bir söz vermişti, sözünden dönsün mü?

 

 Peygamberimizin içi kan ağlıyor, vermek istemiyor, ama bir anlaşma var.  "Ya Cendel, ne yazık ki seni iade etmemiz gerekiyor.”  Babası oğlunun yakasından tutmuş, çekiyor, çekiyor… Cendel kafasını öbür tarafa çevirmiş, peygamberimizin yüzüne bakıyor. Ya Resulallah, beni geri mi gönderiyorsun? Ümitlenmiştim, bana sahip çıkacaksın zannediyordum.  Beni babamın, bu azgın insanların yanına mı gönderiyorsun, Ya Resûlallah, ben bu ümitlerle zincirlerimi kırmamıştım, bu ümitlerle kapıyı yarıklamamıştım. diyor ve ağlıyordu.  Hz  Peygamber ne yapayım ben antlaşama yaptım.  Antlaşma yaptığımdan dolayı geri gönderiyorum.  Mecburum  Demek antlaşma yaptın Ya Resûlallah, Sen mi git diyorsun gideceğim.  Yeter ki sen de gideceğim, Öl de öleceğim…

 

“Pekâla  Cendel git! Allah seni ve seninle beraber bütün mazlumları kurtaracak.  İslâm'ın atisi için benim böyle hareket etmem lâzım" dedi

  Ashab-ı Kiram'ın hepsi kılıçlarını yarıya kadar çektiler.  "Ya Resûlallah! Olmaz bu"! Dediler.  Ömer o kadar galeyana gelmişti ki, Allah Resûlü ile şöyle muhavere etti:

 -"Ya Resûlallah, Sen bize vaad etmedinmi ki, Kâbe'yi ziyaret edeceğiz "

 -"Ben Allah'ın dediğinden başkasını yapmam."

 -"Ya Resûlallah, sen Allah'ın peygamberi değil misin?"

 -"Allah'ın Peygamberiyim.  Fakat ben Allah'ın dediğinden başka şey yapmam "

 -"Ya Resulallah! Sen Allah'ın Peygamberi değil misin?"

 -"Allah'ın Peygamberiyim, ama ben Allah'a isyan etmem "[2]

 İşte ahde vefa örneği,

Kıymetli Müminler!

Vefa dostun dosta muhabbeti ona olan gönül bağıdır. Dostluğunu daim kılmak isteyen vefakar ve cefakar olmayı da göze almalıdır.

Bir defasında Habeş Hükümdarı Necaşi’nin Elçileri Hazret-i Peygamberin huzuruna gelmişti. Efendimiz sav bizzat kendisi onlara hizmet etmiş, Ashab’dan bazıları: “Ya Resulallah! Biz hizmet edelim” dediklerinde ise, şu cevabı vermişti: “Bunlar, Habeşistan’a hicret etmiş olan ashabıma yer göstermişler ve ikram etmişlerdi. Şimdi ben de bunlara hizmet etmek isterim.”

Habeş Kralı Necaşi’nin vefatında: “Bugün salih bir kardeş vefat etti.” diyerek üzüntüsünü dile getirmiş ve gıyabi cenaze namazını kılmıştır.

 Efendimizden bir başka vefa örneği:

Havle binti Tüveyt radıyallahu anhâ mü’minlerin annesi Hazreti Hatice radıyallahu anhâ’nın yakın arkadaşı… Rasûlullah sav efendimizin saygı gösterdiği, kendisi için ayağa kalktığı bir hanım sahâbî… Bazan saadetli evlerine hediye gelince: “Bunu falan hanımın evine götürün; Çünkü o, Hatice‘nin dostu idi, onu severdi,” diye emreder, rahmetli zevcesinin hakkını gözetirdi.

 

 Havle binti Tüveyt (r. anhâ) Allah’a ve Resûlüne tam teslim olmuş bir hanımdı. Onun imânî heyecanını bilen İki Cihan Güneşi efendimiz Havle (r. anhâ)’ya hürmet ederdi. Bilhassa Hz. Hatice (r. anhâ) annemizin vefâtından sonra zaman zaman onu ziyaret ederdi. Zevcesi Hatice’nin hâtırâsı olarak ona izzet ve ikramda bulunurdu. Resûl-i Ekrem sav efendimizin bu vefâkârlığını Hz. Aişe (r. anhâ) annemiz şöyle anlatıyor: “Birgün Havle (r. anhâ) bize geldi. Onun geldiğini gören Allah Resûlü sav ayağa kalktı. “Hoş geldin! Nasılsın?” diyerek Havle (r. anhâ)’nın hal ve hatırını sordu. Ben bunu garibsedim.

 

Kendi kendime; bu kadının içeri girmesiyle niçin ayağa kalktı? Buna gerek var mıydı dedim. Hemen Rasûlullah sallallahu aleyhi veselleme:

 

“ – Ya Rasûlallah! Onun için ayağa kalkıp karşılamana gerek var mıydı?” diye sordum. Bunun üzerine Rasûlullah sav şöyle buyurdu:

 

“Bu kadın Hatice zamanında bize ziyarete gelirdi. Onun arkadaşıydı. Güzel arkadaşlık imandandır.” diye cevap verdi.

 

 Efendimiz Doğup büyüdüğü Mekkeyi, Hicret ettiğinde kendisine ve ashabına bağrını açan Medineyi, İslamın ilk Mescidi olan Kubayı, Baki Mezarlığını, Orada medfun bulunan Şehid Ashabını, İslam Tarihine iz bırakan Uhud’u, ki Onun için “Biz Uhudu severiz Uhud da bizi sever” diyerek, oraya verdiği kıymetini izhar etmiştir.

 

          Bedir Savaşı bitmiş, savaş İslamın zaferi ile sonuçlanmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz esirler hakkında ashabıyla istişâreler yapmış, onların fidye karşılığında bırakılmalarına karar verilmişti. Efendimizin damadı Ebü'l-Âs'da esirler arasındaydı. Hanımı Zeyneb'ten fidye için para istedi. O da bir miktar para ile birlikte evlenirken annesi Hz. Hatice (r.anhâ)'nın taktığı gerdanlığı gönderdi. Ebü'l-Âs kurtulmalık akçesini Rasûlullah! (s.a.)'e getirdi. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz gerdanlığı görünce tanıdı ve çok hislendi, mahzun oldu. Hüznünü anlayan Ashâb-ı Kiram: "Ya Rasûlallah! Sizi böylesine üzen nedir?" diye sordu. Efendimiz de: "Bu kolyeyi Hatice kendi eliyle Zeyneb'in boynuna takmıştı... Eğer uygun görürseniz bunu sahibini iâde edelim!" buyurdular. Hep bir ağızdan Ashâb-ı Kiram: "Hemen... Derhal Yâ Rasûlallah! Yeter ki siz üzülmeyin..." dediler.

