Allaha Hamd, Efendimize Salat ve Selam olsun. Allahın rahmet ve bereketi, iki cihan saadeti, Allah’a ve Rasülüne tabi olan, Ruhlar Aleminde Rabbine verdiği sözünün gereğini yerine getiren, Vefalı ve Takvalı Müminlerin üzerine olsun.
Ahd olmadan Vefa olmaz, söz olmadan sadakat olmaz. Bu açıdan baktığımızda ilk ahd/akit, Allah cc ile kullar arasında yapılan ahid/akittir. Hatırlayacak olursak;
Bakara Suresinde de ahdine vefa göstermeyenler, bozguncular (müfsidler) olarak nitelendirilmişlerdir:
Yine aynı kişilerin durumları Rad Suresi’nin 25. Ayeti Kerimesi’nde şöyle anlatılmaktadır:
Yalan söyleyen, sözünde durmayan böylelikle insanları aldatan kimsenin, toplumda sahtekâr damgası yiyeceği gibi, Allah’ın lanetine uğrayacakları ve cehenneme sürüleceklerini bu ayet ifade etmektedir.
Ahde Vefa, insanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olabilmesi için yegane garanti vasıtasıdır. Bu yüzdendir ki, Allah Teâlâ, Kur’an’da, insanların toplumsal hayatlarının gereği olarak, birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerini ve verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerini istemiştir.
Ahde vefanın Müslümanların karakteristik özelliklerinden olduğunun altını çizen Kurân-ı Kerîm, gerek insanlar arası, gerekse toplumlar arası ilişkilerde ahde vefaya ayrı bir önem atfetmiştir. Başka bir ifadeyle Kur’ân-ı Kerîm, ahde vefayı, insanın bireysel ve toplumsal hayatının önemli ve uyulması zorunlu unsurlarından biri olarak telakki etmiş, Allah ile insan ve insan ile insan arasındaki ilişkilerin asli unsurlarından biri saymıştır.
Bu sebepledir ki Peygamber Efendimiz, ahde vefayı müminler için imanın esası, faziletli yaşamın ön şartı kabul etmiş ve şöyle buyurmuştur:
Kur’ân, ahitlerin yerine getirilmesi hususunda çok titiz davranır. Ahit, hem Allah’ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah’a karşı veya Allah adına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlar olduğu içindir ki, Allah Teâlâ, bu hususta;
Allah’a, insanlara ve uluslara verilen her söz ve taahhüt bir sorumluluğu gerektirir. Ahde vefa göstermeyenler Allah’a karşı sorumludurlar:
Ayeti Kerimeden de anlaşılacağı üzere, antlaşma yapan taraflar arasındaki güç dengesi ne olursa olsun, temel ahlâkî ilke, verilen sözün mutlaka yerine getirilmesidir. Kendinden güçlü olana verilen sözü yerine getirip, zayıf olana verilen söze riayet etmemek, ahlaksızca bir tutumdur. Bu ilke, aynı zamanda bireysel ilişkilerde büyük-küçük arasında da dikkat edilmesi gereken temel ve ahlâkî bir düzenleyici ilkedir. Ayrıca, verilen söz ve yapılan antlaşmalara riâyet hususunda Allah kefil tutulmuş olduğundan, antlaşmanın gereğini yerine getirmemek Allah’a karşı işlenmiş büyük bir suçtur. Kısaca, yukarıdaki âyetlere topluca baktığımızda, Allah’a olan inancından dolayı kişinin, toplumsal ilişkilerindeki ahlâkî ve manevî sorumluluklarına işaret edilmektedir. Aynı zamanda insanların birbiriyle yaptıkları bütün sözleşmelere, iş ve işlemlere Allah’ın cc şahit olduğu, Allah’ın cc şahit olduğu iş ve işlemlerde de dürüst olunması gerektiği üzerinde durulmuştur. Sonuç olarak ayetler, Müslümanın hayatın her anını ihsan içerisinde yaşamasının gerekliliğini vurgular. Çünkü Allah gören ve gözetleyen bir gün hesaba çekecek olan Kudret’tir.
Hz Peygamber de verilen sözün önemi üzerinde titizlikle durmuş ve sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği ve dinî bir görev saymıştır. Bu konuda Hz Peygamber şöyle buyurmuşlardır:
Kur’an’da, verilen sözün yerine getirilmemesi Allah katında en çirkin davranışlardan biri hatta önde geleni olarak takdim edilmektedir:
İşte bundan dolayı güç takat yetmeyecek şeyler için söz verilmemesi, Allah adına verilen ahdin de bozulmaması istenmiştir.
Müslüman’ın sözü senettir. Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir. Sözden caymanın münafıklık alameti olduğunu bilen Müslüman verdiği sözden caymaz.
Yüce Allah cc, Müminun Suresinde, Mü’minlerin vasıflarını anlatırken şöyle buyurmuştur:
Her konuda olduğu gibi, ahde vefada da tüm insanlık için örnek olan Peygamberimizin hayatından birkaç örnek sunalım, bivefa ruhlarımıza.
Hicretin 6. yılında (M 628) Allah Resulü sav ile bin dört yüz civarında ashabı, Umre yapmak maksadıyla, yola çıkmışlardı. Muharebe ve mücadele yapmayı düşünmedikleri için yanlarında sadece basit birer kılıçları vardı. Müslümanlar ihramlarına bürünmüş halde Hudeybiye’ye kadar gelmişlerdi. Müşrikler, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için diretmişler, velhasıl burada Mekkeli Müşriklerle Medineli Müslümanlar arasında Hudeybiye antlaşması yapılmıştı.
Musalaha şartları yazılmış ancak imzalanmamıştı ki, tam bu sırada oraya Süheyl'in oğlu Cendel geldi.17-18 yaşlarında bir genç… daha yeni Müslüman olmuş, fakat babası Süheyl ona en büyük darbeyi vurmuş, hapse atmış, ellerine ayaklarına zincir vurmuş, elleri ayakları bağlı genç, yatmış olduğu hapishaneden bin bir güçlükle kurtulup, kanlar içinde ve ayağındaki zincirlerle perişan bir halde Müslümanların yanına gelmiş, Efendimiz sav’e “beni kurtar” diyordu. Bu hal ve haykırış, Müslümanların bağrına saplanan en ağır hançerin acısından daha acı gelmişti.
Vefa dostun dosta muhabbeti ona olan gönül bağıdır. Dostluğunu daim kılmak isteyenler vefakâr ve cefakâr olmayı da göze almalıdırlar.
Bir defasında Habeş Hükümdarı Necaşi’nin Elçileri Hazret-i Peygamberin huzuruna gelmişti. Efendimiz sav bizzat kendisi onlara hizmet etmiş, Ashab’dan bazıları: “Ya Rasulallah! Biz hizmet edelim” dediklerinde;
Necâşî, Hicretin yedinci yılında Hakk'ın rahmetine kavuştu. Aynı anda Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle haberi alan Peygamber Efendimiz sav sahabelerine vefat haberini “Bugün salih bir kardeş vefat etti.” diyerek üzüntüsünü dile getirmiş ve gıyabi cenaze namazını kıldırmıştı. Yaklaşık bir hafta sonra da Peygamber Efendimizi tasdik eden ve vefatı doğrulayan haber Habeşistan'dan gelmişti.
Efendimizden bir başka vefa örneği: Havle binti Tüveyt rah.
Havle binti Tüveyt rah mü’minlerin annesi Hazreti Hatice rah’nın yakın arkadaşı... Rasûlullah sav Efendimizin saygı gösterdiği, kendisi için ayağa kalktığı bir hanım sahâbî...
O, Mekke’li olup Tüveyt İbni Habib’in kızıdır. Mekke’nin ileri gelen hanımlarından Hatice binti Huveylid ile arkadaş idi. Peygamber hanesine yakınlığı dolayısıyla son dinin geldiğini ve Allah Rasûlü’nün peygamberliğini birçok kimseden önce duymuştu.
Havle binti Tüveyt, Hz. Hatice annemizin sık görüştüğü bir arkadaşıydı. Ona karşı gönlünde samimi bir muhabbet vardı. Onun dürüstlüğüne hayrandı. Akıllı ve zeki bir hanım olarak o, Hz. Hatice rah’nın fikir ve düşüncelerine çok değer verirdi. Zira onun görüşlerinin doğruluğunda şüphesi yoktu. Onun sözünde sâdık olduğunu ve muhtaç kimselere yardım ettiğini bizzat yaşayarak görmüştü. Bu sebebten Hz. Hatice rah’ya karşı özel bir gönül bağı vardı.
Hz. Hatice rah annemiz Havle binti Tüveyt ‘in samimi ve yakın arkadaşlığını fırsat bilerek İslâm’ı ona anlattı. O da tereddüt etmeden kabul etti. İslâm’a ilk girenlerle birlikte müslüman oldu.
Havle rah arkadaşı Hz. Hatice rah’nın İslâm’ı tebliğ konusunda Rasûlullah sav efendimize verdiği desteği yakînen görüyordu. Onu davasında yalnız bırakmadığına ve canıyla, malıyla hizmet ettiğine bizzat şâhit oluyordu. Kendisi de gücü nisbetinde bir şeyler yapmaya çalışıyordu. İslâm’ın ilk yılları zor ve çetin geçmekteydi. Buna rağmen hiçbir mü’min Allah ve Rasûlü dâvasından vaz geçmemekteydi.
Havle binti Tüveyt rah Allah’a ve Resûlüne tam teslim olmuş bir hanımdı. Onun imânî heyecanını bilen İki Cihan Güneşi efendimiz Havle rah’ya hürmet ederdi. Bilhassa Hz. Hatice rah annemizin vefâtından sonra zaman zaman onu ziyaret ederdi. Zevcesi Hatice’nin hâtırâsı olarak ona izzet ve ikramda bulunurdu. Resûl-i Ekrem sav efendimizin bu vefâkârlığını Hz. Aişe rah annemiz şöyle anlatıyor:
Birgün Havle rah bize geldi. Onun geldiğini gören Allah Resûlü sav ayağa kalktı. “Hoş geldin! Nasılsın?” diyerek Havle rah’nın hal ve hatırını sordu. Ben bunu garipsedim. Kendi kendime; bu kadının içeri girmesiyle niçin ayağa kalktı? Buna gerek varmıydı dedim. Rasûlullah sav:
“ – Ya Rasûlallah! Onun için ayağa kalkıp karşılamana gerek varmıydı?” diye sordum. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
Bedir Savaşı bitmiş, savaş İslamın zaferi ile sonuçlanmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz sav esirler hakkında ashabıyla istişâre yapmış, onların fidye karşılığında bırakılmalarına karar vermişlerdi. Efendimizin damadı Ebü'l-Âs'da esirler arasındaydı. Hanımı Zeyneb'ten fidye için para istedi. O da bir miktar para ile birlikte evlenirken annesi Hz. Hatice rah'nın taktığı gerdanlığı gönderdi. Ebü'l-Âs özgürlük fidyesini Rasûlullah sav'e getirdi. Fahr-i Kâinat sav Efendimiz gerdanlığı görünce tanıdı ve çok hüzünlendi, mahzun oldu. Hüznünü anlayan Ashâb-ı Kiram: "Ya Rasûlallah! Sizi böylesine üzen nedir?"diye sordu.
Ebü'l-Âs esirlikten kurtuldu. Kolye ve parası da kendisine iâde edilmişti. Efendimiz sav O’ndan Mekke'ye vardığında, Zeynep rah’yı serbest bırakıp, Medineye göndermesini talep etmişti. Zira Ayet-i Celîle gelmişti.
Ebü'l-Âs mert ve dürüstlüğüyle tanınırdı. Zeyneb'ini rah de çok sevmesine rağmen, O’nu boşadı ve Medine’ye gönderip, verdiği sözü yerine getirirdi. Onun bu davranışından memnun kalan Rasûlullah sav: "Ebü'l-Âs bana doğru söyledi ve sözünü tuttu." diye kendisini takdir etmiştir. Hz. Zeynep eşinin Müslüman olması için çok dua etti. Hicretin yedinci senesinde Ebu-l As Medine’ye geldi ve Müslüman oldu.
Süt annesi Halime’ye, Süveybe’ye olan ikramı, Mekkede işkencenin en çetinlerine maruz kalan Bilal b Rebah’a olan vefası da bizler için ayrı birer örnektir. (Medine’de Hz. Bilal’in müezzinliğinden şikayet eden Ashaptan bazıları, onu, ezanı vaktinde okuyamadığı veya sesinin güzel olmadığından dolayı Müezzinlikten almasını rica etmişlerdi. Efendimiz de, Hz. Bilal’in Mekke çöllerinde “Allah’ü Ekber, Allahü Ahad” dediğini onlara hatırlatmış ve Bilal ezan okumaya devam etmişti.
Efendimizden öğrendiğimiz bu ve buna benzer Vefakârlık örnekleri, bizler ve insanlık için birer hayat düsturudur.
Efendimiz sav insanların dışında da kendisi ve İslam için önemi olan şeylere de Vefalı idi.
Doğup büyüdüğü Mekke’ye, Hicret ettiğinde kendisine ve ashabına bağrını açan Medine’ye, İslam’ın ilk Mescidi olan Kuba’ya, Baki Mezarlığına, Orada medfun bulunan Ashabına, İslam Tarihine iz bırakan Uhud’a, (ki Onun için “Biz Uhud’u severiz Uhud da bizi sever” diyerek, oraya verdiği kıymetini izhar etmiştir.) olan vefasını hala canlı canlı seyrediyor gibiyiz.
Peygamberimiz Hz. Ali’nin dediği gibi “İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.”
Enes ra şöyle demiştir: Amcam Enes ibn Nadrra Bedir savaşına katılmamıştı. Bundan dolayı:
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
صَلُّوا عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ
صَلُّوا عَلَى طَبيبِ قُلُوبِنَا مُحَمَّدٍ
صَلُّوا عَلَى شَفيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ
رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى وَيَسِّرْ لِى اَمْرِى
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى
وَاُفَوِّضُ اَمْرِي اِلَي اللَّهِ * اِنَّ اللَّهِ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
سُبْحَانَكَ لَاعِلْمَ لَنَا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَليمُ الْحَكيمُ
سُبْحَانَكَ لاَ فَهْمَ لَنَا اِلَّا مَا فَهَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْجَوَادُ الْكَريمُ
اَعُوذُ بِاللَّهِ مِـنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيــمِ
بِسْــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيـمِ
وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْبِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيباً
صَدَقَ اللَّهُ الْعَظِيمْ
وَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّي اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ
: حَقُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ خَمْسٌ : رَدُّ السَّلاَمِ , وَعِيَادَةُ الْمَرِيضِ , وَاتِّبَاعُ الْجَنَائِزِ , وَإِجَابَةُ الدَّعْوَةِ, وَتَشْمِيتُ الْعَاطِسِ.
صَدَقَ رَسُولُ اللَّهِ فِيمَا قَالْ اَوْ كَمَا قَالْ
Aziz Müminler!
Bu günkü sohbetimizde sizlerle İslamın şiarı ve Müslümanların aralarında güven parolası olan “Selam”ı konuşacağız.
Rabbim anlamayı ve gereğince kulluk yapabilmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin. Amin!
وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْبِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيباً
“Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin Şüphesiz, Allah(cc) herşeyin hesabını tam olarak yapandır”[1]
Selam ne demektir?
سَلِمَ ـَـ سَلْماً : iyi olmak, sıhhatli olmak, sağlam olmak
سِلْمٌ : سَلام ، صُلح : Barış
دَارُ السَّلاَمِ : barış evi, Bağdat şehri, Medine şehri
Bir işten kurtulmak, ayıp, âfet, noksanlık, acizlik, hastalık vb. şeylerden beri olmak anlamındaki "س-ل-م s-l-m" kökünden türeyen “selâm”, Allah'ın sıfat olarak, insanlara ârız olan ayıp, kusur, eksiklik, âfet, hastalık, acizlik, ölüm vb. şeylerden berî olan; yaratıklarını âfet ve belalardan kurtaran, zulmetmeyen, güven arayanları güvene erdiren demektir.
Yine Selam; müminlerin birbirleri ile karşılaştıklarında, "اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ Es-selâmü aleyküm" veya "سَلامٌ عَلَيْكُمْ، Selâmün aleyküm" cümleleriyle birbirlerine hitab etmeleridir. Bu da selamlaşan Müminlerin karşılıklı olarak birbirlerine "Allah seni esenliğe kavuştursun", “Allahın güven emniyeti ve koruması seninle olsun”, demeleri manasına gelir.
Yine selamlaşan Müslümanlar, birbirlerine; “bana inan ve güven, benden sana daima hayır, bereket ve selamet gelir” demiş olurlar.
Yine Selam, Rabbimizin “Esma-i Hüsna’sından olan mübarek bir ismidir. Bu manada selamlaşan Müslümanlar, Allah-u Teâlanın “Es Selam” adını zikretmiş olurlar.
Yine Müslümanlar, her karşılaştıklarında ve birbirlerinden ayrılırken, uzaktan konuşup yazıştıklarında ve konuşma ve yazışmaları sona erdiğinde, ilk ve son hitap olarak; “Esselâmü âleyküm ve Rahmetullah” dediklerinde, Allah cc’yü anmakta, O’na Tevekkül etmekte, aralarında O’nu hakem kılmakta ve O’na sığınmakta ve karşılıklı dualaşmış olmaktadırlar.
Allahu Taala Haşr Süresi’nin son ayetlerinde şöyle buyrulmaktadır:
هُوَ اللَّهُ الَّذِي لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَالْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُالْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ
“O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur Melik'tir; Kuddûs'tur; Selam'dır (Esenlik veren), Mümindir, (Güven veren) Müheymindir, (Koruyup kollayan) …., ”[2]
Evet Aziz Müminler!
Âyeti Kerimede geçen “Es Selâm” İsm-i Celâli, kullarını her türlü tehlikelerden selamete çıkaran, cennetteki kullarına selam eden, “Mukaddes” ve “Selâm” olan Allah’tan başkası değildir.
Es Selâm kelimesi genel olarak şu mânâlara gelir:
Esenlik kaynağı,
Her çeşit âfet ve kaderlerden emin olan ve emin kılan
Selām ismiyle Allah, her türlü eminliğin, sâlimliğin aslı olup, ayıptan, kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı
Her türlü tehlikeden kullarını selâmette kılan,
Selamete çıkartan,
Selamette olan yani zâtı tüm hata ve kusurlardan münezzeh olan,
Kullarına cennette selâm veren.
Âyet’i Kerime’deki “فَحَيُّوا Selam Verin” ifadesi Mümin’lerin birbirlerine en güzel dilek ve temennilerini sunma şekillerinden olduğu için, verilen Selam’a daha güzeliyle veya en azından aynısıyla karşılık vermek de Kuran’da farz kılınmıştır.
Selâmın Tarihi:
Aziz Müminler!
Selamlaşmak sadece Hz. Peygamberle başlamış bir uygulama değildir. Önceki peygamberlerin hayatından da selamı görmekteyiz.
Meselâ:
Hz. Adem as;
Hadis-i Şeriflerde Hz. Adem as’e selamın öğretildiği şöyle aktarılmaktadır.
لما خَلَقَ الله آدم صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : اذْهَبْ فَسَلِّمْ عَلَى أُولئِكَ نَفَرٍ مِنَ الَمَلاَئكة جُلُوسٌ فاسْتمعْ ايُحَيُّونَكَ فَإنَّها تَحيَّتُكَ وَتَحِيَّةُ ذُرِّيَّتِك. فقال : السَّلام عَلَيْكُمْ، فقالوا : السَّلام ُ عَلَيْكَ وَرَحْمةُ الله ، فَزادُوهُ : وَرَحْمةُ الله
Allah Teâlâ Âdem sav’i yaratınca ona: “Git şu oturmakta olan Meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu.
Âdem aleyhi’s-selâm meleklere: es-Selâmü aleyküm, dedi.
Melekler: es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’l-lâh”ı ilâve ettiler.”[3]
Hz. İbrahim as;
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ * إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماً قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
“(Resûlüm!) İbrahim’in ağırlanan (o şerefli) misafirlerinin haberi artık sana geldi mi? Hani vaktiyle (bunlar) onun yanına girmişlerdi de: “Selâm” demişlerdi. (İbrahim de) selam(ı alıp: ‘Bunlar) tanınmamış bir topluluk’ demişti,”[4] buyrulmuştur.
يَـٰيَحۡيَىٰ خُذِ ٱلۡڪِتَـٰبَ بِقُوَّةٍ۬ۖ وَءَاتَيۡنَـٰهُ ٱلۡحُكۡمَ صَبِيًّ۬ا (١٢) وَحَنَانً۬امِّنلَّدُنَّاوَزَكَوٰةً۬ۖوَكَانَتَقِيًّ۬ا (١٣) وَبَرَّۢابِوَٲلِدَيۡهِوَلَمۡيَكُنجَبَّارًاعَصِيًّ۬ا (١٤) وَسَلَـٰمٌعَلَيۡهِيَوۡمَوُلِدَوَيَوۡمَيَمُوتُوَيَوۡمَيُبۡعَثُحَيًّ۬ا (١٥)
“Ey Yahya! Kitab’a kuvvetle sarıl.” (dedik) ve daha çocukken ona hikmeti (ilmi, derin ve ince anlayışı) verdik. Tarafımızdan bir kalp yumuşaklığı ve (günahlardan) temizlik de (ihsan ettik). O, çok muttaki idi. Annesine babasına da itaatkâr (idi), âsîlik eden bir zorba değildi. Doğduğu gün de, öleceği gün de, dirileceği gün de, ona selam olsun![6]
Hz. İsa as;
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدتُّ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا
“Doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, ‘selâm’ (esenlik, Allah’tan) benim üzerimedir.”[7]
Hz. Peygamberimiz sav;
وَإِذَا جَآءَكَ ٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِـَٔايَـٰتِنَا فَقُلۡ سَلَـٰمٌ عَلَيۡكُمۡۖ كَتَبَ رَبُّكُمۡ عَلَىٰ نَفۡسِهِ ٱلرَّحۡمَةَۖ أَنَّهُ ۥ مَنۡ عَمِلَ مِنكُمۡ سُوٓءَۢا بِجَهَـٰلَةٍ۬ ثُمَّ تَابَ مِنۢ بَعۡدِهِۦ وَأَصۡلَحَ فَأَنَّهُ ۥ غَفُورٌ۬ رَّحِيمٌ۬ (٥٤)
(Ey Resûlüm!) Âyetlerimize inananlar sana geldiği zaman de ki: “Selâmun aleyküm” (Allah’ın selamı üzerinize olsun), sizden kim bilmeyerek bir fenalık (bir günah) işler de sonra ardından tevbe eder ve kendini düzeltirse, Rabbiniz (ona) rahmet etmeyi (acıyıp esirgemeyi) kendi üzerine yazmıştır. Çünkü O, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.” (Enam, 6/54)
HAYATIN AKIŞINDA SELAM
Bir diğer önemli konu da; evlere girerken selam verme konusudur Müminlerin evlere girerken selam vermeleri, güzel ahlaklarının göstergesidir Yüce Allah cc bu konuda Kuran’da şöyle buyurmuştur:
فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون
“… Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından bereket ve güzel bir sağlık (dileği) olarak, kendi (ev halkınıza, kimse yoksa kendi kendi)nize selam verin.[8] Allah, size âyetleri böylece açıklıyor ki düşünüp anlayasınız.” [9]
HAYATIN BİTİŞİNDE SELAM
Bir başka ayette ise, müminin ölüm anında da Selamla karşılandıklarını Allah(cc) bize şöyle bildirmektedir:
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُالْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَاكُنتُمْ تَعْمَلُونَ
“Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin"[10]
Kabirlerde Yatanlara Selam:
Kıymetli Kardeşlerim!
Efendimiz sav, bizlere kabirleri ziyaret ettiğimizde de ora halkına selam vermemizi tavsiye etmişler ve şöyle buyurmuşlardır:
السَّلامُ عَلَيكُمْ أَهْل الدِّيارِ مِنَ المُؤْمِنِينَ والمُسْلِمِينَ وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللَّهُ بِكُمْ لاَحِقُونَ ، أَسْأَلُ اللَّه لَنَا وَلَكُمُ العافِيَةَ » رواه مسلم .
"Ey müminler ve müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selâm olsun. İnşaallah, biz de sizlere katılacağız. Allah'tan bize ve size âfiyet dilerim"[11]
Tirmizi'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde Resulullah bir defasında Medine mezarlığına uğradı ve onlardan tarafa dönerek şöyle dedi:
, عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ , قَالَ : مَرَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِقُبُورٍ بِالْمَدِينَةِ , فَأَقْبَلَ عَلَيْهِمْ بِوَجْهِهِ , فَقَالَ : " السَّلامُ عَلَيْكُمْ يَا أَهْلَ الْقُبُورِ , يَغْفِرُ اللَّهُ لَنَا وَلَكُمْ , أَنْتُمْ لَنَا سَلَفُنَا وَقَالَ مَرَّةً : فَرَطٌ وَنَحْنُ بِالأَثَرِ " .
"Ey kabirler ahâlisi, size selâm olsun! Allah bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan (geleceğiz)" [12]
Kişi, tanıdığı bir kimseye kabrinin başından geçerken selâm verirse, ölü selâmını alır ve onu tanır. Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selam verirse, ölü, selâmını alır.