 

 Ebü'l-Âs esirlikten kurtuldu. Kolye ve parası kendisine iâde edildi. Yalnız bir şart ileri sürüldü. Mekke'ye vardığında Zeyneb'i Medine'ye gönderecekti. Zira Ayet-i Celîle gelmişti.

 

…  فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ لَا هُنَّ حِلٌّ لَّهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ

" … Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bu (İnanmış Kadınlar) onlara helâl değildir. Onlar da bu (Kafir Erkeklere) helâl olmazlar… " (Mümtehine, 60/10)

 

Ebü'l-Âs mert ve dürüstlüğüyle tanınırdı. Verdiği sözü yerine getirirdi. Resûl-i Ekrem (s.a.)'e verdiği söz de yerine gelmeliydi. Zeyneb'ini de çok seviyordu. Ondan ayrılmak dünyanın en büyük ızdırabıydı. Müşrikler dahi ondan ayıramamıştı. Sözünde durdu ve Zeyneb'i Medine'ye gönderdi. Onun bu davranışından memnun kalan Rasûlullah (s.a.): "Ebü'l-Âs bana doğru söyledi ve sözünü tuttu." diye kendisini takdir etti. Hz. Zeynep eşinin Müslüman olması için çok dua etti. Hicretin yedinci senesinde Ebul As medineye geldi ve Müslüman oldu.

Peygamberimiz Hz Ali’nin dediği gibi “İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.”

Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz şu ayeti amcam Enes İbnu’n-Nadr hakkında indi biliyorduk. (meâlen): “Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler var. İşte onların kimi adağını ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiçbir suretle (ahidlerini) değiştirmediler.” (Ahzâb 23).

 

[1] Buharî, İman 24, Mezalim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Davud, Sünnet 16, (4688); Tirmizî, İman 14, (2634); Nesâî, İman 20, (8, 116)

[2] Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, Salih Suruç, Yeni Asya Yayınları, Aralık 1995

 

BAŞA DÖN

 

 

2-DÜNYA HAYATI

DÜNYA HAYATI

 

اِعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزٖينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهٖيجُ فَتَرٰیهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِى الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَدٖيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir. “ (Hadid suresi 57/20. Ayet)

 

وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذٖينَ يَتَّقُونَ اَفَلَا تَعْقِلُونَ

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”  (Enam suresi 32. Ayet)

 

وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi! “  (Ankebut suresi 64.)

 

اِنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ اُجُورَكُمْ وَلَا يَسْپَلْكُمْ اَمْوَالَكُمْ

“Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı (tamamen sarf etmenizi) istemez. “  (Muhammed suresi 36. Ayet)

 

(34) - عَنْ أبي يَعْلَى شَدَّادِ بْن أَوْسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عن النبيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : «الكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ ، وَعَمِلَ لِما بَعْدَ الْموْتِ ، وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَه هَوَاهَا ، وتمَنَّى عَلَى اللَّهِ الأمَانِيَّ » رَوَاهُ التِّرْمِذِي وقَالَ حديثٌ حَسَنٌ

Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Fahr-i Kâinat Efendi­miz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

 

“Akıllı kimse, sürekli kendi nefsini sorgulayan ve durmadan ölüm ötesi için çabalayandır. Nefsini hevâsının peşinde koşturduğu hâlde buna rağmen Allah Teâlâ’dan beklentileri olan kimseye gelince o zavallının tekidir.” Tirmizî, Kıyâmet 25.

 

(36)- عَنْ أبي سَعيدٍ الْخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عن النبيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : « إنَّ الدُّنْيا حُلْوَةٌ خضِرَةٌ ، وإنَّ اللَّهَ مُسْتَخْلِفُكُمْ فِيهَا . فَيَنْظُرُ كَيْفَ تَعْمَلُونَ . فَاتَّقُوا الدُّنْيَا وَاتَّقُوا النِّسَاءَ. فَإِنَّ أَوَّلَ فِتْنَةِ بَنِي إسْرَائيِلَ كَانَتْ في النِّسَاءِ » رَوَاهُ مُسْلِمٌ.

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

 

“Dünya tatlı, şirin ve albenilidir. Allah Teâlâ hazretleri (geçici de olsa) onu sizin kullanımınıza vermiştir; elbette ki orada nasıl davrandığınıza da bakacaktır. Öyleyse (Allah’ı unutturan çirkin yüzü itibariyle) dünyanın ve kadınların câzibesine kapılmaktan sakının! Nitekim İsrailoğullarında ilk fitne kadın yüzünden çıkmıştı.” Müslim, Zikir 99.

 

(37)- عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَقُولُ : « اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدَى وَالتُّقَى وَالْعَفَافَ والْغِنَى » رَوَاهُ مُسْلِمٌ.

 İbni Mes’ud radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

 

“Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği dilerim.”  Müslim, Zikir 72.

 

46) - عَنْ أبي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أنّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: « بَادِرُوا بِالأعْمَالِ الصَّالِحَةِ ، فَسَتَكُونُ فِتَنٌ كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ يُصْبِحُ الرَّجُلُ مُؤْمِناً ويُمْسِي كافِراً ، وَيُمْسِي مُؤْمِناً وَيُصْبِحُ كافِراً ، يَبِيعُ دِينَه بِعَرَضٍ مِنَ الدُّنْيَا» رَوَاهُ مُسْلِمٌ .

 Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

 

“Fırsat varken salih amel biriktirmeye bakın. Zira nasıl ki zifiri karanlık anlarında etraf seçilmez hâle gelir; onun gibi yakın bir gelecekte de birtakım fitneler ortaya çıkacaktır (ki ne imanla küfrü, ne de doğruyla yanlışı ayırt etmek mümkün olmayacaktır). Öyle ki mü’min bildiğiniz kişi, bir bakmışsın akşama varmadan imanından olmuş.. yine önceki akşam inandığı bir şeye sabah bir bakmışsın inanmaz hâle gelmiş!. meğer basit bir dünyalığa dinini satmış..”  Müslim, Îmân 186.

 

(104) - وعن عبدِ اللَّه بنِ عَمْرِو بنِ العاصِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَن رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : «الدُّنْيَا مَتَاعٌ ، وَخَيْرُ مَتاعِهَا المَرْأَةُ الصَّالِحَةُ » رَوَاهُ مُسْلِمٌ .

 Abdullah İbni Amr İbnü’l-Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: “Dünya bütünüyle metâdır (bizzat kendisi değil, dünyalıklarından ötürü istenen geçici bir mülktür) ve bu dünyalıklar içinde en hayırlısı da sâliha eştir.”  Müslim, Radâ’ 64.