[13]
Cennete Girişte Selam
أُوْلَئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَاصَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماً
“İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar”[14]
Allah cc'nün “Es Selam” sıfatı, aynı zamanda cennete kabul ettiği kullarına, selam vermesi anlamına da gelir. Allah cc Kendisine inananlara sonsuz cenneti müjdelemiş ve onları selamla ağırlamıştır. Bu hakikat Yasin Suresi'nin 58. Âyetinde;
إِنَّ أَصۡحَـٰبَ ٱلۡجَنَّةِ ٱلۡيَوۡمَ فِى شُغُلٍ۬ فَـٰكِهُونَ (٥٥) هُمۡوَأَزۡوَٲجُهُمۡفِىظِلَـٰلٍعَلَىٱلۡأَرَآٮِٕكِمُتَّكِـُٔونَ (٥٦) لَهُمۡفِيہَافَـٰكِهَةٌ۬وَلَهُممَّايَدَّعُونَ (٥٧) سَلَـٰمٌ۬قَوۡلاً۬مِّنرَّبٍّ۬رَّحِيمٍ۬ (٥٨)
"Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler. Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar. Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır. Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır)"[15] şeklinde beyan edilerek, cennete giren Müminlere sözlü olarak selam vereceğini vaad etmiştir.
Bu ne güzel vaad,
Bu ne güzel müjde,
Bu ne güzel Mücdeci.
Cenneti Hak eden Müminlere, Rahman’ın diğer müjdeleri ise;
ادْخُلُوهَابِسَلَامٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ
“Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin Bu, ebedilik günüdür"[16]
سَلاَمٌ عَلَيْكُم بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ
"Sabrettiğinize karşılık selam size! (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel"[17]
لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْواً وَلَاتَأْثِيماً (٢٥)إِلَّا قِيلاً سَلَاماً سَلَاماً(٢٦)
“Orada, ne 'saçma ve boş bir söz' işitirler, ne günaha sokma Yalnızca bir söz (işitirler "Selam, selam"[18] diye ilahi iltifatla hitab edilir.
Müminin Duruşunda Selam
Ayet-i kerimeler bize göstermektedir ki; “selam” barıştır, esenliktir, kabullenmedir, muhabbet beslemedir, reddetmemektir, alçak gönüllüktür, kibirlenmemedir, sevgi ve saygı göstergesidir. İlahi Huzura kabul ve Salihler Topluluğuna kabul edilmedir.
وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْناً وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً
“Rahmân’ın (has) kulları o kimselerdir ki yeryüzünde mütevazi bir şekilde yürürler ve cahiller kendilerine laf atarsa (tartışmayıp): ‘Selametle (hoşça kal).’ de(yip gide)rler.”[19]
Kıymetli Dostlar!
Ayeti Kerimede geçen “Selam” ifadesinden iki anlam çıkarabiliriz.
Birincisi, cahillerin seviyesine inmemek, cehalete bulaşmamak, kötülüğü en güzel şekilde savmaktır.
İkinci mana da ise Selam, yaşadığı toplumun bir ferdi olarak, hayatın içinde aktif rol almak demektir. Selam, terketmek, bırakmak değil, cehalet, şirk ve küfür bataklığındaki fert ve toplumların, hak ve hidayetle buluşması, İslam Adaleti ile tanışması, dünya ve ahrette İlahi rızaya kuvuşması için yapılacak fedakarlık ve adanmışlıktır.
Selam, Müslümanlara iyi günlerinde bereket, ihtilaflı zamanlarında ise bir hakemlik ve i’tidal çağrısıdır.
Selam, Tekbirle giriş yaptığımız namazımızın tahiyyatında Rabbimiz tarafından “Peygamberimiz’in sav ümmeti olarak” karşılanma, ve O’nun huzurundan السَّلامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ diyerek ayrılış ve hayata yeniden Merhaba diyebilmek, kaldığı yerden “selametle” devam edebilmektir.
Selam, Allah’ın cc Dinine güzellikle, tatlılıkla insanları davet etme ve çağırmadır, tebliğdir. Şu Ayeti Kerimede olduğu gibi:
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”[20]
Kıymetli Müslümanlar!
Bir Mümin Rabbinin yoluna hikmet ve güzellikle kimi davet edecek ve kiminle tartışacak?
Elbette;
Cahili,
Fasığı,
Faciri,
Münafığı,
Kafiri davet edecek ve onlarla tartışacak.
Tartışmak, aynı zamanda irşad ve tebliğ etmektir.
Tartışmak, Ümid ettiği dünya ve ahret bereketlerine başkalarının da kavuşması için onlara nasihat etmek ve onları ikna edebilmektir.
ÖRNEK OLAY
Musab Bin Umeyr Medinede
Esad b. Zürâre Hazretleri, Medineli Müslümanların bir nevi önderliğini yapıyordu. Bu sebeple genç sahabe, Kur’an muallimi Mus’ab b. Umeyr ra, Medine’ye gelince, onun evinde kalmaya başladı. Artık bu ev, Müslümanların buluşmaları için bir merkez haline gelmişti.
Bizzat Resûl-i Kibriya’dan dersini almış bulunan Hz. Mus’ab, zamanı ve şartları çok iyi değerlendiren, fırsatları çok güzel kullanan bir sahabe idi. Bütün gayret ve himmetini, Medine’de İslam’ın yayılmasına hasretmişti. Kabilelerin hatırı sayılır kimseleriyle görüşüyor, konuşuyor, onlara “Kavl-i Leyyîn”le İslam’ı anlatıyor, İslam’ı tebliğ ve yayma hizmetini yürütüyordu.
Üseyd B. Hudayr ile Sa’d B. Muaz’ın Müslüman Olması
Medine’de birçok kimse Müslüman olmuştu, ama İslam’ın daha da hızlı intişarı için bazı maniler vardı. Evs kabilesinin Reisi Sa’d b. Muaz ile yine reislerden olan Üseyd b. Hudayr henüz Müslüman olmamışlardı. Onların bu durumu haliyle halka da tesir ediyordu.
Sa’d b. Muaz, Esa’d b. Zürâre Hazretlerinin halasının oğlu idi.
Bir gün Mus’ab ile Es’ad Hazretleri, Benî Zafer’e âit bir evin bostanındaki Merak kuyusunun başında oturmuş, sohbet ediyorlardı. Etraflarında Müslümanlardan da birçok kimse vardı.
Bu sırada elinde mızrağı olduğu halde, Üseyd b. Hudayr yanlarına çıkageldi. Hiddetli hiddetli,
“Siz, bize neye geldiniz? Birtakım aklı ermez ve zayıf kimseleri aldatıp azdırıyorsunuz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız, derhal buradan ayrılın!” dedi.
Hz. Mus’ab ra,
“Hele biraz dur, otur! Sözümüzü dinle, maksadımızı anla! Beğenirsen kabul edersin, beğenmezsen o zaman engel olursun” diye gayet nâzikçe mukabelede bulundu.
Üseyyid, “Doğru söyledin!” dedi ve mızrağını yere saplayarak yanlarına oturdu.
Hz. Mus’ab, ona İslamiyet hakkında bir konuşma yaptı ve Kur’an-ı Kerim okudu.
Üseyyid kendisini tutamayarak,
“Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir söz!” diye konuştu ve “Bu dine girmek için ne yapmalı?” diye sordu.
Mus’ab ra, ona İslam’ı anlattı. O da şehâdet kelimesini getirerek İslamiyetle müşerref oldu.
[21]
Üseyyid kavmine gidince, Sa’d bin Muaz ona; “Ne yaptın?” diye sordu.
Üseyyid şöyle konuştu:
“O iki adama, söylenmesi gerekeni söyledim! Vallahi, ben onlardan bir itaatsizlik, bir inat görmedim!”
Sa’d b. Muaz ra,
“Vallahi, sen bana tatmin edici bir malumat getirmedin” dedi ve doğruca Mus’ab ile Esa’d’ın ra yanına vardı. Hiddetli hiddetli,
“Ey Es’ad! Eğer seninle aramızda akrabalık olmasa, böyle kabilemiz içine soktuğunuz çirkin işlere sabır ve tahammül edemezdim!” diye tekdir ve tehdit etti.
Mus’ab ra aynı şekilde ona da,
“Hele biraz durunuz! Oturup dinleyiniz! Anlayınız da... Beğenirseniz kabul edersiniz, beğenmezseniz biz de size çirkin gördüğünüz işi tekliften vazgeçeriz” diye nâzikçe cevap verdi.
Onun üzerine, Sa’d oturdu ve Hz. Mus’ab’ın sözlerini dinlemeye başladı.
Hz. Mus’ab, ona, İslam dininin ne demek olduğunu anlattı ve Zuhruf Suresi’nin baş kısımlarından okudu.
Kur’an okunurken, Sa’d’ın yüzü birdenbire değişiverdi. Simasında iman alâmetleri bir anda belirdi. Dinledikleri, o âna kadar duymadığı, bilmediği şeylerdi. Kur’an’ın eşsiz belâgati ve tatlı üslûbu karşısında derhal, “Siz bu dine girerken ne yapıyordunuz?” diye sordu.
Mus’ab ra, ona İslam dininin esas ve âdabını anlattı. O da orada şehâdet getirerek Müslüman oldu.
[22]
Sonra da kendi kavmi olan Benî Abdü’l-Eşhel cemaatinin yanına döndü. Onlara,
“Ey Kavmim! Beni nasıl biliyorsunuz?” diye sordu.
“Sen bizim büyüğümüz, en üstünümüzsün” diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Sa’d Hazretleri,
“Öyle ise siz de Allah Resûlüne iman etmelisiniz” dedi ve ilave etti: “İman etmedikçe sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!”
Bu söz üzerine, Benî Abdü’l-Eşhel aşireti içinde o gün iman etmedik hiç kimse kalmadı.
Es’ad b. Zürâre Hazretleri de, Mus’ab’la ra birlikte evine döndü.
Artık Mus’ab Hazretleri, Medine’de İslam’ı tebliğ ve neşirde yalnız değildi. Evs ve Hazreç kabilelerinin reisleri de yanında yer almışlardı. Olanca gayretleriyle İslam’ın yayılmasına çalışıyorlardı.
Yine İslam’ı tebliğ ve neşir merkezi, Es’ad b. Zürâre Hazretlerinin evi idi. Mus’ab ile Sa’d b. Muaz Hazretleri, el ele vererek, burada insanları hak dine davetle meşgul oluyorlardı.
Kısa zamanda İslamiyet, Medine’de büyük bir inkişaf kaydetti. Öyle ki Evs ve Hazreç kabileleri içinde Benî Ümeyye b. Zeyd’in hânesinden başka İslam ve Kur’an nuruyla aydınlanmayan ev kalmadı. Bir müddet sonra bu evde de İslam’ın nuru parlamaya başladı!
Allah’ın cc kullarını çağırdığı “Dârüs Selam” bu olsa gerek.
Kıymetli Müminler!
Kime, Nasıl Selam Verilir?
1- Bildiğimiz Selam “esselamü aleyküm” İfadesi ile sadece Müslümana selam veririz.
2- Müslüman olmayanlara da onların anladığı selam ifadelerini kullanırız.
v Gayri Müslimlere, günah işleyen kişilere ve bu mekanlarda bu ifadeyi kullanmak caiz olmaz. Onlara kendi dillerinde “günaydın”, “iyi günler”, “iyi akşamlar” .. vs gibi cümlelerle hitab edilir.
Diğer hiçbir selamlaşma sözü “esselamü aleyküm” ifadesinin yerini tutmaz. Çünkü selamda, Allah’ın selametini dileme, afiyet dileme, iyi günler dileme vardır. Her türlü iyiliğin selamladığımız kişide olmasını dileme vardır. Selamda ayrıca dua vardır.
Sevgili Peygamberimizden sav bizlere kadar gelen hadisleri sizlerle paylaşmak suretiyle selam ve selamlaşmanın önemini vurgulamaya devam edelim.
تُطْعم الطَّعَامَ ، وَتَقْرأُ السَّلام عَلَىَ مَنْ عَرِفَتَ وَمَنْ لَمْ تَعْرِفْ
Bir adam, Resûlullah sav’e: – İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu?
Resûl-i Ekrem:
“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu.
[23]
يَا أيُّهَا النّاسُ أفْشُوا السَّلام ، وَأْطعِمُوا الطْعَامَ، وَصِلُوا الأْرحامَ ، وَصَلُّوا والنَّاس نيامٌ ، تَدْخُلوا الجُنَّة بسلام
“Ey insanlar! Selâmı yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede selâmetle cennete girersiniz”[24]
لا تَدْخُلُوا الجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلا تُؤمِنوا حَتى تحَابُّوا ، أَوَلا أدُلُّكُمْ عَلَى شَئٍ إذا فَعَلْتُمُوهُ تَحاَبَبْتُم ؟ أفْشُوا السَّلام بَيْنَكُم
“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”[25]
Yani selam ile sevgiye
Sevgi ile imana
İman ile de Cennete erilir.