 
(39)- عنْ أبِي أُمَامَةَ صُدَيِّ بْنِ عَجْلانَ الْباهِلِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَخْطُبُ في حَجَّةِ الْودَاعِ فَقَالَ : « اتَّقُوا اللَّهَ ، وَصَلُّوا خَمْسَكُمْ ، وَصُومُوا شَهْرَكُمْ ، وَأَدُّوا زَكَاةَ أَمْوَالِكُمْ ، وَأَطِيعُوا أُمَرَاءَكُمْ ، تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّكُمْ » رَوَاهُ التِّرْمِذِي ،

 Ebû Ümâme Sudeyy b. Aclân el-Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i Vedâ hutbesi’nde şöyle buyururlarken dinledim demiştir:

 “Allah’tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, zekâtınızı verin ve yöneticilerinize itaat edin! (Bunları ihmal etmeyiniz ki) Rabbinizin cennetine girebilesiniz.”  Tirmizî, Cum’a 80

 

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ

 “(Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler).” (Ra'd, 13/24)

 

 BAŞA DÖN

 

 

3- İHLAS

 




 

 
 

VAAZ

 

    

    

 

    

    

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Bismillahirrahmanirrahim

 

Elhamdülillahi Rabbilalemin. Vessalatü Vesselamü ala Rasûlinê Muhammedin Ve ala Âlihî ve Sahbihî Ve Etbaihi ecmain.

 

Kıymetli Müslümanlar!

 

Bu günkü sohbetimizde İslamda Ticaret Ahlakı üzerine konuşacağız.

 

Rabbim hak ve hakikatı anlatmayı, bilmeyi, yaşamayı ve tavsiye etmeyi cümlemize nasip eylesin.

 

Aziz Kardeşlerim

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى

“Hakikaten (Allah’ın lütfu ve yapılan bağışlar dışında) insana, kendi çalışmasından başkası yoktur.” (Necm, 53/39)

 

İslâm Çalışma, helal yollarla kazanç, mal edinme ve helal/meşru yerlere harcama esasına dayanır.

Bu çalışmaya, kendisine dua ve hayır gönderecek evlat ve dostlar kazanmak da dahildir. (Buhârî, “Cenaiz”, 106; “Sayd”, 217).

 

Müslümanın her işinin Ahiret uzantılı olmasından dolayı, ticareti de anlamadan önce Ahiret hallerini bir kerre daha hatırlamakta fayda olacaktır.

 

Rabbimiz Haşr Sûresinde şöyle buyurmaktadır:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ve herkes yarın için önden ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah’ın emirlerine aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 59/18)

 

Hepimizin en büyük sevdası, işimizin nihayeti o dehşetli günde, hani kişinin kendinden başka hiçbir şeyi düşünmediği, sadece nefsi nefsi diye inlediği, elinin altında ne varsa Sevgili mi mal mı arkadaş mı Dost mu yoldaş mı ne varsa hepsini de terk ettiği o günde, ihtiyaç duyduğu en önemli şey hiçbir gölgenin olmadığı o dehşetli zamanlarda, arşın gölgesinde gölgelenebilmektir.

 

Bu çok büyük bir ödül. Arşın gölgesinde gölgelenebilmek, ne büyük bir bahtiyarlıktır.

 

Siz biraz daha açın biraz daha olayı yaşamaya çalışın öyle anlayın arşın gölgesinde gölgelenmenin ne demek olduğunu.

 

Ve böyle bir mükâfat ile karşı karşıya kaldığımız zaman ya da en büyük Hedef ideal olarak o anı o anları beklemediğimiz zaman nasıl bir ödül nasıl bir karşılık olduğunu hiçbir zaman unutmayın.

 

Hal böyle olunca, bizim en büyük idealimiz, Hesap anında Arşın gölgesinde gölgelenmek, Sıratı Cehennem ateşine düşmeden geçmek, Cennetin yedi kapısından birinden ya da hepsinden girebilmektir.

 

Bu ne büyük bir İman ne büyük bir Lütuftur.

Peki biz bu mükâfatları elde edebilir miyiz?

Bunun yolu yöntemi var mı?

Bize her şeyin yolunu gösteren, hayatın rehberi olan Peygamber Efendimiz sav işin yoluna ve yöntemine dair de bir şeyler söylüyor.

وعن أبي هريرة  قالَ: قالَ رسُولُ اللَّه : سَبْعَةٌ يُظِلُّهُمُ اللَّهُ في ظِلِّهِ يَوْمَ لا ظِلَّ إلَّا ظِلُّهُ: إِمامٌ عادِلٌ، وشابٌّ نَشَأَ فِي عِبَادَةِ اللَّه تَعالى، وَرَجُلٌ قَلْبُهُ مُعَلَّقٌ في المَسَاجِدِ، وَرَجُلانِ تَحَابَّا في اللَّه: اجتَمَعا عَلَيهِ، وتَفَرَّقَا عَلَيهِ، وَرَجُلٌ دَعَتْهُ امْرَأَةٌ ذَاتُ مَنْصِبٍ، وَجَمَالٍ فَقَالَ: إِنِّي أَخافُ اللَّه، ورَجُلٌ تَصَدَّقَ بِصَدَقَةٍ فأَخْفَاها، حتَّى لا تَعْلَمَ شِمالُهُ مَا تُنْفِقُ يَمِينهُ، ورَجُلٌ ذَكَرَ اللَّه خالِيًا فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ متفقٌ عَلَيْهِ.

 

 Arşın Gölgesinde Gölgelenecek Yedi Zümre:

 

"Yedi sınıf insan vardır ki, Allah onları hiçbir gölgenin bulunmadığı günde gölgelendirir.

1-                  Adil bir imam,

2-                  Gençliğinde ibadet eden kimse,

3-                  Kalbi camilere bağlı kimse,

4-                  Allah için muhabbet eden, Allah için buluşup, ayrılan iki kişi,

5-                  Mevki sahibi güzel bir kadın, çağırdığı zaman, ben Allah'tan korkarım diyen kimse,

6-                  Sağ elinin verdiği sadakayı, sol eli duymayacak kadar gizli sadaka veren kimse,

7-                  Tenha yerde Allah'ı anarak gözleri yaşaran kimse ."

 

Kıymetli Müminler!

 

Efendimiz sav’in şu güzel beyanı ve müjdesi ile konumuzu canlandıralım.

 

Bir gün Rasûlullah Efendimiz sav:

“–Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennetin muhtelif kapılarından:

«–Ey Allah’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır» diye çağrılır.

-Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennete davet edilirler.”

Ebû Bekir ra:

“–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Rasûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu.

Rasûlullah sav:

“–Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim.” buyurdular.[1]

 

Ey Bu Cuma Gününün Bahtiyar Müminleri!

 

Rabbim her birimizi Rabbinin Gölgesinde ikram edilen Cennete de bütün kapılarından girenlerden eylesin. Bu şeref ve izzeti, nimet ve afiyeti hepimize, evladı iyalimize nasip eylesin. Amin!

 

Efendimiz sav’in beyan buyurduğu şu tabloyu iyilik yapmaya çalışan her Müminin asla unutmaması lazım.

 

Ebu Hureyre ra’den rivayetle; Efendimiz sav buyurdular ki:

إنَّ أوَّلَ النَّاسِ يُقْضَى يَومَ القِيامَةِ عليه رَجُلٌ اسْتُشْهِدَ، فَأُتِيَ به فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَها، قالَ: فَما عَمِلْتَ فيها؟ قالَ: قاتَلْتُ فِيكَ حتَّى اسْتُشْهِدْتُ، قالَ: كَذَبْتَ، ولَكِنَّكَ قاتَلْتَ لأَنْ يُقالَ: جَرِيءٌ، فقَدْ قيلَ، ثُمَّ أُمِرَ به فَسُحِبَ علَى وجْهِهِ حتَّى أُلْقِيَ في النَّارِ، ورَجُلٌ تَعَلَّمَ العِلْمَ، وعَلَّمَهُ وقَرَأَ القُرْآنَ، فَأُتِيَ به فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَها، قالَ: فَما عَمِلْتَ فيها؟ قالَ: تَعَلَّمْتُ العِلْمَ، وعَلَّمْتُهُ وقَرَأْتُ فِيكَ القُرْآنَ، قالَ: كَذَبْتَ، ولَكِنَّكَ تَعَلَّمْتَ العِلْمَ لِيُقالَ: عالِمٌ، وقَرَأْتَ القُرْآنَ لِيُقالَ: هو قارِئٌ، فقَدْ قيلَ، ثُمَّ أُمِرَ به فَسُحِبَ علَى وجْهِهِ حتَّى أُلْقِيَ في النَّارِ، ورَجُلٌ وسَّعَ اللَّهُ عليه، وأَعْطاهُ مِن أصْنافِ المالِ كُلِّهِ، فَأُتِيَ به فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَها، قالَ: فَما عَمِلْتَ فيها؟ قالَ: ما تَرَكْتُ مِن سَبِيلٍ تُحِبُّ أنْ يُنْفَقَ فيها إلَّا أنْفَقْتُ فيها لَكَ، قالَ: كَذَبْتَ، ولَكِنَّكَ فَعَلْتَ لِيُقالَ: هو جَوادٌ، فقَدْ قيلَ، ثُمَّ أُمِرَ به فَسُحِبَ علَى وجْهِهِ، ثُمَّ أُلْقِيَ في النَّارِ».  [صحيح] - [رواه مسلم]

«Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb–ı Hak: Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur. Kul: Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.

Cenâb–ı Hak: Yalan söylüyorsun. Sen, "babayiğit adam" desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.

 

Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da: Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar. İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur'an okudum, cevabını verir.

Yalan söylüyorsun. Sen "âlim" desinler diye ilim öğrendin, "ne güzel okuyor" desinler diye Kur'an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır.

 

(Daha sonra) Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder. Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur. Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım, der.

Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını "ne cömert adam" desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur. Emrolunur, bu da yüzüstü cehenneme atılır.»

 

Her İşin Neticesi Niyyet Ve Samimiyete Bağlıdır.

 

Niyetleri en iyi bilen Allah’dır.

 

Rabbim Niyetlerimizi halis, amellerimizi makbul eylesin. AMİN!

 

ÖRNEK OLAY

 

Fudayl bin İyad’ın (r. aleyh) Mektupları

 

Kuşeyrî’nin verdiği bilgiye göre Fudayl gençliğinde Merv ile (diğer bir rivayette Serahs) Ebîverd arasında eşkıyalık yapan bir çetenin reisiydi. Ancak basit şeylere tenezzül etmeyen mert bir kişiliğe sahipti.

 

Âşık olduğu câriyenin evine girmek için duvara tırmandığı bir sırada içeride Kur’an okunuyordu. Bu arada duyduğu,

أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ

 

“İman edenlerin Allah’ı anma ve hak olarak inen (Kur’an)a karşı kalplerinin ürpermesi/saygıyla yumuşaması zamanı gelmedi mi? (Mü’minler,) sakın bundan önce kendilerine kitap verilip de (onunla alakayı keserek) üzerlerinden uzun zaman geçmiş, kalpleri artık katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Çünkü onlardan çoğu (Allah’ın emrinden çıkmış) fâsık (olmuş)lardır.[2]  meâlindeki âyetten çok etkilendi ve, “Evet yâ Rabbi, o an geldi” diyerek oradan ayrıldı. Yaptıklarına tövbe edip kendini tamamen ibadete verdi (er-Risâle, s. 57).

 

Daha sonra memleketini terkederek Kûfe’ye gitti; burada Ebû Hanîfe, Süfyân es-Sevrî ve A‘meş gibi âlimlerin meclislerine devam etti; otuz yıl ilim ve ibadetle meşgul oldu. 187 yılının Muharrem ayında (Ocak 803) Mekke’de vefat etti.

 

Selef-i Sahihin’in örnek şahsiyetlerinden olan Fudayl bin İyad’ın ra ibadetin tadını alması sebebiyle onunla aynı zamanda yaşayan iki âlime birer mektup yazarak onları nefis tezkiyesine davet etmiştir. Bu mektupların cevapları dikkat çekicidir ve âlimlerin birbirlerine karşı üslupları örnek alınması gereken güzel örneklerdendir.

 

Ø    Abdullah İ Mübarek’e R. Aleyh Yazdığı Mektubun Birkaç Cümlesi;

 

“… Sen Tarsus’a cihad için gideceğine gelip benim gibi Mekke’de kendini ibadete versene, dışarı ile çok ilgileniyorsun biraz da kendi nefsinle ilgilensene …”

 

 

 

 

Ø    İmam Malike’ de (r. aleyh) yazdığı mektubun bir bölümü:

 

“… Ey İmam, sen çok ilimle başkalarına ders vermek ile fetvalarla uğraşıp zamanın büyük bir kısmını dışarıdakilere harcıyorsun, yerinde olsam ara verir kendimi ibadete veririm …”

 

Ø    Abdullah İbni Mübarek’in (r. aleyh) cevabı yazdığı şu şiir ile

 

“Ey Haremeyn’in âbidi:

Eğer bizleri görseydin şüphesiz ibadetle oyalandığını bilirdin.

Kimilerinin gözleri gözyaşları ile dolarken bizim boğazlarımız kanlarımız ile boyanır,

Bazılarının atı boş işlerde yorulurken bizim atlarımız günün sabahında yorulur,

Misk ve güzel kokularının meltemi size, atlarımızın çıkardığı toz ve duman bize,

Şüphesiz Nebimizin sözü bize ulaşmıştır,

Onun her sözü doğrudur ve onlarda yalan yoktur,

O dedi ki: “Allah yolunda koşan atların çıkardığı toz ile mücahidin burnundaki toz cehennemin ateşinin dumanı ile asla buluşmaz”,

Aramızda konuşan Allah’ın kitabıdır, şehitler ölü değildir,

Bu yalanlanamaz bir hakikattir.”

Mektubu getiren anlatıyor;

“Mektubu okudu, başladı yüksek sesle ağlamaya ve sonrada şöyle dedi:”

“Ey Abu Abdurrahman,” sana nasihat vermek istedim asıl sen bana nasihat ettin.”