Müslümanın Müslüman Üzerindeki Hakları:
- عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ t قال :أن رَسُولَ اللَّهِ r قال : حَقُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ خَمْسٌ : رَدُّ السَّلاَمِ , وَعِيَادَةُ الْمَرِيضِ , وَاتِّبَاعُ الْجَنَائِزِ , وَإِجَابَةُ الدَّعْوَةِ, وَتَشْمِيتُ الْعَاطِسِ.
وَفِى رِوَايَةٍ لِمُسْلِمٍ: حَقُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ سِتٌّ : إذا لَقِيتَهُ فَسَلِّمْ عَلَيْهِ , وَإذا دَعَاكَ فَأَجِبْهُ, وَإذا اسْتَنْصَحَكَ فَانصَحْ لَهُ, وَإذا عَطَسَ فَحَمِدَ اللَّهَ فَسَمِّتْهُ, وَإذا مَرِضَ فَعُدْهُ , وَإذا مَاتَ فَاتَّبِعْهُ .
Ebu Hüreyre ra’den rivayet edildiğine göre Rasulullah sav şöyle buyurdu:
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir:
-Selam almak,
-hastayı ziyaret etmek,
-cenazeye iştirak etmek,
-davete icabet etmek,
-aksıran kimseye yerhamukallah demek.”[26]
Müslim’in başka bir rivayeti şöyledir:
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır.
-Karşılaştığın zaman ona selam ver,
-seni davet ederse davetine git,
-nasihat isterse nasihat et,
-aksırır da Allah’a hamdederse yerhamukallah de,
-hastalandığında onu ziyaret et,
-vefatında cenazesinin ardından git.”[27]
Efendimizin Emrettiği Ve Yasakladığı Şeyler
- عَنِ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ رضي اللهُ عَنْهُمَا قال : أمرنَا رَسُولُ اللَّهِ r بِسَبْعٍ, وَنَهَانا عَنْ سَبْعٍ : أمرنَا بِعِيَادَةِ الْمَرِيضِ , وَاتِّبَاعِ الْجَنَازَةِ , وَتَشْمِيتِ الْعَاطِسِ, وَإِبْرَارِ الْقَسَمِ أَوِ الْمُقْسِمِ, وَنَصْرِ الْمَظْلُومِ , وَإِجَابَةِ الدَّاعِي, وَإِفْشَاءِ السَّلاَمِ, وَنَهَانا عَنْ خَوَاتِيمَ أَوْ عَنْ تَخَتُّمٍ بِالذَّهَبِ , وَعَنْ شُرْبٍ بِالْفِضَّةِ , وَعَنِ الْمَيَاثِرِ الْحُمْرِ , وَعَنِ الْقَسِّيِّ , وَعَنْ لُبْسِ الْحَرِيرِ وَالاسْتَبْرَقِ, وَالدِّيبَاجِ . وَفِى رِوَايَةٍ: وَإنشَادِ الضَّالَّةِ فِى السَّبْعِ ألاوَلِ.
Ebu Umara Bera ibni Azib ra şöyle demiştir: Rasulullah sav bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı.
Emrettikleri:
1- Hastayı ziyaret etmek,
2- Cenazeye katılmak,
3- Aksıran kimse elhamdülillah derse yerhamükallah demek,
4- Yemin edeni tasdik etmeyi veya yemini bozmayıp yemin üzere devam etmeyi veya yemin eden kimsenin yeminini yerine getirmesini temine çalışmayı,
5- Mazluma yardım etmeyi,
6- Davet edenin davetine katılmayı,
7- Selamı yaygınlaştırmayı.
Yasakladıkları:
1- Altın yüzük takmayı,
2- Gümüş kaplardan yiyip içmeyi,
3- İpek minder kullanmayı,
4- İpek elbise giymeyi,
5- Atlas elbise giymeyi.[28]
* Müslim’in diğer bir rivayetinde:
“Kaybolmuş bir malı ilk haftasında ilan etmeyi” sözü vardır.
[29]
Selâmın Adabları
Sohbetimin başında okuduğum Ayeti Celileye tekrar dönecek olursak;
وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْبِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيباً
“Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin Şüphesiz, Allah cc herşeyin hesabını tam olarak yapandır”[30]
Selamın En Güzeli
عَنْ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ رضي الله عنه قَالَ : جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ : السَّلامُ عَلَيْكُمْ ، فَرَدَّ عَلَيْهِ السَّلامَ ، ثُمَّ جَلَسَ ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : ( عَشْرٌ ) ثُمَّ جَاءَ آخَرُ فَقَالَ : السَّلامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ ، فَرَدَّ عَلَيْهِ ، فَجَلَسَ ، فَقَالَ : ( عِشْرُونَ ) ثُمَّ جَاءَ آخَرُ فَقَالَ : السَّلامُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ ، فَرَدَّ عَلَيْهِ ، فَجَلَسَ فَقَالَ : ( ثَلاثُونَ ) صححه الألباني في صحيح أبي داود .
Nebî sav’e bir adam geldi ve:
“Es-Selâmü aleyküm, dedi. Hz.Peygamber onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu.
Nebî sav:
“On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:
“Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah”, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu.
Hz.Peygamber sav:
“Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:
“Es-Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh”, dedi. Hz.Peygamber o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz:
“Otuz sevap kazandı” buyurdular.
[31]
Kıymetli Müminler!
Bu konudaki diğer bir Hadisi Şerif de şöyledir:
Bir adam Efendimizin yanına vardı ve Ona; "Es-Selâmu aleyke" deyince,
RasûIüllah sav adama, "Ve aleyke'selâm ve rahmetullahi” diyerek cevap vermiştir.
Az sonra başka bir adam gelip: "Es-Selamu aleyke ve rahmetullahi" dediği zaman,
Hz. Peygamber sav ona: "Ve aleykes-selâm ve rahmetulahi ve berakâtuhu" diye cevap vermiştir.
Üçüncü bir adam gelerek: "Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu" şeklinde selâm verdiğinde,
Hz. Muhammed sav kendisine: "Ve aleykesselam ve rahmetullahi ve beraketüh" karşılığında bulunmuştur.
Bunun üzerine adam: "Ya Rasûlullah! Annem, babam sana feda olsun. Benden önce iki adam selâm verdiğinde, bana verdiğin karşılıktan fazlasını onlara verdiniz" deyince,
Rasûlüllah sav ona şu cevabı vermiştir:
"Sen bize söylenecek bir fazlalık bırakmadın ki!" [32]
Kim, Kime Önce Selam Verecek?
Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır.
“İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir.”[33]
يُسَلِّمُ الرَّاكبُ عَلَى الْمَاشِي ، وَالْماشي عَلَي القَاعِدِ ، والقليلُ على الكَثِيِرِ
“Binitli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selâm verir.”[34]
« إذا لقيَ أَحَدَكُمْ أخاه فَلْيُسَلِّمْ عَلَيْهِ ، فَإنْ حالَتْ بَيْنَهُمَا شَجَرَةٌ أو جِدَارٌ أوْ حَجَرٌ ثُمَّ لَقِيَهُ فَلْيُسَلِّمْ عَلَيْه
“Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selâm versin. Eğer ikisinin arasına ağaç, duvar ve taş girer de tekrar karşılaşırlarsa, tekrar selâm versin.”[35]
Enes ra şöyle demiştir: Resûlullah sav bana:
“Yavrucuğum! Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun” buyurdu.
[36]
Ebû Hüreyre ra’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sav şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz bir meclise vardığında selâm versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selâm versin. Önce verdiği selâm, sonraki selâmından daha üstün değildir.”[37]
Selam karşılaşıldığı zaman verileceği gibi, ayrılırken de verilmelidir.
Selam problemlerin çözümünde atılacak ilk adımdır ve insanlar arasında oluşması gereken muhabbet selam ile sağlanır.
Selam sadece büyüklere değil çocuklara da verilmelidir.
ÖZET
Aziz Müslümanlar!
Selam ve selamlaşmanın önemini ayet ve hadisler ışığında sizlere aktarmaya çalıştık. Özetle şu hususları gördük ki;
1- Selam verip almakla Rabbimizin emri ve Efendimizin sünneti yerine getirilmiş olur.
2- Selam verip almak suretiyle Rabbimizin “Es Selam” ismi şerifini zikretmiş oluruz.
3- Selam verip-almakla insanlar arasında muhabbet başlar. Bu muhabbetin neticesinde ise gönüllerdeki kardeşlik duygusu güçlenir.
4- Selamın yaygınlaşması, selamet veren Allah’a sığınma ve Selâmet Toplumu’nun oluşturulması, Rasülüllah’ın sav ümmeti olduğunun delili ve bütün dünya Müslümanlarının “İlâhi ve Nebevi Parola”sıdır.
5- Selam ile Müslüman fert ve toplumların, Şeytanların ve küfür ehlinin fitne ve fesadlarından Allaha sığınarak güçlü olmak ve dünyayı Darüs Selam yada Darül İslam yapmalarıdır.
Bugün Ümmeti Muhammedin birbirlerinin düşmanı olduklarını gördükçe, birbir kanlarını döktüğünü döktükçe, ES SELAM olan Allah ile Müslümanların O’na ve Rasülüne olan ittibasını derinden sorgulamak gerekmektedir.
Aziz Müminler!
ÖRNEK BİR OLAY
Mekkenin Fethinden Sonra Hicri 8. Yıl
Mekke’nin fethiyle Kureyş’in hemen hemen tamamı İslamiyetle şereflenmişti. Fetih, aynı zamanda civar kabileler, bilhassa Kureyşlilere taraftar bulunan kabileler üzerinde müspet tesirler bırakmış ve onların İslam ve Müslümanlara karşı gönüllerinde sevgi dolu sıcak bir alâka duymasına sebep olmuştu. Bu ciddi alâka, onların bundan böyle Resûl-i Ekrem safında yer alacaklarının bir işareti sayılıyordu.
Bununla birlikte gönülleri hâlâ bu sıcak ilgiden mahrum bulunan ve mahrumiyetten sıyrılmak arzusu taşımayanlar da vardı: Sakif ve Havazin kabileleri, bunların başında yer alıyordu. Bunlar, eskiden beri Peygamberimiz ve Müslümanlara karşı şiddetli düşmanlıklarıyla biliniyorlardı. Birçok Arap kabilesi gelip Resûl-i Ekrem’e sadâkat elini uzattığı halde, bunlar düşmanlıklarını bir türlü yenemiyorlardı. O civarın en güçlü kabileleri oluşu kendilerini aldatıyor ve yersiz bir gurura sevkediyordu.
Resûl-i Ekrem, Mekke’yi fethedip Kureyşlilerle birlikte birçok kabilenin de gönlünü kazanınca, bunların endişeleri daha da kabardı. Büyüyen endişeleri, onları, hazırlanıp Mekke üzerine yürüme kararını almaya kadar götürdü. Gayeleri, Peygamberimizin üzerlerine gelmesine fırsat tanımadan Mekke’ye ansızın baskında bulunmaktı.
Bir Kan Davasının Hükme Bağlanışı
Resûl-i Ekrem, henüz Huneyn mevkiinden ayrılmış değildi.
Öğle namazını kılmış ve istirahat etmek üzere bir ağacın gölgesinde oturuyordu.
Bu sırada iki kişinin huzuruna gittiği fark edildi. Bunlar, Gatafanların Reisi Uyeyne b. Hısn ile Akra b. Hâbis idi. Uyeyne, Peygamberimizden, haksız yere öldürülen Âmir b. Azbat’ın kanını dava ediyor ve katil Muhallim b. Cessame’nin kendilerine teslimini istiyordu.
[38]
Uyeyne b. Hısn, “Vallahi, yâ Resûlallah! O benim kabilemin kadınlarına ölüm acısını tattırıp canlarını yaktığı gibi, ben de onun kadınlarına ölüm acısını tattırıp canlarını yakmadıkça yakasını bırakmam!” diyerek Muhallim b. Cessame’nin kısas için kendisine teslimini isterken, Aka b. Habis ise Muhallim’i müdafaa ediyordu.
Resûl-i Ekrem sav’in
“Onun diyetini [kan bedelini] alsan olmaz mı?” diye yaptığı teklife, Uyeyne b. Hısn yanaşmadı. Bu sırada sesler yükseldi, gürültüler çoğaldı.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem as, “Hayır, bu seferimiz sırasında elli deve, dönüşümüzde de elli deve diyet alacaksın” diye teklifte bulundu.
Ancak Uyeyne aynı şekilde bu teklifi de kabule yanaşmadı.
Uzun uzun konuşulduktan sonra, Uyeyne b. Hısn, teklif edildiği şekilde diyet almayı kabul etti.
[39]
Böylece, Resûl-i Ekrem, halk arasında az da olsa gerginliğe sebep olan bir kan davasını halletti.