 

Ø    İmam Malik’in (r. aleyh) cevabı:

 

“Allah seni tüm hayırlı işlerde muvaffak kılsın,

Unutma şüphesiz O kulları arasında rızıkları taksim eder,

Ancak rızık sadece mallardan ve eşyalardan oluşmaz,

Allah kimi kullarına infakı sevdirir, onlar da infak ederler,

Kimi kullarına cihadı sevdirir, onlar bir ömür at üstünde cihad ederler,

Kimi kullarına ibadeti sevdirir, onlar için en güzel şey de ibadet etmek olur,

Kimi kullarına da ilmi sevdirir, onlarda bütün ömrünü ilim yolunda geçirirler,

Böyle yapmakla Allah her kulunu bir yolda istihdam eder,

Onlar da o İstihdam-ı İlahiye’ye uygun olarak hareket ederler,

Farzları yaptıktan sonra nafilelerini hangi yönde istihdam etmişse o yönde çoğaltır,

Allah da bundan razı ve memnun olur.

Bundan dolayı ey imam! Kimseyi kınama,

Allah neyi sevdirmiş ise, sen onu vesile kılarak Allah’a yakınlaşmaya çalış,

Bize de karışma.”

İmam Malik’in mektubunu okur, ağlar ve “işte âlimin nasihati” der.[3]

 

Kıymetli dostlar!

 

Yukarıda zikredilen duruma nasıl yaparsak düşmeyiz diye Efendimiz sav’e sorduğumuzda, bize şu müjdeli haberi veriyor:

 

İbni Mesut’tan ra rivayet edildiğine göre

Nebî sav şöyle buyurdu:

“Ancak iki kişiye gıpta edilir:

Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse.

Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.”[4]

 

Rabbimiz;

الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ

“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (Bakara, 2/274) buyurmuştur.

 

 

Sohbetimizin başında zikrettiğimiz;

وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى

“Hakikaten (Allah’ın lütfu ve yapılan bağışlar dışında) insana, kendi çalışmasından başkası yoktur.” (Necm, 53/39) Âyeti Kerimesini bir kere daha düşünelim.

 

Efendimiz sav de:

قال النَّبيُّ صلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ: «ما أكَلَ أحدٌ طعامًا قطُّ خَيرًا مِن أنْ يَأكُلَ مِن عَملِ يَدِه، وإنَّ نَبيَّ اللهِ داودَ عليه السَّلامُ، كان يَأكُلُ مِن عَملِ يَدِه» رواهُ البُخاريُّ.

“Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davut as da kendi elinin emeğini yerdi.”[5]

 

ÖRNEK OLAY

 

Avuçları Nasırlı Muaz

 

Muaz İbni Cemel ra (603-639)

 

Akabe Biatı’nda daha 18 yaşındayken Müslüman olmuştu. 36 yıl yaşayacak böyle bir hayatın altında da imzası olacak. O Muaz ra ki, Kıyamet Günü de Âlimlerin imamıdır.

 

Resulullah sav Onun için şunu söylüyor:

“Kıyamet günü alimler ümmetlerinin önünde olacaklar ama Muaz ra bütün alimlerden bir ok atımlık mesafede daha önde olacak”.

 

Hz. Muâz, Şam’a gitti ve Hicret’in 18. yılında 38 yaşındayken vebadan vefat etti. Vefatının iyice yaklaştığını hissettiği sıralarda şöyle diyordu:

 

“Merhaba ey ölüm!

Merhaba fakirlik zamanımda gelen sevgili ziyaretçi!

 

“Yâ Rabbi!

Benim Senden korktuğumu Sen biliyorsun. Dünyayı ve sonu gelmez arzuların tatminini istemedim. Irmakların akışı, ağaç yapraklarının hışırtısı benim alakamı çekmedi. Bunları Sen biliyorsun, yâ Rabbi!”

 

Hz. Muâz bu sözlerinden sonra ağlamaya başlamıştı. Etrafında bulunanlar, “Sen ki, Resûlullah’ın bir sahabisisin, sen ki bu kadar fazilete sahipsin; böyle nasıl ağlıyorsun?!” dediler. Onlara şöyle cevap verdi:

 

“Siz benim, ölümden korktuğum veya dünyayı terk ettiğim için ağladığımı mı zannediyorsunuz? Ben öldükten sonra hangi tarafa [cennete veya cehenneme] gideceğimden emin olamadığım için ağlıyorum!”[6]

       

İlim öğrenmekten ve Müslümanların işlerini yapmaktan arda kalan zamanlarda da, kimseye muhtaç olamamak için de çalışıp çabalamıştır.

       

Efendimiz sav Muaz ra’ı çok sevdiği için onu bazen ziyaret eder, ona moral verirdi.

 

Yine böyle bir ziyaret sırasında Efendimiz sav tarlada çalışan Muaz ra’ın yanına uğramış, onunla musfaha etmek için ellerini Muaza ra uzattığında Muaz ra ellerinş Peygamber efendimize vermemişti.

Allah Rasulü sav: “- Neden ellerini vermiyorsun Muaz” dediğinde;

Muaz ra               : “-Ya Resulallah, Ellerim çalışmaktan nasırlaştı. Böyle nasırlı ellerimi senin ellerine sürüp de seni incitmek istemedim. Onun için Ellerimi senden esirgedim.

Allah Rasülü  sav: “-Uzat o ellerini uzat, ey Muaz,” demiş ve Muaz’ın ra nasırlı o iki elinin içine iki öpücük kondurmuştur. Sonra o elleri kaldırmıştır ve:

“İşte bu eller Allah ve Rasulünün sevdiği ellerdir. Bu eller Allah ve Rasulünün memur ve razı olduğu ellerdir” diye, hem onu takdir etmiş, hem de Muaz ra üzerinden alın teri ile helal kazanç yolunda emek sarfeden, çalışıp-çabalayan ve yorulan bütün Müminleri müjdelemiştir.

 

Alın Terini Kutsal Bilen Kıymetli Müminler!

 

Şu altın kuralı hiç unutmayalım.

 

Peygamberler as ve Muttakiler “dinden konuşur, ama (Dini sermaye ederek) dinden geçinmezler.

 

Aziz Müslüman!

 

Ka’b İbn Iyâd ra şöyle demiştir:

Allah Rasûlü sav’i şöyle buyururken işittim:

عن كعب بن عياض رضي الله عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: إِنَّ لِكُلِّ أُمَّةٍ فتنةً، وفِتنَةُ أُمَّتي المَالُ»

«Her ümmetin bir fitnesi (imtihanı) vardır. Benim ümmetimin fitnesi ise maldır.» [7]

 

Bir yerde ticaretin oluşması için alınıp satılabilen, bir ürünün, bir şeyin, bir malın olması gerekir.

 

Peki Mal nedir?

 

“Mâl” çoğulu “emvâl” Arap dilinde “mâlik olunan her türlü şey” anlamında olup Türkçe’ye de bu mânasıyla geçmiştir.

 

Yine “Mal” kelimesi tekil olarak kullanıldığında “servet, mal varlığının aktif kısmı, özel mülkiyet hakkı” gibi anlamlara gelirken, çoğulu olan “emvâl” kelimesi “muâmelât alanındaki malî ilişkiler” anlamında mal varlığı hukukunu, kul haklarını, devlete ait bütün gelirleri ifade eder.

 

Hanefîler’in mal tanımında örfî ve tabii unsurlar ön plandadır. Meselâ Mecelle’nin, “Tab‘-ı insanî mâil olup da vakt-i hâcet için iddihâr olunabilen şeydir” (md. 126) biçimindeki tanımına göre mal, “insanın tabiatı icabı kendisine bir ihtiyaç ve istek duyduğu ve lüzumu olduğunda kullanılmak üzere doğrudan saklanıp korunması mümkün olan şeydir” (Hamevî, IV, 5; Ali Haydar, I, 228).

 

Peki Ticaret nedir?

 

Kısaca bir de Ticaretin tarifine bakalım:

 

“Ticaret”, kâr amaçlı mal mübadelesidir.

Bu mesleğin mensubuna “tâcir” çoğuluna da “tüccâr” denir.

 

Bir ücret karşılığında mal alım satımı yapılabildiği gibi mal hükmünde olmayan, iş, emek, maharet, hak, … gibi mubah olan şeylerde de karşılıklı güven ve rızaya dayanan şeylerin ticareti yapılabilir.

 

Bir Müslüman için haram olan şeylerin alım-satımı, üretim-dağıtımı, vs haramdır.

 

Her Müslümanın kazancının haramlarını ve helallerini, işinin esas ve usüllerini bilmesi üzerine farzdır.

 

Sevgili Peygamberimiz As’ Ticaretle Alakalı Birkaç Hadisi Şeriflerine Bir Kulak Verelim:

 

عَنْ أَبِي حَمْزَةَ عَنْ الْحَسَنِ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وعلى آله وَسَلَّمَ قَالَ التَّاجِرُ الصَّدُوقُ الْأَمِينُ مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ

Hz. Peygamber sav: “Güvenilir, dürüst Müslüman tâcir peygamberler, sıddîklar ve şehidlerle beraberdir.”[8]

 

Hadisi Şerifin bir diğer rivayetinde:

“Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Sâlihlerle beraberdir.”[9]

 

Hz. Peygamber’e sav, “En faziletli kazanç hangisidir?” diye sorulduğunda O, “Helâl / Makbûl bir alış veriş ve kişinin el emeğiyle kazandığıdır.” diyerek cevap vermiştir. (İbn Hanbel, III, 467)

 

“Rızkın onda dokuzu ticarettedir.”[10]

 

Ebû Hüreyre ra’den rivayet edildiğine göre

Resûlullah sav şöyle buyurdu:

“Sizden herhangi birinizin sırtına bir bağ odun yüklenip satması, herhangi bir kişiden dilenmesinden hayırlıdır. O da ya verir, yahud vermez.”[11]

- الَّلهمَّ باركْ لأمَّتي في بُكُورِها

“Allah’ım! Ümmetim için (günün) erken vakitlerini bereketli kıl!”[12]

 

مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا

      “…Bizi aldatan, bizden değildir.”[13]

 

“Muhakkak Allah’tan korkan, iyilik yapan ve doğru olanlar dışındaki tâcirler kıyamet günü fâcirler olarak diriltilecektir.”[14]

 

“Kusurunu söylemeden bir malı satan kimse, daima Allah’ın gazabı altındadır ve melekler o adamın Allah’ın rahmetinden uzak kalmasını dilerler”[15]

 

“Bir malı satın almak istediğin zaman, sana (istediğin mal) verilse de verilmese de almak istediğin fiyatı söyle. Bir malı satmak istediğinde, versen de vermesen de gerçekte satmak istediğin fiyatı söyle.”[16]

“Müşteri kızıştırmayınız. Bir kimse kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın. Din kardeşinin dünürlüğü üzerine dünür göndermesin. Bir kadın, din kardeşi bir kadının çanağındaki nimeti kendi kabına doldurmak için onun boşanmasını istemesin.”[17]

 

“Resûlullah sav, pazarcıların yolda karşılanmasını, şehirlinin köylünün malını satmasını, bir kadının, evleneceği erkeğe din kardeşi bir kadını boşamayı şart koşmasını, bir kimsenin din kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlıkta bulunmasını, müşteri kızıştırmayı ve satılık hayvanın sütünü sağmayıp memesinde biriktirmeyi yasakladı.”[18]

 

Bu Hadisi Şeriftlerden Alacaklarımız:

 

§    Dürüst ve güvenilir Tüccar, servet kazanırken Cenneti de kazanır.

§    Cennetin dört büyük rütbelileri “Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Sâlihler” arasına girer.

§    En sevap kazanç, kişinin emeği ile kazandığıdır.

§    Rızkın çokluğu ticarettendir.

§    Erken işe başlayan Peygamber sav’in bereket duasını almış olur.

§    Şehirlinin köylüye ve üreticiye ücretle simsarlık etmesi yasaklanmıştır.

§    Bilerek ve isteyerek aldatan, Müslüman değil iyi bir Münafıktır.

§    Yalancı, hileci ve kötü tüccar kıyamet günü kötülerle haşr edilir.

§    Müşteri kızıştırmak ve bir mala rağbeti artırmak için hile yoluna baş vurmak câiz değildir.

§    Satış üzerine satış yapmak ve araya girerek bitmiş pazarlığı bozmak dinimizde yasaklanmıştır.

§    Dünür üzerine dünür göndermek haramdır.

§    Bir kadının, kendisiyle evlenmek isteyen bir erkeğe, nikâhında olan hanımını boşamayı şart koşması câiz değildir.

§    Satışa arz edilecek bir hayvanın sütünü sağmayıp memesinde biriktirerek alıcıyı aldatmak yasaklanmıştır.

 

Böyle hileli satışlardan, alıcının dönme hakkı vardır.

Kıymetli Müslümanlar!

 

Rasülullah sav Medine Pazarını Kuruyor[19]

 

Bir insan olan Hz. Peygamber sav de iktisadi bağımsızlığın önemini muhakkak ki çok iyi biliyordu. Allah’ın inayeti ve bu tecrübelerin kazandırdığı feraset ile hicretine müteakip, ilk iş olarak siyasi ve iktisadi yönden -şartların elverdiği ölçüde hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı. Allah Resulü’nün, sav devletleşmenin önemli olmasından dolayı, Medine’ye gelişi ile beraber üç önemli kurumu tesis ettiği söylenebilir. Bu kurumlar, cami, pazar ve vakıftır.

 

Müslümanlar asla ‘Arapların mallarından ne kapsak kardır; bu hususta mesul ve günahkâr olmayız. Çünkü hak yolda değiller…’ zihniyetine sahip Yahudilerin insafına terk edilemezdi (…) İlk iş müstakil bir pazar kurmaktı. Hz. Peygamber sav Nebit ve Benî Kaynukā pazarlarına giderek birtakım incelemelerde bulundu ve “Bu asla sizin pazarınız olamaz.” buyurdu.