Fakat işin, ibret alınması gereken tarafı bundan sonra cereyan etti: Müslümanlar, Muhallim b. Cessame’ye, “Resûlullah’ın huzuruna çık, yaptığın bu hareketinden dolayı senin için Allah’tan mağrifet dilesin!” deyince, uzun boylu, üzerine yeni bir elbise giymiş ve kısasa kendisini hazırlamış bulunan Muhallim, huzuru Risâlete vardı. Efendimizin önüne diz çöktü. Mahzundu, üzgündü, gözlerinden yaşlar akıyordu. Yaptığı şeyden pişmanlık duyduğunu ve Allah’a tevbe ettiğini söyleyerek, Resûlullah’tan, Allah’tan mağrifet dilemesini istiyordu: “Yâ Resûlallah! Pişmanım, Allah’a tevbe ediyorum! Benim için Allah’tan mağrifet dile!”
Resûl-i Ekrem, “Kimsin sen?” diye sordu.
“Muhallim b. Cessame!” diye cevap verdi.
Resûl-i Ekrem sav,
“Demek sen, ona (Âmir’e) Allah’ın emanıyla eman verdin (selamına karşılık selam verdin), sonra da onu vurup öldürdün, öyle mi?” diye buyurunca, Muhallim b. Cessame başını önüne eğdi ve sustu.
Efendimiz, sonra ellerini kaldırarak, yüksek sesle, “Allahım, Muhallim b. Cessame’yi affetme!” diye beddua etti.
Bedduayı duyan Muhallim’in tüyleri diken diken oldu; uğrayacağı âkıbetin dehşetini düşünerek tir tir titremeye başladı. Tekrar yalvardı: “Yâ Rasülellah! Pişmanım! Allah’a tevbe ediyorum! Ne olur, benim için Allah’tan af dile!”
Ne var ki Muhallim’in bu yakarışı da pek fayda etmiyor ve aynı şekilde Hz. Resûlullah’ın sav bedduasına uğruyordu. Sonra da huzurdan kovuluyordu.
Yapılan bedduanın üzüntüsü ve uğrayacağı âkıbetin dehşeti Muallim’i ancak bir hafta kadar ayakta tutabildi. Ölünce, onu gömdüler. Ne var ki yer, ölüsünü kabul etmiyordu; defalarca gömdükleri halde, yer, yine cesedini dışarı attı.
[40] Sonunda kavmi, üzerine taş yığarak onu iki dağ arasında bıraktı.
[41] Durumu Efendimize ilettiklerinde, şöyle buyurdular:
“Vallahi, yer, ondan çok daha kötülerin üzerini örtmüştür. Fakat Allah, aranızdaki (haksız yere adam öldürme) yasağı hakkında, size, gösterdiği bu hadiseyle öğüt ve ibret vermek istemiştir.”[42]
Ey Selam Olan Allahım!
Selam sensin ve selam sendendir.
Ümmeti Muhammed’e sav Selamın bereketini nasip et. Üzerimize rahmet, berket ve mağfiret yağmurları yağdır.
Doğumu selam, hayatı selam, sonu selam, ahreti selam ve cenneti selam olanlardan eyle. Amin!
KAYNAKLAR:
Kuran-ı Kerim Meali, Türkiye Diyanet Vakfı,
Kuran-ı Kerim Meali, Feyzül Furkân,
Riyazus Sâlihin
Kainatın Efendisi Peygamberimiz sav, Salih Suruç
Vaaz Siteleri
Vezirköprü Cezaevi Vaizi
Yaşar Kapkara
Şubat 2015
[3] Riyazü’s-Salihin, Tercümesi ve Şerhi, Erkam yay. Hadis No: 847
[5] Yahya as: Hz. Zekeriyyanın oğlu olup, İsmini Cenabı Hak koymuştur. Hz. İsa’dan altı ay evvel dünyaya gelmiştir.
[8] Evde kimse yoksa bile
“Es-selâmu aleyküm” demek gerekir. Bu selama melekler mukabele ederler. Camilerde de böyledir (Celâleyn). Yahut
“Es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn” diye selâm vermek gerekir.
[11] (Müslim, Cenâiz, 104; İbn Mâce, Cenâiz, 36).
[12] (Tirmizi, Cenâiz, 58, 59).
[13] (Gazzâli, İhyau Ulûmi'd-din, IV, Ziyâretü'l-Kubur bahsi).
[21] İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 77-78; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 420; Taberî, Tarih, c. 2, s. 236.
[22] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 78-79; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 420; Taberî, Tarih, c. 2, s. 236-237; İbn Seyyid, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 160; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 2, s. 170-171.
[23] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 846
[24] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 850
[25] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 849
[28] (Buhari, Cenaiz 2, Müslim, Libas 3)
[31] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 852
[32] (Fahruddin er-Razî, Tefsiru'l-Kebîr, Mısır 1308, X, 209 vd.).
[33] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 857
[34] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 859
[35] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 862
[36] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 863
[37] Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 871
[38] Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Mekke fethine çıkıldığı sırada Peygamberimiz, hedef şaşırtmak gayesiyle, Ebû Katâde kumandasında bir birliği Batn-ı İzam tarafına göndermişti. Mücahitler, yolda Âmir b. Azbat’a rastlamışlardı. Âmir, mücahitleri İslam selamıyla selamladığı hâlde, şahsî bir düşmanlık ve kinden dolayı, Muhallim b. Cessame tarafından öldürülmüştü. İşte, Uyeyne b. Hısn’ın istediği, bu kan davası idi.
[39] İbn Hişam, Sire., c. 4, s. 276.
[40] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 277.
[41] İbn Hişam, Sire., c. 4, s. 277.
[42] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 277.
اِعْلَمُوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزٖينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِى الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهٖيجُ فَتَرٰیهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا وَفِى الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَدٖيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah'ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir. “ (Hadid suresi 57/20. Ayet)
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذٖينَ يَتَّقُونَ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
“Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Enam suresi 32. Ayet)
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi! “ (Ankebut suresi 64.)
اِنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا يُؤْتِكُمْ اُجُورَكُمْ وَلَا يَسْپَلْكُمْ اَمْوَالَكُمْ
“Şüphesiz dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O size mükâfatınızı verir ve sizden mallarınızı (tamamen sarf etmenizi) istemez. “ (Muhammed suresi 36. Ayet)
(34) - عَنْ أبي يَعْلَى شَدَّادِ بْن أَوْسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عن النبيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : «الكَيِّسُ مَنْ دَانَ نَفْسَهُ ، وَعَمِلَ لِما بَعْدَ الْموْتِ ، وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَه هَوَاهَا ، وتمَنَّى عَلَى اللَّهِ الأمَانِيَّ » رَوَاهُ التِّرْمِذِي وقَالَ حديثٌ حَسَنٌ
Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs ra’den rivayet edildiğine göre,
Fahr-i Kâinat Efendimiz sav şöyle buyurdular:
“Akıllı kimse, sürekli kendi nefsini sorgulayan ve durmadan ölüm ötesi için çabalayandır. Nefsini hevâsının peşinde koşturduğu hâlde buna rağmen Allah Teâlâ’dan beklentileri olan kimseye gelince o zavallının tekidir.”Tirmizî, Kıyâmet 25.
(36)- عَنْ أبي سَعيدٍ الْخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عن النبيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : « إنَّ الدُّنْيا حُلْوَةٌ خضِرَةٌ ، وإنَّ اللَّهَ مُسْتَخْلِفُكُمْ فِيهَا . فَيَنْظُرُ كَيْفَ تَعْمَلُونَ . فَاتَّقُوا الدُّنْيَا وَاتَّقُوا النِّسَاءَ. فَإِنَّ أَوَّلَ فِتْنَةِ بَنِي إسْرَائيِلَ كَانَتْ في النِّسَاءِ » رَوَاهُ مُسْلِمٌ.
Ebû Saîd el-Hudrî ra’den rivayet edildiğine göre,
Peygamber Efendimiz sav şöyle buyurdular:
“Dünya tatlı, şirin ve albenilidir. Allah Teâlâ hazretleri (geçici de olsa) onu sizin kullanımınıza vermiştir; elbette ki orada nasıl davrandığınıza da bakacaktır. Öyleyse (Allah’ı unutturan çirkin yüzü itibariyle) dünyanın ve kadınların câzibesine kapılmaktan sakının! Nitekim İsrailoğullarında ilk fitne kadın yüzünden çıkmıştı.”Müslim, Zikir 99.
(37)- عَنْ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَقُولُ : « اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدَى وَالتُّقَى وَالْعَفَافَ والْغِنَى » رَوَاهُ مُسْلِمٌ.
İbni Mes’ud ra’den rivayet edildiğine göre, sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği dilerim.” Müslim, Zikir 72.
46) - عَنْ أبي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أنّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: « بَادِرُوا بِالأعْمَالِ الصَّالِحَةِ ، فَسَتَكُونُ فِتَنٌ كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ يُصْبِحُ الرَّجُلُ مُؤْمِناً ويُمْسِي كافِراً ، وَيُمْسِي مُؤْمِناً وَيُصْبِحُ كافِراً ، يَبِيعُ دِينَه بِعَرَضٍ مِنَ الدُّنْيَا» رَوَاهُ مُسْلِمٌ .
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre,
Efendimiz sav şöyle buyurdular:
“Fırsat varken salih amel biriktirmeye bakın. Zira nasıl ki zifiri karanlık anlarında etraf seçilmez hâle gelir; onun gibi yakın bir gelecekte de birtakım fitneler ortaya çıkacaktır (ki ne imanla küfrü, ne de doğruyla yanlışı ayırt etmek mümkün olmayacaktır). Öyle ki mü’min bildiğiniz kişi, bir bakmışsın akşama varmadan imanından olmuş.. yine önceki akşam inandığı bir şeye sabah bir bakmışsın inanmaz hâle gelmiş!. meğer basit bir dünyalığa dinini satmış..” Müslim, Îmân 186.
(104) - وعن عبدِ اللَّه بنِ عَمْرِو بنِ العاصِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَن رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : «الدُّنْيَا مَتَاعٌ ، وَخَيْرُ مَتاعِهَا المَرْأَةُ الصَّالِحَةُ » رَوَاهُ مُسْلِمٌ .
Abdullah İbni Amr İbnü’l-Âs râ’dan rivayet edildiğine göre,
Efendimiz sav şöyle buyurdular:
“Dünya bütünüyle metâdır (bizzat kendisi değil, dünyalıklarından ötürü istenen geçici bir mülktür) ve bu dünyalıklar içinde en hayırlısı da sâliha eştir.” Müslim, Radâ’ 64.
(39)- عنْ أبِي أُمَامَةَ صُدَيِّ بْنِ عَجْلانَ الْباهِلِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَخْطُبُ في حَجَّةِ الْودَاعِ فَقَالَ : « اتَّقُوا اللَّهَ ، وَصَلُّوا خَمْسَكُمْ ، وَصُومُوا شَهْرَكُمْ ، وَأَدُّوا زَكَاةَ أَمْوَالِكُمْ ، وَأَطِيعُوا أُمَرَاءَكُمْ ، تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّكُمْ » رَوَاهُ التِّرْمِذِي ،
Ebû Ümâme Sudeyy b. Aclân el-Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Efendimiz sav’i Vedâ hutbesi’nde şöyle buyururlarken dinledim demiştir:
“Allah’tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, zekâtınızı verin ve yöneticilerinize itaat edin! (Bunları ihmal etmeyiniz ki) Rabbinizin cennetine girebilesiniz.” Tirmizî, Cum’a 80
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِ
“(Melekler:) Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir! (derler).” (Ra'd, 13/24)
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbilalemin. Vessalatü Vesselamü ala Rasûlinê Muhammedin Ve ala Âlihî ve Sahbihî Ve Etbaihi ecmain.
Kıymetli Müslümanlar!
Bu günkü sohbetimizde İslamda Ticaret Ahlakı üzerine konuşacağız.
Rabbim hak ve hakikatı anlatmayı, bilmeyi, yaşamayı ve tavsiye etmeyi cümlemize nasip eylesin.
Aziz Kardeşlerim
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
“Hakikaten (Allah’ın lütfu ve yapılan bağışlar dışında) insana, kendi çalışmasından başkası yoktur.” (Necm, 53/39)
İslâm Çalışma, helal yollarla kazanç, mal edinme ve helal/meşru yerlere harcama esasına dayanır.
Bu çalışmaya, kendisine dua ve hayır gönderecek evlat ve dostlar kazanmak da dahildir. (Buhârî, “Cenaiz”, 106; “Sayd”, 217).
Müslümanın her işinin Ahiret uzantılı olmasından dolayı, ticareti de anlamadan önce Ahiret hallerini bir kerre daha hatırlamakta fayda olacaktır.
Rabbimiz Haşr Sûresinde şöyle buyurmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ve herkes yarın için önden ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah’ın emirlerine aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Haşr, 59/18)
Hepimizin en büyük sevdası, işimizin nihayeti o dehşetli günde, hani kişinin kendinden başka hiçbir şeyi düşünmediği, sadece nefsi nefsi diye inlediği, elinin altında ne varsa Sevgili mi mal mı arkadaş mı Dost mu yoldaş mı ne varsa hepsini de terk ettiği o günde, ihtiyaç duyduğu en önemli şey hiçbir gölgenin olmadığı o dehşetli zamanlarda, arşın gölgesinde gölgelenebilmektir.