 

Sonra ileride (Medine pazarı adını alan) bu pazara döndü, etrafını dolaştı ve “(İşte) sizin pazarınız budur; bu (pazar) daraltılmayacak ve buradan vergi alınmayacaktır.”[20]  diye buyurdu. “Tecrübeli bir tacir olan Hz. Peygamber sav pazar vergisi almadığı takdirde satıcıların yeni pazarı tercih edeceklerini biliyordu muhakkak. Zira kâr arzusu ticaretin en önemli dürtüsüdür ve vergisiz kazanç daha fazla kâr demektir. Ayrıca verginin kalkması, maliyetleri azaltacağından, buna paralel olarak fiyatlar da düşme eğilimi gösterecekti. Tabiatıyla, diğer pazarlara nisbetle düşük fiyatlarla işlem gören mamuller daha fazla müşteri çekecektir.”[21]

 

Hz. Peygamber sav kendi kurdurduğu pazarla bir taraftan mevcut pazar anlayışına alternatif ve rakip olmak isterken bir taraftan da kendisinin getirdiği mesajları burada uygulayarak insanlara ulaştırmak istemiştir.”[22]

Aynı zamanda Medine pazarı, Müslümanların İslami kaideler çerçevesinde ticaret yapabilmelerine olanak sağladığı gibi, ticaret yoluyla dışa bağımlılıktan kurtulabilme imkânına da fırsat sağlamıştır.

 

        Medine Pazaryerlerinin Kabristanlık yanında kurulması da ayrıca üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken bir durumdur.

 

ÖRNEK OLAY

 

Peygamberimizin Ticareti Teşviki

 

Efendimizin Sahabeyi Kiramı Ticarete teşvik edişini anlatan çok güzel bir olay.

Gelin hep beraber Medine günlerine gidelim ve Fakir bir Sahabi ve Efendimiz arasında geçen şu olayı ibretle izleyelim.

Ensardan bir zat kendisine gelerek bir şeyler isteyince Hz. Peygamber: “Evinde hiçbir şeyin yok mu” diye sordu.

Adam: “Bir kısmını giydiğimiz bir kısmını da yaygı olarak kullandığımız bir bez/çul gibi bir şey ve su içtiğimiz bir bardak var” dedi.

Hz. Peygamber: “Onları bana getir” buyurdu. Adam getirdi.

Hz. Peygamber onları eline alıp yanındakilere: “Bunları satın alacak var mı” diye sordu.

Sahabeden birisi:

“Ben bir dirheme alayım” deyince,

Hz. Peygamber: “Daha fazla veren yok mu?” diye sordu.

Bir başka sahabi: “Ben iki dirheme alayım” dedi.

Hz. Peygamber malı ona verip iki dirhemi aldıktan sonra o dilenene şunu söyledi:

“Şu iki dirhemi al. Birisiyle yiyecek satın al evine götür. Bir dirheme de bir balta al bana getir.”

Adam Hz. Peygamber’in dediği gibi yaptı ve baltayı alıp kendisine getirdi.

Hz. Peygamber baltaya kendi elleriyle bir sap takarak buyurdular ki: “Bu baltayı al. Odun kes ve sat. Seni on beş gün görmeyeyim.”

Adam buna uydu ve on beş gün sonra on dirhem biriktirmiş olarak geldi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“Onun bir kısmıyla yiyecek, bir kısmıyla giyecek satın al” dedikten sonra şu uyarıyı yaptı:

“İşte bu kıyamet günü dilencilik lekesi ile Allah’ın huzuruna çıkmandan hayırlıdır. Dilencilik ancak üç kişi için düşünülebilir:

Ø    Fakru zaruret içinde bulunan,

Ø    Ağır borç yükü altında ezilmiş gariban,

Ø    Izdırap verici kan bedeli (diyet) ödemek durumunda kalan kişi.”[23]

 

Bu olay el emeğine verilen değerin de bir ifadesidir.

Balık vermekten, balık tutmayı öğretmek daha hayırlıdır.

 

Kıymetli Müslümanlar!

 

“Hacdan dönünce ticaretle uğraşılmaz.” diye Maalesef Müslümanlar arasına sokulmuş cahilane bir inanış var.

Bu şeytani yalana kanan bazı Müslümanlar da hem hacca geç gitmek hem de hac dönüşünde Peygamberimizin sav de mesleği olan ticaretten uzaklaşıyor.

 

İyi bir Müslümanın en mühim özelliklerinden biri de üreten insan olmasıdır.

Mal üretir.

Ürün üretir.

Heyecan üretir.

Fikir üretir.

Çözüm üretir.

Huzur üretir.

Cesaret üretir.

Hayır adına her şeyi üretir.

Ta ki Cennette Rabbi ile Selamlaşana kadar hep üretir.

 

O bilir ki;

مَنِ استَوى يَوماهُ فهُو مَغبونٌ 

“İki günü eşit olan zarardadır.”

 

Rivayet, bazı kaynaklarda şöyledir:

“İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır. Bugünü dününden kötü olan lanetlenmiştir. Artmayan eksilir. Eksilen için ise ölüm daha hayırlıdır. Cennet’i arzulayan hayırlı işlere koşsun. Cehennem ateşinden korkup çekinen, şehvani işlere uzak olsun. Dünyada zühd içinde yaşayan kimseye musibetlere karşı sabretmek kolay gelir.”[24]

 

Zahid Kimdir?

 

• İmam Muhammed eş-Şeybanî: “Zahidlik mağarada olmaz evladım.

 

Zahidlik, çarşıda, pazarda, insanların içerisinde alırken, satarken olur.”

 

•Süfyân b. Uyeyne: “Eğer o adam elinden o yüz dirhem çıktığı zaman yüreğinde hiçbir sıkıntı duymuyorsa, o parası on bin dirhem olunca da sevincinden uykusu kaçmıyorsa, o adam zahiddir.”

 

Çalışan ve Üreten kıymetli Müminler!

أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ، لَقِيَ نَاسًا مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ، فَقَالَ: مَنْ أَنْتُمْ؟ قَالُوا: نَحْنُ الْمُتَوَكِّلُونَ. قَالَ: بَلْ أَنْتُمُ الْمُتَّكِلُونَ، إِنَّمَا «الْمُتَوَكِّلُ الَّذِي يُلْقِي حَبَّهُ فِي الْأَرْضِ، وَيَتَوَكَّلُ عَلَى اللَّهِ»

Hz. Ömer ra boşta gezen bir gruba: “Siz necisiniz?” diye sorunca onlar da: “Biz mütevekkilleriz.” demişler.