Bu çok büyük bir ödül. Arşın gölgesinde gölgelenebilmek, ne büyük bir bahtiyarlıktır.
Siz biraz daha açın biraz daha olayı yaşamaya çalışın öyle anlayın arşın gölgesinde gölgelenmenin ne demek olduğunu.
Ve böyle bir mükâfat ile karşı karşıya kaldığımız zaman ya da en büyük Hedef ideal olarak o anı o anları beklemediğimiz zaman nasıl bir ödül nasıl bir karşılık olduğunu hiçbir zaman unutmayın.
Hal böyle olunca, bizim en büyük idealimiz, Hesap anında Arşın gölgesinde gölgelenmek, Sıratı Cehennem ateşine düşmeden geçmek, Cennetin yedi kapısından birinden ya da hepsinden girebilmektir.
Bu ne büyük bir İman ne büyük bir Lütuftur.
Peki biz bu mükâfatları elde edebilir miyiz?
Bunun yolu yöntemi var mı?
Bize her şeyin yolunu gösteren, hayatın rehberi olan Peygamber Efendimiz sav işin yoluna ve yöntemine dair de bir şeyler söylüyor.
وعن أبي هريرة قالَ: قالَ رسُولُ اللَّه ﷺ: سَبْعَةٌ يُظِلُّهُمُ اللَّهُ في ظِلِّهِ يَوْمَ لا ظِلَّ إلَّا ظِلُّهُ: إِمامٌ عادِلٌ، وشابٌّ نَشَأَ فِي عِبَادَةِ اللَّه تَعالى، وَرَجُلٌ قَلْبُهُ مُعَلَّقٌ في المَسَاجِدِ، وَرَجُلانِ تَحَابَّا في اللَّه: اجتَمَعا عَلَيهِ، وتَفَرَّقَا عَلَيهِ، وَرَجُلٌ دَعَتْهُ امْرَأَةٌ ذَاتُ مَنْصِبٍ، وَجَمَالٍ فَقَالَ: إِنِّي أَخافُ اللَّه، ورَجُلٌ تَصَدَّقَ بِصَدَقَةٍ فأَخْفَاها، حتَّى لا تَعْلَمَ شِمالُهُ مَا تُنْفِقُ يَمِينهُ، ورَجُلٌ ذَكَرَ اللَّه خالِيًا فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ متفقٌ عَلَيْهِ.
Arşın Gölgesinde Gölgelenecek Yedi Zümre:
“Yedi sınıf insan vardır ki, Allah onları hiçbir gölgenin bulunmadığı günde gölgelendirir.
1- Adil bir imam,
2- Gençliğinde ibadet eden kimse,
3- Kalbi camilere bağlı kimse,
4- Allah için muhabbet eden, Allah için buluşup, ayrılan iki kişi,
5- Mevki sahibi güzel bir kadın, çağırdığı zaman, ben Allah’tan korkarım diyen kimse,
6- Sağ elinin verdiği sadakayı, sol eli duymayacak kadar gizli sadaka veren kimse,
7- Tenha yerde Allah’ı anarak gözleri yaşaran kimse .”
Kıymetli Müminler!
Efendimiz sav’in şu güzel beyanı ve müjdesi ile konumuzu canlandıralım.
Bir gün Rasûlullah Efendimiz sav:
“–Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennetin muhtelif kapılarından:
«–Ey Allah’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır» diye çağrılır.
-Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından, oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından Cennete davet edilirler.”
Ebû Bekir ra:
“–Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Rasûlü! Gerçi bu kapıların birinden çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye sordu.
Rasûlullah sav:
“–Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid ederim.” Buyurdular.
[1]
Ey Bu Cuma Gününün Bahtiyar Müminleri!
Rabbim her birimizi Rabbinin Gölgesinde ikram edilen Cennete de bütün kapılarından girenlerden eylesin. Bu şeref ve izzeti, nimet ve afiyeti hepimize, evladı iyalimize nasip eylesin. Amin!
Efendimiz sav’in beyan buyurduğu şu tabloyu iyilik yapmaya çalışan her Müminin asla unutmaması lazım.
Ebu Hureyre ra’den rivayetle; Efendimiz sav buyurdular ki:
إنَّ أوَّلَ النَّاسِ يُقْضَى يَومَ القِيامَةِ عليه رَجُلٌ اسْتُشْهِدَ، فَأُتِيَ به فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَها، قالَ: فَما عَمِلْتَ فيها؟ قالَ: قاتَلْتُ فِيكَ حتَّى اسْتُشْهِدْتُ، قالَ: كَذَبْتَ، ولَكِنَّكَ قاتَلْتَ لأَنْ يُقالَ: جَرِيءٌ، فقَدْ قيلَ، ثُمَّ أُمِرَ به فَسُحِبَ علَى وجْهِهِ حتَّى أُلْقِيَ في النَّارِ، ورَجُلٌ تَعَلَّمَ العِلْمَ، وعَلَّمَهُ وقَرَأَ القُرْآنَ، فَأُتِيَ به فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَها، قالَ: فَما عَمِلْتَ فيها؟ قالَ: تَعَلَّمْتُ العِلْمَ، وعَلَّمْتُهُ وقَرَأْتُ فِيكَ القُرْآنَ، قالَ: كَذَبْتَ، ولَكِنَّكَ تَعَلَّمْتَ العِلْمَ لِيُقالَ: عالِمٌ، وقَرَأْتَ القُرْآنَ لِيُقالَ: هو قارِئٌ، فقَدْ قيلَ، ثُمَّ أُمِرَ به فَسُحِبَ علَى وجْهِهِ حتَّى أُلْقِيَ في النَّارِ، ورَجُلٌ وسَّعَ اللَّهُ عليه، وأَعْطاهُ مِن أصْنافِ المالِ كُلِّهِ، فَأُتِيَ به فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَها، قالَ: فَما عَمِلْتَ فيها؟ قالَ: ما تَرَكْتُ مِن سَبِيلٍ تُحِبُّ أنْ يُنْفَقَ فيها إلَّا أنْفَقْتُ فيها لَكَ، قالَ: كَذَبْتَ، ولَكِنَّكَ فَعَلْتَ لِيُقالَ: هو جَوادٌ، فقَدْ قيلَ، ثُمَّ أُمِرَ به فَسُحِبَ علَى وجْهِهِ، ثُمَّ أُلْقِيَ في النَّارِ». [صحيح] – [رواه مسلم]
«Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb–ı Hak: Peki, bunlara karşılık ne yaptın? Buyurur. Kul: Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.
Cenâb–ı Hak: Yalan söylüyorsun. Sen, “babayiğit adam” desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.
Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da: Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? Diye sorar. İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur’an okudum, cevabını verir.
Yalan söylüyorsun. Sen “âlim” desinler diye ilim öğrendin, “ne güzel okuyor” desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur, o da yüzüstü cehenneme atılır.
(Daha sonra) Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder. Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? Buyurur. Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım, der.
Yalan söylüyorsun. Halbuki sen, bütün yaptıklarını “ne cömert adam” desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur. Emrolunur, bu da yüzüstü cehenneme atılır.»
Her İşin Neticesi Niyyet Ve Samimiyete Bağlıdır.
Niyetleri en iyi bilen Allah’dır.
Rabbim Niyetlerimizi halis, amellerimizi makbul eylesin. AMİN!
ÖRNEK OLAY
Fudayl bin İyad’ın (r. Aleyh) Mektupları
Kuşeyrî’nin verdiği bilgiye göre Fudayl gençliğinde Merv ile (diğer bir rivayette Serahs) Ebîverd arasında eşkıyalık yapan bir çetenin reisiydi. Ancak basit şeylere tenezzül etmeyen mert bir kişiliğe sahipti.
Âşık olduğu câriyenin evine girmek için duvara tırmandığı bir sırada içeride Kur’an okunuyordu. Bu arada duyduğu,
أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ
“İman edenlerin Allah’ı anma ve hak olarak inen (Kur’an)a karşı kalplerinin ürpermesi/saygıyla yumuşaması zamanı gelmedi mi? (Mü’minler,)
sakın bundan önce kendilerine kitap verilip de (onunla alakayı keserek)
üzerlerinden uzun zaman geçmiş, kalpleri artık katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Çünkü onlardan çoğu (Allah’ın emrinden çıkmış
) fâsık (olmuş)
lardır.[2] meâlindeki âyetten çok etkilendi ve,
“Evet yâ Rabbi, o an geldi” diyerek oradan ayrıldı. Yaptıklarına tövbe edip kendini tamamen ibadete verdi (er-Risâle, s. 57).
Daha sonra memleketini terkederek Kûfe’ye gitti; burada Ebû Hanîfe, Süfyân es-Sevrî ve A‘meş gibi âlimlerin meclislerine devam etti; otuz yıl ilim ve ibadetle meşgul oldu. 187 yılının Muharrem ayında (Ocak 803) Mekke’de vefat etti.
Selef-i Sahihin’in örnek şahsiyetlerinden olan Fudayl bin İyad’ın ra ibadetin tadını alması sebebiyle onunla aynı zamanda yaşayan iki âlime birer mektup yazarak onları nefis tezkiyesine davet etmiştir. Bu mektupların cevapları dikkat çekicidir ve âlimlerin birbirlerine karşı üslupları örnek alınması gereken güzel örneklerdendir.
Ø Abdullah İ Mübarek’e R. Aleyh Yazdığı Mektubun Birkaç Cümlesi;
“… Sen Tarsus’a cihad için gideceğine gelip benim gibi Mekke’de kendini ibadete versene, dışarı ile çok ilgileniyorsun biraz da kendi nefsinle ilgilensene …”
Ø İmam Malike’ de (r. Aleyh) yazdığı mektubun bir bölümü:
“… Ey İmam, sen çok ilimle başkalarına ders vermek ile fetvalarla uğraşıp zamanın büyük bir kısmını dışarıdakilere harcıyorsun, yerinde olsam ara verir kendimi ibadete veririm …”
Ø Abdullah İbni Mübarek’in (r. Aleyh) cevabı yazdığı şu şiir ile
“Ey Haremeyn’in âbidi:
Eğer bizleri görseydin şüphesiz ibadetle oyalandığını bilirdin.
Kimilerinin gözleri gözyaşları ile dolarken bizim boğazlarımız kanlarımız ile boyanır,
Bazılarının atı boş işlerde yorulurken bizim atlarımız günün sabahında yorulur,
Misk ve güzel kokularının meltemi size, atlarımızın çıkardığı toz ve duman bize,
Şüphesiz Nebimizin sözü bize ulaşmıştır,
Onun her sözü doğrudur ve onlarda yalan yoktur,
O dedi ki: “Allah yolunda koşan atların çıkardığı toz ile mücahidin burnundaki toz cehennemin ateşinin dumanı ile asla buluşmaz”,
Aramızda konuşan Allah’ın kitabıdır, şehitler ölü değildir,
Bu yalanlanamaz bir hakikattir.”
Mektubu getiren anlatıyor;
“Mektubu okudu, başladı yüksek sesle ağlamaya ve sonrada şöyle dedi:”
“Ey Abu Abdurrahman,” sana nasihat vermek istedim asıl sen bana nasihat ettin.”
Ø İmam Malik’in (r. Aleyh) cevabı:
“Allah seni tüm hayırlı işlerde muvaffak kılsın,
Unutma şüphesiz O kulları arasında rızıkları taksim eder,
Ancak rızık sadece mallardan ve eşyalardan oluşmaz,
Allah kimi kullarına infakı sevdirir, onlar da infak ederler,
Kimi kullarına cihadı sevdirir, onlar bir ömür at üstünde cihad ederler,
Kimi kullarına ibadeti sevdirir, onlar için en güzel şey de ibadet etmek olur,
Kimi kullarına da ilmi sevdirir, onlarda bütün ömrünü ilim yolunda geçirirler,
Böyle yapmakla Allah her kulunu bir yolda istihdam eder,
Onlar da o İstihdam-ı İlahiye’ye uygun olarak hareket ederler,
Farzları yaptıktan sonra nafilelerini hangi yönde istihdam etmişse o yönde çoğaltır,
Allah da bundan razı ve memnun olur.
Bundan dolayı ey imam! Kimseyi kınama,
Allah neyi sevdirmiş ise, sen onu vesile kılarak Allah’a yakınlaşmaya çalış,
Bize de karışma.”
İmam Malik’in mektubunu okur, ağlar ve “işte âlimin nasihati” der.
[3]
Kıymetli dostlar!
Yukarıda zikredilen duruma nasıl yaparsak düşmeyiz diye Efendimiz sav’e sorduğumuzda, bize şu müjdeli haberi veriyor:
İbni Mesut’tan ra rivayet edildiğine göre
Nebî sav şöyle buyurdu:
“Ancak iki kişiye gıpta edilir:
Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse.
Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.”[4]
Rabbimiz;
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.” (Bakara, 2/274) buyurmuştur.
Sohbetimizin başında zikrettiğimiz;
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
“Hakikaten (Allah’ın lütfu ve yapılan bağışlar dışında) insana, kendi çalışmasından başkası yoktur.” (Necm, 53/39) Âyeti Kerimesini bir kere daha düşünelim.
Efendimiz sav de:
قال النَّبيُّ صلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ: «ما أكَلَ أحدٌ طعامًا قطُّ خَيرًا مِن أنْ يَأكُلَ مِن عَملِ يَدِه، وإنَّ نَبيَّ اللهِ داودَ عليه السَّلامُ، كان يَأكُلُ مِن عَملِ يَدِه» رواهُ البُخاريُّ.
“Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davut as da kendi elinin emeğini yerdi.”[5]
ÖRNEK OLAY
Avuçları Nasırlı Muaz
Muaz İbni Cemel ra (603-639)
Akabe Biatı’nda daha 18 yaşındayken Müslüman olmuştu. 36 yıl yaşayacak böyle bir hayatın altında da imzası olacak. O Muaz ra ki, Kıyamet Günü de Âlimlerin imamıdır.
Resulullah sav Onun için şunu söylüyor:
“Kıyamet günü alimler ümmetlerinin önünde olacaklar ama Muaz ra bütün alimlerden bir ok atımlık mesafede daha önde olacak”.
Hz. Muâz, Şam’a gitti ve Hicret’in 18. Yılında 38 yaşındayken vebadan vefat etti. Vefatının iyice yaklaştığını hissettiği sıralarda şöyle diyordu:
“Merhaba ey ölüm!
Merhaba fakirlik zamanımda gelen sevgili ziyaretçi!
“Yâ Rabbi!
Benim Senden korktuğumu Sen biliyorsun. Dünyayı ve sonu gelmez arzuların tatminini istemedim. Irmakların akışı, ağaç yapraklarının hışırtısı benim alakamı çekmedi. Bunları Sen biliyorsun, yâ Rabbi!”
Hz. Muâz bu sözlerinden sonra ağlamaya başlamıştı. Etrafında bulunanlar, “Sen ki, Resûlullah’ın bir sahabisisin, sen ki bu kadar fazilete sahipsin; böyle nasıl ağlıyorsun?!” dediler. Onlara şöyle cevap verdi:
“Siz benim, ölümden korktuğum veya dünyayı terk ettiğim için ağladığımı mı zannediyorsunuz? Ben öldükten sonra hangi tarafa [cennete veya cehenneme] gideceğimden emin olamadığım için ağlıyorum!”
[6]
İlim öğrenmekten ve Müslümanların işlerini yapmaktan arda kalan zamanlarda da, kimseye muhtaç olamamak için de çalışıp çabalamıştır.
Efendimiz sav Muaz ra’ı çok sevdiği için onu bazen ziyaret eder, ona moral verirdi.
Yine böyle bir ziyaret sırasında Efendimiz sav tarlada çalışan Muaz ra’ın yanına uğramış, onunla musfaha etmek için ellerini Muaza ra uzattığında Muaz ra ellerinş Peygamber efendimize vermemişti.
Allah Rasulü sav: “- Neden ellerini vermiyorsun Muaz” dediğinde;
Muaz ra : “-Ya Resulallah, Ellerim çalışmaktan nasırlaştı. Böyle nasırlı ellerimi senin ellerine sürüp de seni incitmek istemedim. Onun için Ellerimi senden esirgedim.
Allah Rasülü sav:
“-Uzat o ellerini uzat, ey Muaz,” demiş ve Muaz’ın ra nasırlı o iki elinin içine iki öpücük kondurmuştur. Sonra o elleri kaldırmıştır ve:
“İşte bu eller Allah ve Rasulünün sevdiği ellerdir. Bu eller Allah ve Rasulünün memur ve razı olduğu ellerdir” diye, hem onu takdir etmiş, hem de Muaz ra üzerinden alın teri ile helal kazanç yolunda emek sarfeden, çalışıp-çabalayan ve yorulan bütün Müminleri müjdelemiştir.
Alın Terini Kutsal Bilen Kıymetli Müminler!
Şu altın kuralı hiç unutmayalım.
Peygamberler as ve Muttakiler “dinden konuşur, ama (Dini sermaye ederek) dinden geçinmezler.
Aziz Müslüman!
Ka’b İbn Iyâd ra şöyle demiştir:
Allah Rasûlü sav’i şöyle buyururken işittim:
عن كعب بن عياض رضي الله عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: إِنَّ لِكُلِّ أُمَّةٍ فتنةً، وفِتنَةُ أُمَّتي المَالُ»
«Her ümmetin bir fitnesi (imtihanı) vardır. Benim ümmetimin fitnesi ise maldır.» [7]
Bir yerde ticaretin oluşması için alınıp satılabilen, bir ürünün, bir şeyin, bir malın olması gerekir.
Peki Mal nedir?
“Mâl” çoğulu “emvâl” Arap dilinde “mâlik olunan her türlü şey” anlamında olup Türkçe’ye de bu mânasıyla geçmiştir.
Yine “Mal” kelimesi tekil olarak kullanıldığında “servet, mal varlığının aktif kısmı, özel mülkiyet hakkı” gibi anlamlara gelirken, çoğulu olan “emvâl” kelimesi “muâmelât alanındaki malî ilişkiler” anlamında mal varlığı hukukunu, kul haklarını, devlete ait bütün gelirleri ifade eder.
Hanefîler’in mal tanımında örfî ve tabii unsurlar ön plandadır. Meselâ Mecelle’nin,
“Tab‘-ı insanî mâil olup da vakt-i hâcet için iddihâr olunabilen şeydir” (md. 126) biçimindeki tanımına göre mal, “insanın tabiatı icabı kendisine bir ihtiyaç ve istek duyduğu ve lüzumu olduğunda kullanılmak üzere doğrudan saklanıp korunması mümkün olan şeydir” (Hamevî, IV, 5; Ali Haydar, I, 228).
Peki Ticaret nedir?
Kısaca bir de Ticaretin tarifine bakalım:
“Ticaret”, kâr amaçlı mal mübadelesidir.
Bu mesleğin mensubuna “tâcir” çoğuluna da “tüccâr” denir.
Bir ücret karşılığında mal alım satımı yapılabildiği gibi mal hükmünde olmayan, iş, emek, maharet, hak, … gibi mubah olan şeylerde de karşılıklı güven ve rızaya dayanan şeylerin ticareti yapılabilir.
Bir Müslüman için haram olan şeylerin alım-satımı, üretim-dağıtımı, vs haramdır.
Her Müslümanın kazancının haramlarını ve helallerini, işinin esas ve usüllerini bilmesi üzerine farzdır.
Sevgili Peygamberimiz as Ticaretle Alakalı Birkaç Hadisi Şeriflerine Bir Kulak Verelim:
عَنْ أَبِي حَمْزَةَ عَنْ الْحَسَنِ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وعلى آله وَسَلَّمَ قَالَ التَّاجِرُ الصَّدُوقُ الْأَمِينُ مَعَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ
Hz. Peygamber sav:
“Güvenilir, dürüst Müslüman tâcir peygamberler, sıddîklar ve şehidlerle beraberdir.” [8]
Hadisi Şerifin bir diğer rivayetinde:
“Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Sâlihlerle beraberdir.”[9]
Hz. Peygamber’e sav, “En faziletli kazanç hangisidir?” diye sorulduğunda
“O, “Helâl / Makbûl bir alış veriş ve kişinin el emeğiyle kazandığıdır.” Diyerek cevap vermiştir. (İbn Hanbel, III, 467)
“Rızkın onda dokuzu ticarettedir.”[10]
Ebû Hüreyre ra’den rivayet edildiğine göre
Resûlullah sav şöyle buyurdu:
“Sizden herhangi birinizin sırtına bir bağ odun yüklenip satması, herhangi bir kişiden dilenmesinden hayırlıdır. O da ya verir, yahud vermez.”[11]
- الَّلهمَّ باركْ لأمَّتي في بُكُورِها
“Allah’ım! Ümmetim için (günün) erken vakitlerini bereketli kıl!”[12]
مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا
“…Bizi aldatan, bizden değildir.”[13]
“Muhakkak Allah’tan korkan, iyilik yapan ve doğru olanlar dışındaki tâcirler kıyamet günü fâcirler olarak diriltilecektir.”[14]
“Kusurunu söylemeden bir malı satan kimse, daima Allah’ın gazabı altındadır ve melekler o adamın Allah’ın rahmetinden uzak kalmasını dilerler”[15]
“Bir malı satın almak istediğin zaman, sana (istediğin mal) verilse de verilmese de almak istediğin fiyatı söyle. Bir malı satmak istediğinde, versen de vermesen de gerçekte satmak istediğin fiyatı söyle.”[16]
“Müşteri kızıştırmayınız. Bir kimse kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın. Din kardeşinin dünürlüğü üzerine dünür göndermesin. Bir kadın, din kardeşi bir kadının çanağındaki nimeti kendi kabına doldurmak için onun boşanmasını istemesin.” [17]
“Rasûlullah sav, pazarcıların yolda karşılanmasını, şehirlinin köylünün malını satmasını, bir kadının, evleneceği erkeğe din kardeşi bir kadını boşamayı şart koşmasını, bir kimsenin din kardeşinin pazarlığı üzerine pazarlıkta bulunmasını, müşteri kızıştırmayı ve satılık hayvanın sütünü sağmayıp memesinde biriktirmeyi yasakladı.”[18]
Bu Hadisi Şeriftlerden Alacaklarımız:
§ Dürüst ve güvenilir Tüccar, servet kazanırken Cenneti de kazanır.
§ Cennetin dört büyük rütbelileri “Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Sâlihler” arasına girer.
§ En sevap kazanç, kişinin emeği ile kazandığıdır.
§ Rızkın çokluğu ticarettendir.
§ Erken işe başlayan Peygamber sav’in bereket duasını almış olur.
§ Şehirlinin köylüye ve üreticiye ücretle simsarlık etmesi yasaklanmıştır.
§ Bilerek ve isteyerek aldatan, Müslüman değil iyi bir Münafıktır.
§ Yalancı, hileci ve kötü tüccar kıyamet günü kötülerle haşr edilir.
§ Müşteri kızıştırmak ve bir mala rağbeti artırmak için hile yoluna baş vurmak câiz değildir.
§ Satış üzerine satış yapmak ve araya girerek bitmiş pazarlığı bozmak dinimizde yasaklanmıştır.
§ Dünür üzerine dünür göndermek haramdır.
§ Bir kadının, kendisiyle evlenmek isteyen bir erkeğe, nikâhında olan hanımını boşamayı şart koşması câiz değildir.
§ Satışa arz edilecek bir hayvanın sütünü sağmayıp memesinde biriktirerek alıcıyı aldatmak yasaklanmıştır.
Böyle hileli satışlardan, alıcının dönme hakkı vardır.
Kıymetli Müslümanlar!
Rasülullah sav Medine Pazarını Kuruyor[19]
Bir insan olan Hz. Peygamber sav de iktisadi bağımsızlığın önemini muhakkak ki çok iyi biliyordu. Allah’ın inayeti ve bu tecrübelerin kazandırdığı feraset ile hicretine müteakip, ilk iş olarak siyasi ve iktisadi yönden -şartların elverdiği ölçüde hatta şartları zorlayarak- mümkün mertebe güçlü bir devlet tesis etmeyi hedef almıştı. Allah Rasulü’nün, sav devletleşmenin önemli olmasından dolayı, Medine’ye gelişi ile beraber üç önemli kurumu tesis ettiği söylenebilir. Bu kurumlar, cami, Pazar ve vakıftır.
Müslümanlar asla ‘Arapların mallarından ne kapsak kardır; bu hususta mesul ve günahkâr olmayız. Çünkü hak yolda değiller…’ zihniyetine sahip Yahudilerin insafına terk edilemezdi (…)
İlk iş müstakil bir Pazar kurmaktı. Hz. Peygamber sav Nebit ve Benî Kaynukā pazarlarına giderek birtakım incelemelerde bulundu ve “Bu asla sizin pazarınız olamaz.” Buyurdu.
Sonra ileride (Medine pazarı adını alan) bu pazara döndü, etrafını dolaştı ve “(İşte) sizin pazarınız budur; bu (Pazar) daraltılmayacak ve buradan vergi alınmayacaktır.”
[20] diye buyurdu. “Tecrübeli bir tacir olan Hz. Peygamber sav Pazar vergisi almadığı takdirde satıcıların yeni pazarı tercih edeceklerini biliyordu muhakkak. Zira kâr arzusu ticaretin en önemli dürtüsüdür ve vergisiz kazanç daha fazla kâr demektir. Ayrıca verginin kalkması, maliyetleri azaltacağından, buna paralel olarak fiyatlar da düşme eğilimi gösterecekti. Tabiatıyla, diğer pazarlara nisbetle düşük fiyatlarla işlem gören mamuller daha fazla müşteri çekecektir.”
[21]
Hz. Peygamber sav kendi kurdurduğu pazarla bir taraftan mevcut Pazar anlayışına alternatif ve rakip olmak isterken bir taraftan da kendisinin getirdiği mesajları burada uygulayarak insanlara ulaştırmak istemiştir.”
[22]
Aynı zamanda Medine pazarı, Müslümanların İslami kaideler çerçevesinde ticaret yapabilmelerine olanak sağladığı gibi, ticaret yoluyla dışa bağımlılıktan kurtulabilme imkânına da fırsat sağlamıştır.
Medine Pazaryerlerinin Kabristanlık yanında kurulması da ayrıca üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken bir durumdur.
ÖRNEK OLAY
Peygamberimizin Ticareti Teşviki
Efendimizin Sahabeyi Kiramı Ticarete teşvik edişini anlatan çok güzel bir olay.
Gelin hep beraber Medine günlerine gidelim ve Fakir bir Sahabi ve Efendimiz arasında geçen şu olayı ibretle izleyelim.
Ensardan bir zat kendisine gelerek bir şeyler isteyince Hz. Peygamber: “Evinde hiçbir şeyin yok mu” diye sordu.
Adam: “Bir kısmını giydiğimiz bir kısmını da yaygı olarak kullandığımız bir bez/çul gibi bir şey ve su içtiğimiz bir bardak var” dedi.
Hz. Peygamber: “Onları bana getir” buyurdu. Adam getirdi.
Hz. Peygamber onları eline alıp yanındakilere:
“Bunları satın alacak var mı” diye sordu.
Sahabeden birisi:
“Ben bir dirheme alayım” deyince,
Hz. Peygamber: “Daha fazla veren yok mu?”diye sordu.
Bir başka sahabi: “Ben iki dirheme alayım” dedi.
Hz. Peygamber malı ona verip iki dirhemi aldıktan sonra o dilenene şunu söyledi:
“Şu iki dirhemi al. Birisiyle yiyecek satın al evine götür. Bir dirheme de bir balta al bana getir.”
Adam Hz. Peygamber’in dediği gibi yaptı ve baltayı alıp kendisine getirdi.
Hz. Peygamber baltaya kendi elleriyle bir sap takarak buyurdular ki:
“Bu baltayı al. Odun kes ve sat. Seni on beş gün görmeyeyim.”
Adam buna uydu ve on beş gün sonra on dirhem biriktirmiş olarak geldi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sav:
“Onun bir kısmıyla yiyecek, bir kısmıyla giyecek satın al” dedikten sonra şu uyarıyı yaptı:
“İşte bu kıyamet günü dilencilik lekesi ile Allah’ın huzuruna çıkmandan hayırlıdır. Dilencilik ancak üç kişi için düşünülebilir:
Ø Fakr-u zaruret içinde bulunan,
Ø Ağır borç yükü altında ezilmiş gariban,
Ø Izdırap verici kan bedeli (diyet) ödemek durumunda kalan kişi.”[23]
Bu olay el emeğine verilen değerin de bir ifadesidir.
Balık vermekten, balık tutmayı öğretmek daha hayırlıdır.
Kıymetli Müslümanlar!
“Hacdan dönünce ticaretle uğraşılmaz.” Diye Maalesef Müslümanlar arasına sokulmuş cahilane bir inanış var.
Bu şeytani yalana kanan bazı Müslümanlar da hem hacca geç gitmek hem de hac dönüşünde Peygamberimizin sav de mesleği olan ticaretten uzaklaşıyor.
İyi bir Müslümanın en mühim özelliklerinden biri de üreten insan olmasıdır.
Mal üretir.
Ürün üretir.
Heyecan üretir.
Fikir üretir.
Çözüm üretir.
Huzur üretir.
Cesaret üretir.
Hayır adına her şeyi üretir.
Ta ki Cennette Rabbi ile Selamlaşana kadar hep üretir.
O bilir ki;
“İki günü eşit olan zarardadır.”
Rivayet, bazı kaynaklarda şöyledir:
مَنِ اِسْتَوَى يَوْمَاهُ فَهُوَ مَغْبُونٌ وَ مَنْ كَانَ غَدُهُ شَرّاً فَهُوَ مَلْعُونٌ وَ مَنْ لَمْ يَتَفَقَّدِ اَلنُّقْصَانَ فِي عَمَلِهِ كَانَ اَلنُّقْصَانُ فِي عَقْلِهِ وَ مَنْ كَانَ نُقْصَانٌ فِي عَمَلِهِ وَ عَقْلِهِ فَالْمَوْتُ خَيْرٌ لَهُ مِنْ حَيَاتِهِ.
“İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır. Bugünü dününden kötü olan lanetlenmiştir. Artmayan eksilir. Eksilen için ise ölüm daha hayırlıdır. Cennet’i arzulayan hayırlı işlere koşsun. Cehennem ateşinden korkup çekinen, şehvani işlere uzak olsun. Dünyada zühd içinde yaşayan kimseye musibetlere karşı sabretmek kolay gelir.”[24]
Zahid Kimdir?
• İmam Muhammed eş-Şeybanî: “Zahidlik mağarada olmaz evladım.
•Zahidlik, çarşıda, pazarda, insanların içerisinde alırken, satarken olur.”
•Süfyân b. Uyeyne: “Eğer o adam elinden o yüz dirhem çıktığı zaman yüreğinde hiçbir sıkıntı duymuyorsa, o parası on bin dirhem olunca da sevincinden uykusu kaçmıyorsa, o adam zahiddir.”
Çalışan ve Üreten kıymetli Müminler!
أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ، لَقِيَ نَاسًا مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ، فَقَالَ: مَنْ أَنْتُمْ؟ قَالُوا: نَحْنُ الْمُتَوَكِّلُونَ. قَالَ: بَلْ أَنْتُمُ الْمُتَّكِلُونَ، إِنَّمَا «الْمُتَوَكِّلُ الَّذِي يُلْقِي حَبَّهُ فِي الْأَرْضِ، وَيَتَوَكَّلُ عَلَى اللَّهِ»
Hz. Ömer ra boşta gezen bir gruba: “Siz necisiniz?” diye sorunca onlar da: “Biz mütevekkilleriz.” Demişler.
Bunun üzerine Hz. Ömer ra:
“Hayır, siz mütevekkil değil, müttekilûnsünüz. Mütevekkil, tohumu ektikten sonra Allah’a tevekkül edendir.”[25] buyurarak tevekkülden ne anlaşılması gerektiğini ortaya koymuştur.
ÖZET
Tüm peygamberler, dinden konuşmuş, ama asla dinden geçinmemişlerdir.
Ahlaklı mümin Tüccar şu hali şiar edinir:
El kârda, gönül yarda olmalı…
Ticari Ahlakın Beş Temel Esası
1-Sağlam bir akidenin inşası
2- Ticari hukukun derinlemesine öğrenilmesi
Hz. Ömer: “Bizim çarşımızda, dinde belli bir derinliği olmayan kimselerden başkası alış-veriş yapmasın.”
3- Sadık ve salih dostların edinilmesi
4- Allah’ın, yapılan ticarete ortak edilmesi
“Aziz ve Celil olan Allah buyurdu ki:
‘İki ortaktan birisi diğerine ihanet etmediği müddetçe ben onların üçüncü ortağıyım. Eğer birisi diğerine ihanet ederse, ben aralarından çıkarım.”[26]
5- Bir hakikat olan ölümün sürekli hatırda tutulması
Kıymetli Müminler!
İslam Ahlak ve Ahkamı ile ticaret yapan Müslüman tüccarlar seyesinde Endonezya’ya, Malezya’ya Tayland’a İslam girmiştir.
Anadolunun İslamlaşmasındaki en önemli öncül sebepler de yine Müslüman tüccarların dürüstlüğü olmuştur.
Ticaret Ahlakına Sahip Müslüman Şu Hususlara Dikkat Etmelidir
Emir Ve Tavsiye Edilenler
Doğruluk Ve Dürüstlük
Helal Ve Temiz Olanla Meşguliyet
Üretim
Ölçü ve tartının tam yapılması
Yeteri kadar Tüketme
Ticaret Teşvik
Borç verme sadaka sayılmış
Kolaylık
Zekat
Cömertlik
Sadaka
İnfak
Vakıf
Dünya-Ahiret Dengeli Kazanç
Haram Ve Yasaklananlar
Yalan ve Hile
Haramdan kazanmak
Harama harcamak
Faiz
Lüks
İsraf
Rüşvet
Rant
Şans Oyunları
Hırsızlık
İhtikar, Stokçuluk, Karaborsacılık
Gasp
Dilencilik
Kapitalizm, Dünya
Kıymetli Müslümanlar!
Netice olarak İslâm, hem dünya ve âhiret saadeti için helal yolla çalışmayı, kazanmayı ve harcamayı tavsiye etmektedir.
“Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde âhiret yurdunu da ara. Dünyadan (helalinden olarak) nasibini de unutma! Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. (Emirlerine muhalefet ederek) yeryüzünde bozgunculuk (yapmayı) isteme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas, 28/77)
Ya dünyalık işlerimizde ve ticaretimizde Müslüman ahlakı ile hareket eder, haddi aşmadan dengeli bir yaşam sürer aynı zamanda Cenneti de satın almış oluruz.
Ya da, haram helal ver Allahım. Bu kulun afiyetle yer Allahım, deyip aynı zamanda Cehennem Ateşini de satın alanlardan oluruz.
اللَّهُمَّ إنِّي أعُوذُ بكَ مِنَ العَجْزِ والكَسَلِ، والجُبْنِ والهَرَمِ، وأَعُوذُ بكَ مِن فِتْنَةِ المَحْيا والمَماتِ، وأَعُوذُ بكَ مِن عَذابِ القَبْرِ.
“Allah’ım acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, elden ayaktan düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Ölümün ve hayatın sana fitnesinden, kabir azabından sana sığınırım.”[27]
Velhamdulillahi Rabbil Âlemin, el-Fâtihah.
Kaynaklar
Diyanet İşleri Başkanlığı
Diyanet İslam Ansiklopedisi
Feyzül Furkan Kuran Meali
Riyazüs Salihin
Bazı Sohbet Siteleri
Sorularla İslamiyet
Muhammed Emin Yıldırım Hocanın Sohbetlerinden
Yaşar Kapkara
2023 Vezirköprü
DİPNOTLAR
[1] (Buhârî, Savm 4, Ashâbu’n-Nebî 5; Müslim, Zekât 85, 86)
[3] Muhammed Emin Yıldırım Hocanın Siyer Vakfı’nda “Büyüklerin Dünyası” başlığı altında yapmış olduğu programlardan “Fudayl b. İyaz” programı videosundan alıntıdır.
[4] (Buhârî, İlim 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268)
[6] Üsdü’l-Gàbe, 4: 377-378.
[7] [Sahih Hadis] – [Tirmizî rivayet etmiştir – Nesâî rivayet etmiştir – Ahmed rivayet etmiştir]
[8] (Müsned, III, 437; İbn Mâce, “Ticârât”, 1; Tirmizî, “Büyûʿ”, 4);
[10] (İbn Hacer el-Askalânî, VII, 352)
[11] Buhârî, Zekât 50, 53; Müslim, Zekât 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28
[12] (İbn Hanbel, I, 153)
[14] (Müsned, III, 428, 444; İbn Mâce, “Ticârât”, 3; Tirmizî, “Büyûʿ”, 4; Dârimî, “Büyûʿ”, 7)
[15] İbn. Mace , Büyû: 45
[16] (İbn Mâce, Ticâret, 29)
[17] (bk. Buhârî, Büyû‘ 64, 70; Müslim, Nikâh 51-56, Büyû‘ 11, 12; Nesâî, Büyû‘ 16)
[18] (bk. Müslim, a.g.e.)
[20] Lütfi Bergen, Medeniyet, Mgv Yayınları, Ankara, 2014, S. 201
[21] Vecdi Akyüz, Bütün Yönleriyle Asr-I Saadette İslam 3. Cilt, Ensar Yayınları, İstanbul, 2007, S.330
[22] Lütfi Bergen, Medeniyet, Mgv Yayınları, Ankara, 2014, S. 202
[23] Ebû Dâvûd, “Zekât”, 26; İbn Mâce, “Ticârât”, 25.
[24] Bkz. El-Firdevs, III, 611, Ebu Bekir Sifil Hoca Efendi, Milli Gazete, 31 Ocak 2010
[25] İbn Ebi’d-Dunyâ: Kitâb Et-Tevekkül (1987), s. 45, H.No: 10. Râvîleri güvenilirdir; Ayrıca bkz. Beyhakî: Şu’abu’l-îmân (2003), 2/429 tâlîken
[26] (Ebû Davud, Büyû, 26; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, c. 6, s. 78)
[27] (Müslim, Zikir, dua, tevbe ve istiğfar,