Bunun üzerine Hz. Ömer ra:

“Hayır, siz mütevekkil değil, müttekilûnsünüz. Mütevekkil, tohumu ektikten sonra Allah’a tevekkül edendir.”[25] buyurarak tevekkülden ne anlaşılması gerektiğini ortaya koymuştur.

ÖZET

 

Tüm peygamberler, dinden konuşmuş, ama asla dinden geçinmemişlerdir.

 

Ahlaklı mümin Tüccar şu hali şiar edinir:

El kârda, gönül yarda olmalı…

 

Ticari Ahlakın Beş Temel Esası

 

1- Sağlam bir akidenin inşası

2- Ticari hukukun derinlemesine öğrenilmesi

Hz. Ömer: “Bizim çarşımızda, dinde belli bir derinliği olmayan kimselerden başkası alış-veriş yapmasın.”

3- Sadık ve salih dostların edinilmesi

4- Allah’ın, yapılan ticarete ortak edilmesi

“Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki: ‘İki ortaktan birisi diğerine ihanet etmediği müddetçe ben onların üçüncü ortağıyım. Eğer birisi diğerine ihanet ederse, ben aralarından çıkarım.”[26]

5- Bir hakikat olan ölümün sürekli hatırda tutulması

 

Kıymetli Müminler!

 

İslam Ahlak ve Ahkamı ile ticaret yapan Müslüman tüccarlar seyesinde Endonezya'ya, Malezya'ya Tayland'a İslam girmiştir.

 

Anadolunun İslamlaşmasındaki en önemli öncül sebepler de yine Müslüman tüccarların dürüstlüğü olmuştur.

 

 

Ticaret Ahlakına Sahip Müslüman Şunları Bilmelidir

 

Emir Ve Tavsiye Edilenler

Haram Ve Yasaklananlar

Doğruluk Ve Dürüstlük

Helal Ve Temiz Olanla Meşguliyet

Üretim

Ölçü ve tartının tam yapılması

Yeteri kadar Tüketme

Ticaret Teşvik

Borç verme sadaka sayılmış

Kolaylık

Zekat

Cömertlik

Sadaka

İnfak

Vakıf

Dünya-Ahiret Dengeli Kazanç

Yalan ve Hile

Haramdan kazanmak

Harama harcamak

Faiz

Lüks

İsraf

Rüşvet

Rant

Şans Oyunları

Hırsızlık

İhtikar, Stokçuluk, Karaborsacılık

Gasp

Dilencilik

Kapitalizm, Dünya İçin Kazanç

 

Kıymetli Müslümanlar!

 

Netice olarak İslâm, hem dünya ve âhiret saadeti için helal yolla çalışmayı, kazanmayı ve harcamayı tavsiye etmektedir.

 

“Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde âhiret yurdunu da ara. Dünyadan (helalinden olarak) nasibini de unutma! Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. (Emirlerine muhalefet ederek) yeryüzünde bozgunculuk (yapmayı) isteme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”

 

Ya dünyalık işlerimizde ve ticaretimizde Müslüman ahlakı ile hareket eder, haddi aşmadan dengeli bir yaşam sürer aynı zamanda Cenneti de satın almış oluruz.

 

Ya da, haram helal ver Allahım. Bu kulun afiyetle yer Allahım, deyip aynı zamanda Cehennem Ateşini de satın alanlardan oluruz.

 

اللَّهُمَّ إنِّي أعُوذُ بكَ مِنَ العَجْزِ والكَسَلِ، والجُبْنِ والهَرَمِ، وأَعُوذُ بكَ مِن فِتْنَةِ المَحْيا والمَماتِ، وأَعُوذُ بكَ مِن عَذابِ القَبْرِ.

“Allah’ım acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, elden ayaktan düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Ölümün ve hayatın sana fitnesinden, kabir azabından sana sığınırım.”[27]

 

Velhamdulillahi Rabbil Âlemin

el-Fatihah.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynaklar

Diyanet İşleri Başkanlığı

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Feyzül Furkan Kuran Meali

Riyazüs Salihin

Bazı Sohbet Siteleri

Sorularla İslamiyet

Muhammed Emin Yıldırım Hocanın Sohbetlerinden

 

Yaşar Kapkara

2023 Vezirköprü

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] (Buhârî, Savm 4, Ashâbu’n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86)

[2] (el-Hadîd 57/16)

[3] Muhammed Emin Yıldırım Hocanın Siyer Vakfı’nda “Büyüklerin Dünyası” başlığı altında yapmış olduğu programlardan “Fudayl b. İyaz” programı videosundan alıntıdır.

[4] (Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268)

[5] (Buhârî, Büyû’, 15)

[6] Üsdü’l-Gàbe, 4: 377-378.

[7] [Sahih Hadis] - [Tirmizî rivayet etmiştir - Nesâî rivayet etmiştir - Ahmed rivayet etmiştir]

[8] (Müsned, III, 437; İbn Mâce, “Ticârât”, 1; Tirmizî, “Büyûʿ”, 4);

[9] Tirmizi, Buyu, 4

[10] (İbn Hacer el-Askalânî, VII, 352)

[11] Buhârî, Zekât 50, 53; Müslim, Zekât 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28

[12] (İbn Hanbel, I, 153)

[13] (Müslim, Îmân, 164)

[14] (Müsned, III, 428, 444; İbn Mâce, “Ticârât”, 3; Tirmizî, “Büyûʿ”, 4; Dârimî, “Büyûʿ”, 7)

[15] İbn. Mace , Büyû: 45

[16]  (İbn Mâce, Ticâret, 29)

[17] (bk. Buhârî, Büyû‘ 64, 70; Müslim, Nikâh 51-56, Büyû‘ 11, 12; Nesâî, Büyû‘ 16)

[18] (bk. Müslim, a.g.e.)

[19] http://blog.ilem.org.tr/siyasi-strateji-medine-pazari/

[20] Lütfi Bergen, Medeniyet, Mgv Yayınları, Ankara, 2014, S. 201

[21] Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-I Saadette İslam 3. Cilt, Ensar Yayınları, İstanbul, 2007, S.330

[22] Lütfi Bergen, Medeniyet, Mgv Yayınları, Ankara, 2014, S. 202

[23] Ebû Dâvûd, “Zekât”, 26; İbn Mâce, “Ticârât”, 25.

[24] Bkz. el-Firdevs, III, 611, Ebu Bekir Sifil Hoca Efendi, Milli Gazete, 31 Ocak 2010

[25]  İbn Ebi’d-Dunyâ: Kitâb Et-Tevekkül (1987), s. 45, H.No: 10. Râvîleri güvenilirdir; Ayrıca bkz. Beyhakî: Şu’abu’l-îmân (2003), 2/429 tâlîken

[26] (Ebû Davud, Büyû, 26; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, c. 6, s. 78)

[27] (Müslim, Zikir, dua, tevbe ve istiğfar, 





 
 
 
 
  Bugün 13 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı! ALLAHIM! İÇİMİZDEKİ ZALİMLER YÜZÜNDEN BİZİ CEZALANDIRMA! AMİN!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol