Y A Ş A R K A P K A R A
  İman (Vaaz)
 
VAAZ ANA KONULARI
İÇİNDEKİLER

1- ALLAHA        İMAN
2- MELEKLERE İMAN
3- KİTAPLARA  İMAN
4- PEYGAMBERLERE İMAN
5- AHİRET GÜNÜNE İMAN

6- KADERE (Hayır ve Şerrin Allahın İzni İle Meydana Gelmesine) İMAN
7- KABİR HAYATI


1- ALLAHA        İMAN

ALLAH'I TANIMAK VE ONA İMAN ETMEK

 Allah'ı Tanımak Ve Ona İman Etmek

اَلْحَمْدُ للهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ، اَلْعَزِيْزِ الْغَفَّارِ
للَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الْمُخْتَارِ *    وعلى اله واصحابه الاطهار  *
وعلى جميع الانبياء والمرسلين الابرار
 
Kıymetli Müminler!
 
Bugün sizlerle “Allah'a İman” mevzusunu Âyeti Kerimeler ışığında, Peygamber Efendimiz sav ve Ashabı Kiramın hayatlarından örnekler vererek açıklamaya çalışacağız.
 
Rabbim bizleri makbül bir iman ile müşerref eyleyip, amel-i salih ile muttakiler derecesine ref eylesin. Âmin!
 
Öncelikle “İman” kelimesi ve irtibatlı kelime ve kavramları kısa da olsa açıklayalım.
 
İman / İtikad
İman: “Güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” gibi anlamlara gelen emn (emân) kökünden türemiştir.
İman:  “Güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak”,
İman:  “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanır.
İtikad: “Sağlamlaştırmak, kesin karar vermek, tasdik etmek” mânasındaki akd kökünden türemiştir.
 
Bu inanca sahip bulunan kimseye Mü’min, inancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye de Müslim denir. 
 
Kardeşler!
 
İman İ’tikad’ı, İ’tikad İ’timad!ı gerektirir. Yani Allah’a İ’timadı olmayanın İmanı da yoktur. Her Müslüman/Mümin bu gerçeği çok iyi bilmelidir. İmanı Bereketli bir ağaca benzettiğimizde de şöyle bir görüntü ile karşılaşırız:
 
 İmanın,
Kökleri Marifet
Gövdesi Tasdik
Dalları İkrar
Meyvesi Ameldir.
 
Rabbimiz Teâla İmanı şöyle açıklar:
 
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِيَ أَنزَلَ مِن قَبْلُ وَمَن يَكْفُرْ بِاللّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا
“Ey iman edenler! Allah’a, Rasûlü’ne, indirdiği Kitab (Kur’an)’a ve daha önce indirdiği kitap(ların asılların)a (gereği gibi sebatla) iman edin. Kim Allah’ı, Meleklerini, Kitaplarını, Rasûllerini ve Âhiret Gününü (birini bile) inkâr ederse muhakkak ki o, derin bir sapıklığa düşmüş (imandan çıkmış) olur.” 
 
“Ey İman Edenler! İman Edin” Çağrısı ne Demektir?
 
1.İman ettiğiniz değerlere, şüphe etmeden, tam olarak iman edin. 
2.İman hakikatlerini iyice öğrenin ve içselleştirin.
3.İmanlarınızı taklidi imandan tahkiki imana yükseltin.
 
Kardeşler!
 
Burada İmanın Şartlarını bir kere daha hatırlayacak olursak:
1-Allaha İman (İsim, Sıfat ve Fiillerinde Tek’dir.)
2-Meleklerine İman (Sadece İbadet ederler)
3-Kitaplarına İman (Özelde Kuran-ı Kerim)
4-Peygamberlerine İman(Özelde Hz. Muhammed as’a İman)
5-Âhiret Gününe İman(Ölümden sonraki Cehennem/Cennet)
6-Kadere İman (Hayır da Şer de Allah’ın İzni ile olur.)
 
İmanın bu 6 Şartının ilki olan Allaha İman konusuna Efendimiz sav’in bir Hadis-i Şerifini hatırlatarak geçebiliriz.
Ebu Amr (veya Ebu Amre) Süfyan İbni Abdullah ra şöyle dedi:
 قُلْتُ : يا رسول اللَّهِ قُلْ لِي في الإِسلامِ قَولاً لا أَسْأَلُ عنْه أَحداً غيْركَ
« قُلْ : آمَنْت باللَّهِ: ثُمَّ اسْتَقِمْ »
-“Ya Rasulallah! Bana İslam’ı öylesine anlat ki, onu bir daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim.
Rasulullah as:
“Allah’a inandım de sonra da dosdoğru ol!” buyurdu.  
 
Yani İslam’ın özeti bu iki kelimedir. Allaha İman ve İstikamet.
 
ÖRNEK OLAY
Birinci Akabe Bîatı  / Bi'setin 12. senesi (Miladî: 621)
 
Bi'set’in 11. yılında Akabe mevkiinde İslâmiyetle şereflenen Esad bin Zürare Liderliğindeki 6 Medineli Genç, bir sene sonra aynı yerde buluşacaklarına dair Rasûl-i Ekrem Efendimize as söz vermişlerdi.
 
İlk görüşmelerinin üzerinden bir sene geçip, hac mevsimi gelince, içlerinde bir sene önce İslâmla şereflenmiş bulunan altı kişinin de bulunduğu 12 kişilik bir kafile Mekke'ye doğru yola çıktı.
 
Akabe denen küçük ve dar vadide, bir gece vakti gizlice Rasûl-i Ekremle buluşarak görüştüler. 
 
Bu görüşme sonunda şu hususlarda Rasûlullah’a bîat ettiler:
1.Allah'a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak,
2.Hırsızlık yapmamak,
3.Zina etmemek,
4.Çocuklarını öldürmemek,
5.Kimseye iftirâ etmemek,
6.Hiçbir hayırlı işe karşı çıkmamak.  
 
Bu bîattan sonra Peygamber Efendimiz sav, kendilerine hitaben şöyle konuştu:
"Sizden, verdiği sözde duranın ücret ve mükâfatını Allah, tekeffül etmiş, onlara Cenneti hazırlamıştır. 
Kim insanlık icâbı, bunlardan birini işler de ondan dolayı dünyada cezaya uğratılırsa, bu ona kefaret olur. 
Kim de yine bunlardan, insanlık haliyle birini irtikab eder de işlediği o şeyi Allah açığa vurmazsa, onun işi Allah'a kalır. Dilerse onu bağışlar, dilerse azaba uğratır." 
 
Kardeşler!
Abdullah ibni Revaha ra arkadaşlarını; تعال نؤمن ساعة “taal nu’minü saaten, gelin bir saat iman edelim.” diye hitap ederek, çağırırdı.
Abdullah ibni Revaha ra bu sözü söylediğinde sahabeden bazıları, “Abdullah bu ne bişim bir söz?,” diyorlardı. 
O da “Sizi iman etmeye çağırıyorum”, deyince, Onun bu sözüne itiraz edip kızıyorlar ve Rasülullah’a sav gidip, onu şikayet ediyorlardı.
 
Efendimiz sav bu sözü duyunca: 
-“Abdullah sizi çok güzel bir şeye çağırıyor. Gidin! Oturun! ve imanlarınızı takviye edin”, diyordu.
 
Kıymetli Kardeşlerim!
 
Bugün Müminlerin en çok kullandığı kelimelerden birisi “ALLAH” lafzıdır. En az tanıdıkları şey de ALLAH’dır. Aşağıda bu lafızlardan birkaç tanesini hatırlama babından yazdık. 
 
Acaba, kullandığımız bu lafızların manalarını ne kadar biliyor, icaplarını ne kadar yerine getirebiliyoruz?
 
Allâhü Ekber
Allah Vekil
Bêrakellah 
Bi-iznillâh
Cündüllah
El-hamdü lillâh
Emrullah
Estağfirullah
Evliyaullah 
Eûzübillâh, Neûzü billâh
Fe-sübhânallah
Fi emenillah
Fî sebîlillâh
Hablullah 
Hafazanallah
Hasbünallah
Hizbullah 
Hubbullah
Hududullah 
Hukukullah 
Hükmüllah 
İnşâallah, Mâşâallah
Maazallah
Seyfullah 
Tevekkeltü Alellah 
Vallahi- Billâhi-Tallâhi
…………
Kıymetli Gençler!
 
“Allah” Deyince Bir Müminin Aklına Gelmesi Gereken İlk Hakikatler Nelerdir? 
1.BirlikTevhid Allah’ın İsim, Zât, Sıfat ve Fiillerinde Tekliği
2.BüyüklükAllahü Ekber
3.BütünlükSübhanallah, Kemalat
4.BenzersizO Hiçbir Şeye, Hiçbir Şey De Ona Benzemez
5.BâkiEzel – Ebed, Lem Yelid Ve Lem Yûled
6.El Mü’minGüvenen, Güven Veren
7.ElkâdirGüçlü, Takdir Eden, Hesap ve Düzen Sahibi
8.Ettevvêb Tevbeleri Kabul Eden, Rahmet Kapısını Açık Tutan
 
Müminin aklına gelen bu Hakikatler, akılla ilmi kıvama gelince, Müminin kalbine de nüfuz eder. Kişi imanın tadını alıp, sarsılmaz, kavi bir imana sahip olur. Yoksa dilde ve dudakta kalmış bir iman, sahibini uzun soluklu taşıyamayacaktır.
 
Kıymetli Gençler!
 
İman kavî olmayınca, şeytanların vesveseleri altında eziliyoruz. 
Mirasta neden kadın erkek arasında ½ taksimat var?
Neden şahitlikte 2 kadın 1erkeğe denk?
Neden kadının boşama hakkı yok da, erkeğin var?
Neden Faiz haram?
Neden hep Müslümanlar dünyanın kötü örneklerinden?
Neden Müslümanların Teknolojisi yok?
Neden Müslüman ülkelerde özgürlük ve adalet yok?
Neden? Neden? Neden?
 
İmanın Tadı Nedir?
 
İmanın Tadı (Halêvetül Îman) alınmayınca bu soruların cevabını vermekte zorlanıp, eziliyoruz.
 
Enes İbni Mâlik ra'den rivayet edildiğine göre,
Peygamber sav  şöyle buyurdu:
"Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır:
-Allah ve Rasûlünü, herkesden ve herşeyden daha fazla sevmek.
-Sevdiğini Allah için sevmek.
-Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek."   
Bir başka Hadisi Şerifte:
"Allah'ı rab, İslâm'ı din, Muhammed'i peygamber olarak benimseyip onlardan râzı olan kimse imanın tadını tatmıştır."  
 
Rasülullah sav 23 yıl boyunca insanlardan sadece bir tek şey istemişti. 
Neydi o bir tek şey?
‏ ‏حَدَّثَنَا ‏ ‏أَبُو النَّضْرِ ‏ ‏حَدَّثَنَا ‏ ‏شَيْبَانُ ‏ ‏عَنْ ‏ ‏أَشْعَثَ ‏ ‏قَالَ وَحَدَّثَنِي ‏ ‏شَيْخٌ ‏ ‏مِنْ ‏ ‏بَنِي مَالِكِ بْنِ كِنَانَةَ ‏ ‏قَالَ ‏ ‏رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ ‏ ‏صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ‏ ‏بِسُوقِ ‏ ‏ذِي الْمَجَازِ ‏ ‏يَتَخَلَّلُهَا يَقُولُ يَا أَيُّهَا النَّاسُ قُولُوا لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ تُفْلِحُوا قَالَ ‏ ‏وَأَبُو جَهْلٍ ‏ ‏يَحْثِي ‏ ‏عَلَيْهِ التُّرَابَ وَيَقُولُ يَا أَيُّهَا النَّاسُ لَا يَغُرَّنَّكُمْ هَذَا عَنْ دِينِكُمْ فَإِنَّمَا يُرِيدُ لِتَتْرُكُوا آلِهَتَكُمْ وَلِتَتْرُكُوا اللَّاتَ وَالْعُزَّى قَالَ وَمَا يَلْتَفِتُ إِلَيْهِ رَسُولُ اللَّهِ ‏ ‏صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ 
Benî Malik b. Kinane’den ra, bir adam anlatıyor: 
“Peygamber sav Zü’l-Mecaz Panayırı’nda şöyle diyerek dolaşıyordu:  
-“Ey insanlar! Lâ ilâhe illallah deyin, kurtuluşa erin! 
Diğer taraftan Ebû Cehil de O’nun yüzüne toprak saçarak: 
Ey insanlar! Bu adam sakın sizi dininizden etmesin. Sizden dininizi terk etmenizi, Lât ve Uzza’yı terk etmenizi istiyor, derken, Rasûlullah sav ise ona hiç aldırmıyor (insanları islama davet etmeye devam ediyor)du.”   
 
Aziz Müminler!
 
İslam Toplumunda Yaşayan İnsanlarda İki Çeşit İman Vardır
 
A) İhlas ile Temellendirilen İman Mü’minin İmanı
a)Taklidi İman
b)Tahkiki İman
 
B) Sadece Dil ile Gösterilen İmanMünafığın İmanı
 
İhlas İle Kalpte Kök Salmış İman
 
1-Kelime-i Tevhid
لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ 
Kelime-i Tevhid İki Bölümden oluşur. 
1. BölümAllah’a İman لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ
2. Bölüm Hz. Muhammed as’a İmanمُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ  
 
1. BölümAllah’a İman لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ
“Lâ ilâhe illAllâh” ne demektir?
لَا إِلَهَLâ ilâhe (İlah Yoktur) (Negatif)Nefy(Sadece bu söze inanan: Ateistdir.)
إِلَّا اللَّهُ  İlle Allâh (Sadece Allah Vardır) (Pozitif)İsbat (Sadece bu söze inanan: Deistdir.)
 
2. Bölüm Hz. Muhammed as’a İmanمُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ  
مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ Muhammed as Allah’ın Rasûlüdür.
 
لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ
مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ
+_______________________
لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ مُحَمَّدُ الرَّسُولُ اللهْ (Tamamına inanan Müslümandır.)
 
Kıymetli Gençler!
 
لَا اِلَهَ اِلَّا اللهْ sözünün kısa bir tahlilini yapmakta fayda olacak.
 
Müslüman          “لَا إلَهَ”   dediğinde; 
İmha Olmadan İnşa Olmaz.
Reddetmeden Kabül Edilmez.
Temizlenmeden Mikroplar Ölmez.
Kazınmadan Cila Sürülmez.
Zarar Def Edilmeden Fayda Celb Edilmez.
Eski Bağ Çözülmeden Yenisi Bağlanmaz.
Sarsılmadan Zemin Sağlamlaşmaz, demiş olur.
 
Yine Müslüman “إلاَّ اللَّهُ” dediğinde ise;
Allah demek yetmez, sadece Allah
Evet demek yetmez, önce Hayır, sonra Evet demek gerekir.
Allah’a İman etmek yetmez, evvelinde Tağutu İnkar etmek gerekir.
Hakka ittiba etmek yetmez, öncesinde Batılı izale etmek gerekir.
Ben demek yetmez, biz demek gerekir, demiş olur.
 
Muhterem Müslümanlar!
 
2-Kelime-i Şehadet
اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
“Ben şehadet ederim ki Allahtan başka ilah yoktur. Ve Ben yine şahidlik ederim ki, Hz. Muhammed Allahın Kulu ve Peygamberidir.”
 
 
Enes ra’den rivayet edildiğine göre (bir sefer esnâsında)
Resûlullah sav, terkisine aldığı Muâz’a hitâben 3 defa:
 أنَّ نَبِيَّ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عليه وسلَّمَ، ومُعاذُ بنُ جَبَلٍ رَدِيفُهُ علَى الرَّحْلِ، قالَ: يا مُعاذُ قالَ: لَبَّيْكَ رَسولَ اللهِ وسَعْدَيْكَ، قالَ: يا مُعاذُ قالَ: لَبَّيْكَ رَسولَ اللهِ وسَعْدَيْكَ، قالَ: يا مُعاذُ قالَ: لَبَّيْكَ رَسولَ اللهِ وسَعْدَيْكَ، قالَ: ما مِن عَبْدٍ يَشْهَدُ أنَّ لا إلَهَ إلَّا اللَّهُ، وأنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ ورَسولُهُ إلَّا حَرَّمَهُ اللَّهُ علَى النَّارِ، قالَ: يا رَسولَ اللهِ، أفَلا أُخْبِرُ بها الناس فَيَسْتَبْشِرُوا، قالَ: إذًا يَتَّكِلُوا، فأخْبَرَ بها مُعاذُ عِنْدَ مَوْتِهِ تَأَثُّمًا
-“Ey Muâz!” diye seslenmiş, o da her defasında:
- Buyur, ey Allah’ın Rasûlü! emrine âmâdeyim, diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
-“Kim Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in, Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna içinden gelerek şehâdet ederse, Allah onu cehenneme haram kılar” buyurmuştur. Muâz:
-Bu müjdeyi müslümanlara haber vereyim de sevinsinler mi, ey Allah’ın Resûlü? diye izin istemiş;  Peygamber sav de:
-“O zaman onlar buna güvenir (hayırlı işler yapmakta) tembel davranırlar” buyurmuştur.
Muâz (İbni Cebel) böylesi bir bilgiyi gizleme günahından sıyrılmak için onu vefatına yakın bir zamanda haber vermiştir.”   
 
Dil ile Gösterilen İman (Henüz kalpte kök salmamış)
 
ابن عمر رضي الله عنهما أن النبي صلى الله عليه وسلم قال : ( أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى  يَشْهَدُوا أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ ، وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ ، وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ  وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ ، فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَصَمُوا مِنِّي دِمَاءَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ ، إِلَّا بِحَقِّ الْإِسْلَامِ  وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللَّهِ 
İbni Ömer ra ve Ebu Hureyre ra'den rivayet olunduğuna göre, 
Allah Rasûlü sav şöyle buyurdu: 
“İnsanlarla; -"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasülullah" deyinceye, -namaz kılıncaya, -zekat verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaparlarsa, Allah Teâlâ'nın (İslamın) hakkı hariç, kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Sonra onların hesabı Allah'a aittir.» 
 
Diğer bir Hadisi Şerifte  
“Kim La ilahe illallah’ der ve Allah’tan başka ibadet edilenleri inkar ederse, malı, kanı haram kılınmış olur. Hesabı ise Allah’a bırakılmıştır.”   buyrulmaktadır.
Hadisi Şeriflerden Anlamamız Gerekenler!
 
Yüce Allah müşriklerle, Allah'tan başka hak ilah olmadığına, Muhammed sav'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik edip, bunun gereği olarak beş vakit namazı hakkıyla kılıp, farz olan zekâtı verinceye kadar savaşmayı emretmektedir. Bu rükünlerle birlikte üzerlerine farz kılınan ibadetleri eda ederlerse canlarını ve mallarını İslam dinini korumasıyla koruma altına almışlardır. Ancak İslam dininin kısas, had ve başka cezalar ile ölüm cezası vermesi müstesnadır. 
 
Kendisine emir olunan bu emirleri yerine getiren mü'min kimse olmuştur. 
Bir kimse takiyye yahut can ve malı için endişe duyduğundan dolayı bu emirleri yerine getirirse münafık olmuştur. Zira yüce Allah o kimsenin gizlediği her şeyi bilir ve hesaba çekecektir.
 
Kıymetli Gençler!
 
Yüce Rabbimiz Kur'an'ı Mübininde;
“Allah'a iman edin”
 “Allah'a itaat edin”,  
 “Rabbinize ibadet edin.”….., gibi emirleriyle insanları emirlerine itaata ve kendisine kulluğa çağırmaktadır.
 
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ
“Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: Benden başka ilah yoktur, Bana ibadet edin, diye vahy ettik.”   
 
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
“Andolsun ki biz her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve (Allah’ın emirlerini yapmaktan meneden ve hevâsına göre dine ait hüküm koyup tanrılık taslayan) Tâğûttan kaçının.” diye tebliğde bulunan bir peygamber gönderdik. Onlardan kimine Allah (niyet ve gayretine göre) hidayet etti, kiminin hakkında da (kötü niyet ve amellerine göre) sapıklık (sıfatı) kesinlik kazandı. İşte, gezin dolaşın da yeryüzünde (peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl oldu, bakın!”  
 
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَالَّذٖينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُوا اَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعٖيفًا
"İman edenler Allah yolunda cihad ederler, kâfirler ise tağut yolunda savaşırlar." (Nisa, 4/76) ayetleriyle müminlere tağut hakkında bilgi vermekte ve tağuta karşı takınmaları gereken tavrı açıklamaktadır. 
 
Kardeşler!
 
Yeri gelmişken, Tağut  kelimesinin manasını kısaca hatırlayalım.
Tağut : Azgın, sapık, kötülük ve sapıklık önderi, zorba, şeytan, put, puthane, kâhin, sihirbaz. 
Tağut : Allah'ın hükümlerine sırt çeviren kişi ve kuruluşların tümü. 
Tağut : Allah'ın indirdiği hükümlere muhalif olan ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık.
Tağut: Allah cc'a karşı isyan etmekle beraber O'nun kullarını kendisine kul edinmek gayretinde olandır. Bu ise şeytan, papaz, dinî veya siyasî lider veyahut da kral olabilir. 
Tağut: İnsanı çeşitli günahlara yönelten şeytandır. 
Tağut: İnsanı ihtiras ve arzularının esiri kılan kendi nefsidir. 
Tağut: Kezâ kişi için karı, koca, çocuklar, ailesi, hısım, akraba, arkadaş, patron, artist, sporcu, teknoloji, moda, marka ve millet ile parti, siyasî ve dinî liderler, kral, başkan ve hükümetler gibi, maddi ve manevi olarak ona etki eden çevresindeki herşey de Tağut olabilir.
Bu sebepten bir insanın hakiki mümin olabilmesi için tağutu çok iyi tanıması ve reddetmesi gerekmektedir.
Bütün bunlar o kimse için birer tağut olur ve o kişiyi kendi arzu ve ihtiraslarına esir etmek isterler Tağut kelimesi aslında çoğul manâsı taşımaktadır. Çünkü bir olan Allah cc'ı inkâr eden, birçok tağutun kulu olur. 
Bu pek çok efendilerin kulu olan kimse, tatminine bir türlü imkân olmayan bu tağutlardan her birini ayrı ayrı memnun etmek hayaliyle ömrünü boşa tüketir.  
Tuğyan:Allah'a isyan etmek anlamına gelip, "Tağa"dan türemiştir.
 
Kardeşler!
Bugün yeryüzünde yürürlükte olan rejimlerin hepsi, beşerî rejimlerdir ve hükümlerini kendileri koymaktadırlar. Dolayısıyla da Allah cc'ın hükümlerine muhalefet etmektedirler. O halde bu rejimlerin hepsi "tağut" olarak isimlenir. Hatta kitlelere "en cazip ve hüsn-ü kabul gören bir rejim" olarak tanıtılan demokratik ve lâik rejimler de tağut hükmündedir.
Her ne şekilde olursa olsun, insanlar tarafından konulmuş ve Allah cc'ın hükümlerine muhalefet eden hükümler "tağut" olarak isimlendirilirler.
 
Âyet-i Kerîmede geçtiği üzere bütün peygamberler as, insanları Allah’a kul olmaya çağırmak ve tâğûtlardan sakındırmak için gönderilmiştir. Çünkü tâğûtlar, kendilerini Rab yerine koyarak Allah’ın dinine karşılık, kendileri kural ve yaptırımlar koymuşlar ve insanları Allah’ın emirlerini yapmaktan alıkoymuşlar ve yasaklamışlardır. Hatta onları zorunlu olarak kendi din, fikir ve sistemlerine bağlamaya çalışmışlar, reddedenlere hasım kesilmiş ve hor görmüşlerdir; en tehlikeli durum da budur.
 
Hz. Musa as’ın İman Davetine Firavun karşı çıkmış. Kavminin ileri gelenlerini toplayarak, şöyle söylemişti.
فَقَالَ اَنَا رَبُّكُمُ الْاَعْلٰى
“Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.” (Naziat, 79/24),
Kıymetli Gençler!
 
Sahabe-i Kirâm’ın çocuklarına ilk öğrettiği kelimelerden biri, “Âmentü billâh ve kefertü bi’t-tâğût” (Allah’a iman ettim, tâğûtu red ve inkâr ettim) sözüdür.” 
لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
“Dinde zorlama yoktur.  Doğruluk ile sapıklık (iman ile küfür, hak ile batıl) meydana çıkmıştır. Artık kim, tâğûtu (Allah’tan uzaklaştıran ve emirlerini yapmaktan men edenleri)    tanımayıp da Allah’a iman ederse, işte o, kopması (mümkün) olmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/256)
 
Tağutu İnkâr Etmeden Muvahhid Olunamaz
 
Tağut kavramı birçok Müslüman için bilinmeyen; dahası önem atfedilmeyen bir kavram olarak belirir. Oysa bütün peygamberler sav insanlara Allah’ı birleme ve sırf O’na ibadet etmenin yanında tağuttan kaçınmayı da tebliğ etmiştir.    
Müfessir Muhammed İbn Cerir et-Taberi rha tağut kavramını açıklarken 
“Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icat eden her varlık”   açıklamasını getirir. 
 
Tağutlar Allah’ın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını helal yapanlardır. Böylece tağutun şeytan, insan veya bir sistem olması arasında fark yoktur. Hangisi olursa olsun reddedilmelidir. Kur’an’da Rabbimiz, tağutlaşan insanların dilinden, onların bu konuda suçu kadere atma küstahlığında bulunduklarını hikâye eder:
 
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
“Müşrikler dediler ki: Allah dileseydi ne biz, ne de babalarımız O’ndan başkasına ibadet etmez ve Onun emri olmadan da hiçbir şeyi haram kılmazdık…”   
Allah cc, tağutlaşan ve tağuta kulluk yapan insanları eleştirirken hüküm koymanın da ancak hakiki bir ilaha ait bir yetki olduğunu belirtir:
 
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ …..
“…. Allah’ın indirdiği kanunlarla hükmetmeyenler, inanç ve durumlarına göre kafir, zalim ve fasıklardır.”  
 
Kafir ve Müşrikler Kelime-i Tevhidi Neden Kabul Etmezler?
 
Kelime-i Tevhid konusunda yaptığımız açıklamalarla artık ortaya çıkmıştır ki, Mekkeli müşrikler tevhid sözüne karşı çıkarken, sadece düşüncede kalan ve pratik bir gerekliliği olmayan bir söze karşı çıkmıyorlardı. Bilakis onlar Mekke sokak ve çarşılarında “Lâ ilâhe illallah” diye haykıran Hz. Muhammed sav’in veya Kabe’de şehadet getiren Hz. Ebû Zer ra’in; ya da kırbaç altında işkence çekerken “ehad, ehad” diye inleyen Hz. Bilal ra’in aslında ne söylediğini çok iyi anlıyorlardı. Bu tevhid sözü, onların putperestlik perdesi arkasından yürüttükleri tâğûtî hâkimiyetlerine son verecek; nefse tapınma şeklinde ortaya çıkan ahlaksız ve sömürgeci düzenlerini ortadan kaldıracaktı.
 
Nefs - Heva - Heves İlahı
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلًاۙ
“(Allah’ı ve hükümlerini unutup) hevâlarını/arzu ve heveslerini kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Artık ona sen mi vekil olacak (da onu koruyacak)sın?”  (Furkan, 25/43); [bk. 28/50; 45/23]
 
Hevâ: Vahye karşı gelip Allah’ın Adalet, Hakimlik, İlâhlık ve Rabliğini kabullenmeyenlerin en büyük putudur. 
Hevâ: İslâm’a uymayan her arzu ve davranış hevâdır. Yüce Allah’ı Rab ve kendisini O’nun kulu olarak tanımayan ve O’nun koyduğu yasaları dışlayıp çiğneyen kişiler, bazen kendi arzu ve heveslerinin kulu olurlar; bazen Allah’a karşılık kendilerini tam yeterli görüp. (41/6-7)
 
Kardeşler!
İnsan, “Ben özel yada toplumsal hayatımla ilgili işlerimde tamamen özgürüm. Dilediğimi tercih ederim. Dinin emirleri de yasakları da beni bağlamaz ve böyle de olmalıdır.” diyerek kendi hevâsını “RAB” durumuna getirir ve başkaları üzerinde hâkimiyet kurmaya ve onları Allah’ın emirlerine değil kendilerine boyun eğmeye zorlarlar. Böylece tâğûtlaşırlar. 
 
Bu durumda elbette birtakım zulümler meydana gelecektir. Hevânın hâkim olduğu yerde hayat fesada uğramıştır. Allahu Teâlâ ise artık bunları kurtaracak bir yardımcı olmadığını bildirmektedir (krş. 45/23). Aynı zamanda bu hevâ ve heveslerine tâbi olanların kalbi, daima korku ve ıstırap içindedir. Topluma korku ve güvensizlik salanlar, toplumdan da korkar ve hiç kimseye güvenemezler. Korku ve korkutma o kimseler için yüce bir PUT olmuştur. Bu kimseler asla mesut yaşayamazlar. [bk. 33/36; 42/21]
 
Kıymetli Müminler!
 
Yukarıdaki açıklamalarımızdan şu sonuca ulaşabiliriz. Put ve Tağut’u, insanları Allahtan/Haktan ayırmaları açısından, aynı katagoride değerlendirebiliriz. Her ikisi de ya gönüllü olarak yada bir kişi yada bir sistem tarafından zorla insanları Allahtan uzaklaştırır. 
 
Zamanın Tağutları yada Güncel Putlar:
Makam-Mevki
Şan-Şöhret
Para-Ziynet
Tamah
Lider-Önder-Üstaz-…
Grup-Hizb
Irk- Milliyet
Evlat-Kadın
Futbol/cu
İdol-Totem
Telefon-İnternet-Teknoloji
Televizyon-Dizi-Film
Gösteriş-Desinler-Ne Derler-Moda
 
Helak Olsunlar Allahtan Başkasına Kul Olanlar. 
Ebû Hüreyre ra’den,
Peygamber sav şöyle buyurdu:
 تَعِسَ عبدُ الدِّينَارِ، وَعَبْدُ الدِّرْهَمِ، وَعَبْدُ الخَمِيصَةِ، إنْ أُعْطِيَ رَضِيَ وإنْ لَمْ يُعْطَ سَخِطَ
“Altın, gümüş, kumaş(Moda) ve abaya/Üniformaya/Makama kul olanlar helâk oldular. Eğer onlara istedikleri verilirse hoşnut olur, verilmezse hoşnut olmazlar.”   
 
Hadisi Şerifin Buhari’deki uzun şekli ise;
“Altın, gümüş, elbise kulu olan kimseler sürünsün, kahrolsun. Böyle (menfaat düşkünü) kişiye (işlediği hayrın karşılığı Allah tarafından) verilirse hoşnut olur, verilmezse (Allah’ın takdirine) kızar; böyle (menfaat düşkünü) sürünsün, husrâna yuvarlansın!. Vücuduna diken batsın da cımbızla çıkaran bulunmasın!. 
İşte bu sebeple cennet, her hayır ve saâdet, Allah yolunda cihâd için atının dizginine sarılmış olan kula lâyıktır...”  
 
وَسْـَٔلْ مَنْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رُسُلِنَاۗ اَجَعَلْنَا مِنْ دُونِ الرَّحْمٰنِ اٰلِهَةً يُعْبَدُونَ۟
“Senden önce gönderdiğimiz peygamberlere sor, Rahman’dan başka ibadet edilecek ilahlar kılmış mıyız?”   
 
Buradan anlıyoruz ki, “İnsan İçin” sadece “Bir Tek İlah” vardır. Ve sadece bu “İlaha İbadet Ve İtaat” vardır.
Zaten Yüce Allah İnsanın yaradılış gayesi,
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
“Ben cinleri ve insanları ancak bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye yarattım.”   beyanıyla ortaya koymaktadır.  
İnsanın Allah'ı zat, sıfat, isim ve fiilleri ile tanıması ve ona teslim olup iman etmesi için, Allah ile Zihni ve kalbi bir ilişki içinde bulunması, O’nun Rasülü Hz.  Muhammed sav'e de tabi olması gerekir.
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
“(Ey Resûlüm!) De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.”  (Âli İmran, 3/31)
 
Âyet-i kerîmede Allah’ı tanımak ve bilmekten değil, “O’nu sevmekten” söz edilmektedir. Çünkü samimi sevgide, münâfıklık olmayıp yakın ilgi, alâka ve bağlılık vardır. Bundan dolayı bir şeye ne kadar ilgi ve alâka gösteriliyorsa, ona olan sevgi de o ölçüde demektir. Allah’ı sevmenin ölçüsü de O’nun emirlerini içtenlikle sevmek, yakın ilgiyle onları yerine getirmek, Rasûlü’ne/onun sünnetine uymak ve onun prensiplerini örnek almaktır. İşte buna karşılık da yüce Allah, bizi seveceğini ve mağfiret edeceğini vaadetmektedir. [bk. 3/164; 4/80; 7/158; 24/63; 33/21.  Ayrıca Hz. Peygamber’in emrine aykırı davrananlar için bk. 4/14; 24/63; 33/36]
 
“Yine) de ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse (kâfir olurlar), şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âli İmran, 3/32)
 
ÖRNEK OLAY
Cerir b. Abdullah ra’tan Günlerce Aç Yolculuk Yapan Yalnız Süvari
 
Aziz Müminler!
 
Yukarıda okuduğumuz Âyeti Kerimeleri ve Hadisi Şerifleri daha iyi anlayabilmek ve yaşayabilmemiz için Peygamber Efendimizin sav ve Ashabı Kiramın ra örnek hayatlarından birkaç sahneyi inanmış zihin ve gönüllerimize sunmak istiyorum.
 
Cerir b. Abdullah başka bir nebevi müjdeye dikkatleri çeker. Diyor ki: “Bir gün biz Efendimiz sav ile beraber Medine dışında bir yerlere doğru gidiyorduk. Baktık ki uzaklardan devenin üzerinden bir adam bize doğru geliyor. 
Efendimiz sav o adamı bize göstererek dedi ki: “Herhalde bu adam sizinle buluşmak için geliyor, herhalde bu adam sizi arıyor.” Adam bize yaklaştı selam verdi; biz de adamın selamını aldık. 
Sonra Efendimiz sav adama sordu: “Nereden geliyorsun?” 
Adam dedi ki: “Ailemin, çocuklarımın ve aşiretimin yanından geliyorum!” 
Efendimiz sav:
Nereye gidiyorsun diye sordu: 
Adam dedi ki: “Rasulullah ile buluşmaya gidiyorum.” 
Efendimiz sav “Tam yerine geldin ve şu an ona rastladın” dedi. 
Adam öyle bir sevindi ki, sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Sonra dedi ki: “Ya Resulullah! İman nedir? Bana öğretir misin?” 
Efendimiz sav dedi ki: 
“İman Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet etmendir. 
Sonra, namaz kılman, zekat vermen, Ramazan orucunu tutman, Beytullah’ı hac etmendir, deyip İslam’ın şartlarını saydı.” 
Adam “Hepsini kabul ettim ve ikrar ettim” dedi. Adam daha sözünü bitirmemişti ki, o anda devesinin ayağı bir çukura ya da bir tuzağa rast geldi; deve bir anda yere yıkıldı. O anda adam da devenin üstünden başının üzerine sert bir şekilde düştü ve kanlar içerisinde kaldı. Biz hemen indik develerimizden adamın yanına koştuk. Ben Ammar b. Yasir, Huzeyfe b. Yeman, ra adamı kaldırdığımızda,  adam ölmüştü. Ammar b. Yasir ra dedi ki: “Ya Resulullah! Adam ölmüş” dedi. Efendimiz sav o anda başını bizden başka bir tarafa çevirdi. 
Biraz oraya baktı, sonra bize döndü ve dedi ki: 
-“Adam günlerdir devesinin sırtında aç bir halde bize kavuşmak için geldi. İman etti; şu an melekler tepsiler üzerinde adama meyveler ikram ediyorlar. Kardeşiniz cennete gitmeden oranın meyvelerini yemeye başladı.” 
Daha sonra Enam Süresinin 82. ayetini okudu:
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا اٖيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُولٰئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ
“İman edipde, imanlarına (haksızlıkla şirk) zulüm bulaştırmayanlar, işte ancak onlardır korkudan emin olanlar ve doğru yolu bulanlar.”  
Sonra Efendimiz dedi ki: “Ameli az, ama ecri çok olan kardeşinizi defnedin!” Bizde hemen orada bir mezar kazarak kardeşimizi defnettik.”
 
Bir başka Cennet Yolcusu
Şeddâd b. el-Hâd ra anlatıyor:
 
Arabîlerden bir adam Rasulullah  sav’e geldi. İman edip ona tâbî oldu. Sonra Rasulullah sav’e: “Sizinle hicret etmek istiyorum!” dedi. 
Efendimiz de onu Ashabdan birisine havale ve emanet etti. Daha sonraları bir savaş oldu. Rasulullah sav bu savaşta bir miktar ganimet ele geçirdi ve onu savaşa katılanlar arasında taksim etti. Bir miktar da ona ayırdı ve payını kendisine vermesi için Ashabtan birisine teslim etti. Çünkü o, askerin gerisinden geliyor, yolda düşen ve kalanları gözetiyordu. Orduya yetişince ganimet payını kendisine verdiler.
Adam:
– Bu nedir? diye sordu. 
Oradakiler:
– Ganimet payı, Rasulullah sav senin için ayırdı, dediler. Adam payını eline alarak Rasulullah sav’e geldi ve:
– Bu nedir, yâ Rasulallah? diye sordu. 
Efendimiz sav:
– Senin için ayırdım! buyurdu. 
Adam:
– Ben sana böyle dünya malı için iman edip tâbî olmadım. Fakat ben sadece seninle cihad ederken şu boğazıma bir ok atılıp saplansın ve öylece ölüp Cennet’e gideyim diye tâbî oldum! dedi. 
Rasulullah sav de:
– Eğer Allah’a karşı (bu niyetinde) sadıksan, O seni tasdik eder, yalancı çıkarmaz, buyurdu.
Biraz sonra, düşmanla tekrar savaşa girildi. Savaştan sonra adam elde taşınarak Rasulullah sav’in huzuruna getirildi. Hakikaten tam işaret ettiği yerinden boğazına bir ok saplanmış ve şehîd düşmüştü. 
Rasulullah sav onu görünce:
– Bu o adam mıdır? diye sordu:
– Evet, dediler. 
Efendimiz sav:
– Allah ile doğru konuştu, Allah’ta onu doğruladı, tasdik etti.”
Sonra onu kendi cübbesiyle kefenledi, ön tarafa koydu, üzerine namaz kıldı. Namaz kılarken dua esnasında şu niyazı işitiliyordu: “Allahım! Bu senin kulundur. Senin yolunda hicret edip, şehid oldu. Ben de bunun şâhidiyim.” (Nesâî)
 
Bir başka Örnek Tablo
 
عن ابنِ عبَّاسٍ ، رضيَ اللَّه عنهمَا ، قال : « كُنْتُ خَلْفَ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يوْماً فَقال : « يَا غُلامُ إِنِّي أُعلِّمكَ كَلِمَاتٍ : « احْفَظِ اللَّهَ يَحْفَظْكَ  احْفَظِ اللَّهَ تَجِدْهُ تُجَاهَكَ ، إِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَل اللَّه ، وَإِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللَّهِ ، واعلَمْ : أَنَّ الأُمَّةَ لَو اجتَمعتْ عَلَى أَنْ ينْفعُوكَ بِشيْءٍ ، لَمْ يَنْفعُوكَ إِلاَّ بِشَيْءٍ قَد كَتَبَهُ اللَّهُ لَكَ ، وإِنِ اجْتَمَعُوا عَلَى أَنْ يَضُرُّوك بِشَيْءٍ ، لَمْ يَضُرُّوكَ إِلاَّ بَشَيْءٍ قد كَتَبَهُ اللَّه عليْكَ ، رُفِعَتِ الأقْلامُ ، وجَفَّتِ الصُّحُفُ». رواهُ التِّرمذيُّ وقَالَ : حديثٌ حسنٌ صَحيحٌ .
 
Abdullah İbni Abbas ra’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Bir gün Hz. Peygamber sav’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu:
“Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.)   
 
Hakiki İman, Müslümana Karşı Olan Kin Ve Düşmanlığı Siler
Hz. Ebu Bekr ve Oğlu Abdullah’ın ra Hayatından bir Sahne;
 
Hz. Ebu Bekir, ilk evliliğini Kuteyle bint Abdüluzza ile yapmış, ondan hicretin nazlı gelini Zatu’n-Nitakayn lakaplı Hz. Esma ve hicret günlerinin küçük istihbaratçısı Abdullah, 
İkinci evliliğini Ümmü Ruman bint Amr ile yapmış, ondan da Abdurrahman ile Aişe validemiz olmuştur. 
Üçüncü evliliğini Hz. Cafer’in şehadetinden sonra onun hanımı, Esma bint Ümeys ile yapmış, ondan da Muhammed olmuştur. 
Son evliliğini ise Ensar kardeşi Harice b. Zeyd’in kızı Habibe bint Harice ile yapmış, ondan da Ümmü Gülsüm adında bir kızı olmuştur.
 
Hz. Abdullah ra 
 
Abdullah, Mekke fethine ve Huneyn Gazvesi’ne katıldı; Tâif muhasarasında yaralandı. Medineye geldikten sonra biraz iyileşen bu yara daha sonra tekrar açıldı ve Hz. Abdullahın şehadetine vesile oldu. Cenaze namazını babası kıldırdı.
 
6 Yıl Sonra
Hz. Abdullah’ın şehadetinden 6 yıl sonra, Hz. Ebu Bekr’in hilafeti zamanında Taiften Müslüman bir heyet Medineye gelmişti. Heyetin içerisinde Ok ustası Sad bin Ubeyd de vardı.
Elinde bir ok ile Heyetin huzuruna çıkan Hz. Ebu Bekr:
“Ey Taifliler! İçinizde bu okun sahibini bilen var mı?”
Heyetin içerisindeki Sad İbni Ubeyd;
Evet, Ey Müminlerin Emiri, o oku tanıyorum. O ok bana aittir. Taif kuşatmasında o oku Müslüman askerlerden birine doğru ben atmıştım. Ama o askerin yaralanıp yaralanmadığını, akibetini bilmiyorum, ama o okun sahibi benim, der.
Hz. Ebu Bekr, şehid olan oğlu Abdullahı hatırlayıp, gözlerinden yaşlar süzülürken,
-Allah’a hamd olsun ki, bu ok ile oğluma şehadet nasip etti. 
-Allah’a hamd olsun ki, sen oğlumu öldürdün, ya o seni o gün öldürseydi, sen şirk üzere Rabbine gidecektin. 
-Allah’a hamd olsun ki, oğlumu sen öldürdün, ama Allah seni diriltti ve sen Müslüman oldun.”
 
Allaha imanın neticesi, mertebesi, meyvesidir bu.
 
ÖZET
 
Kıymetli Müminler!
 
Konumuzu özetlemeye çalışalım.
 
اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى
“Allah O’dur ki O’ndan başka ilâh yoktur, en güzel isimler O’nundur.”  (Taha, 20/8)
 
 اِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ
“(Resûlüm!) …. Şüphesiz senin Rabbin, hem mağfiret sahibi hem de çok acı veren bir azap sahibidir.”  (Fussilet, 41/43)
 
Rabbimiz cc, Müminün Suresinde de;
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۙ
غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
“Bu Kitab’ın indirilmesi, mutlak galip ve (her şeyi) hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı şiddetli olan, hem de lütuf sahibi olan Allah tarafındandır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dönüş ancak O’nadır.” buyurmaktadır. (Mümin, 40/2-3)
 
“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara melekler gelerek: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadedilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da ahirette de sizlere dostuz. Esirgeyip bağışlayan Allah’ın ikrâmı olarak (cennette) canınızın çektiği ve dilediğiniz her şey sizindir.’ derler.” (Fussilet, 41/30-32)
 
“Rabbimiz Allah’tır diyenler sonra da dosdoğru olanlar için ne korku vardır ne de hüzün. Onlar cennetliktir. İşlediklerinin karşılığı olarak cennette temelli kalacaklardır.” (Ahkâf, 46/13-14)
 
Kardeşler!
 
Ebû Saîd el–Hudrî ra'dan,
Peygamber sav şöyle buyurdular ki:
عن أبي سعيد الْخُدْرِي رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: «مَنْ رَضِيَ بالله رَبًّا، وبالإسلام دِيْنًا، وبمحمد رسولًا، وجَبَتْ له الجنة»، فَعَجِبَ لها أبو سعيد، فقال: أَعِدْهَا عَلَيَّ يا رسول الله، فَأَعَادَهَا عليه، ثم قال: «وأُخْرَى يَرْفَعُ الله بها العَبْد مائة دَرَجَة في الجنة، ما بين كل دَرَجَتَينِ كما بين السماء والأرض» قال: وما هي يا رسول الله؟ قال: «الجهاد في سَبِيل الله، الجهاد في سَبِيل الله» 
-«Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, rasûl olarak Muhammed'e (iman edip) razı olan kimse cenneti hak eder.» 
Bu söz Ebû Saîd'in çok hoşuna gitti.
-“Yâ Rasûlallah! Bu sözü bana tekrarlasanız”, dedi. Peygamber Efendimiz as sözünü tekrarladı; sonra da şöyle buyurdu: 
-«Bir başka haslet daha vardır ki, onun sayesinde Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir. Her bir derecenin arası da yerle gök arası kadardır.» Ebû Saîd: 
-“O haslet nedir, Yâ Rasûlallah? diye sordu. 
Nebi sav:
- «Allah yolunda cihat, Allah yolunda cihattır.» buyurdu". 
 
Kıymetli Müminler!
 
Efendimiz sav’in şu dauası hepimizin kalbine mühür olsun ve bu dua ile bu günkü sohbetimizi bitirelim.
اللَّهُمَّ أَعْطِنِي إِيمَانًا وَيَقِينًا لَيْسَ بَعْدَهُ كُفْرٌ
 وَرَحْمَةً أَنَالُ بِهَا شَرَفَ كَرَامَتِكَ فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ 
 
“Allâh’ım, bana öyle bir îman, öyle bir yakîn ver ki, artık bir daha küfür (ihtimâli) kalmasın. (Amin!)
Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve âhirette Sen’in nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.”   (Amin!)  
 
KAYNAKLAR
Kuranı Kerim Meali, Feyzül Furkan
Kuranı Kerim Meali, Diyanet Vakfı
DİB, İslam Ansiklopedisi
Sorularla İslam
İslam ve İhsan
Riyazüs Salihin
Muhammed Emin Yıldırım Hoca Efendi Sohbetlerinden
 
Yaşar Kapkara
Vezirköprü Cezaevi Vaizi
Mart 2017 Vezirköprü
Son Güncelleme:20.01.2025/ Ayvacık
 
EY MAZLUMLARIN RABBİ OLAN ALLAHIM!
Zalimlerle Beraber Görünmekten
Zalimlere Destek Olmaktan,
Zülme Karşı Susmaktan
Sadece Sana Sığınırız.
Bize Cesaret Ver!
Bize Yardım Et!
  
https://boykotrehberi.com/

4-PEYGAMBERLERE SA İMAN

Kardeşler!

Bu sohbetimizde İman Esaslarının 4. Olan Peygamberlere İman konusunu anlamaya çalışacağız.

Rabbim hakiki manada İman eden, imanını salih amellerle süsleyen, salih kullarından olmayı hepimize nasip ve müyesser eylesin. Âmîn!

Peygambere İman konusuna başlamadan önce, genel olarak İmanın mahiyetini ve şartlarını kısaca hatırlayalım.

İman Nedir?

İman huzurun teminatı olmalıdır. Müminim dediğimiz halde hala elimizdeki ev, araba, bağ, bahçe, gibi nimetlerle, ailemizle, sağlığımızla, dualarımızla, ibadetlerimizle, şükredecek bir huzura erişememişsek,

Biz gerçekten neyin imanını kalbimizde taşıyoruz?

Biz Peygamber as’ın tarif ettiği huzuru, huzur olarak kabül etmiyor muyuz? 

Peygamberimizin sav tarif ettiği huzur tarifi bizi kesmezse, ikna etmezse, onun sav tarif ettiği hangi şey bizim için kurtarıcı bir ölçü olabilir?

O’nun tarif ettiği iman bizi ikna eder mi acaba?

Peygamberin ikna edemediği gönüller, ancak ve anca şeytanın taht kurduğu cehennem yakıtından başka ne işe yarar ki?

Sohbetimizin başında gelin bir kez daha imanımızın beyanı olan ikrarımızı tekrar edelim:
Eşhadü en la ilahe illallah,
Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdühü ve Rasülüh.

Bu güzel şehadetimizden sonra efendimizin öğrettiği iman konusunu anlatmaya geçebiliriz.

İman Nedir?

İman : Güven içinde, korkusuz olmak manasındaki emn (emân) kökünden türeyen bir kelimedir.
İman :  Güven duygusu içinde tasdik etme, inanmak, demektir. 
İ‘tikād : Sağlamlaştırmak, kesin karar vermek, tasdik etmek, mânasındaki akd kökünden türemiştir.
İ‘tikād : İman, karşılığında kullanılır. 
İman : Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak, diye tanımlanır. 
Mü’min : Îman esaslarına gereği gibi inanan kimseye denir.
Müslim : İnancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişi. 

Rabbimiz Teâla İman etmemizle alakalı esasları şöyle izah etmiştir.

اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّهٖ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلٰئِكَتِهٖ وَكُتُبِهٖ وَرُسُلِهٖ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِهٖ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَصٖيرُ 
“(O) Resûl, Rabbinden kendisine indirilen (Kur’an’)a iman etti, mü’minler de (iman ettiler. Onların) her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbiri arasında (iman bakımından) ayrım yapmayız. …” (Bakara, 2/285)

Peygamberler arasında, ancak derece bakımından üstünlük vardır. Bilinen peygamberlerin birine inanmayan kimse, Allah’a da iman etmiş sayılmaz.  

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَالْكِتَابِ الَّذٖى نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِهٖ وَالْكِتَابِ الَّذٖى اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰئِكَتِهٖ وَكُتُبِهٖ وَرُسُلِهٖ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَعٖيدًا
“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır.” (Nisa, 4/136)

Kıymetli Kardeşler!

İmanın Şartlarını en güzel şekilde anlatan şu Hadisi Şerifi bir kere daha hatırlayalım.

 يَا مُحَمَّدُ فَأَخْبِرْنِي عَنِ الإيمان؟ ؟ فَقال رَسُولُ اللَّهِ : :أن تُؤْمِنَ بِاللَّهِ, وَمَلاَئِكَتِهِ, وَكُتُبِهِ, وَرُسُلِهِ, وَالْيَوْمِ الآخرِ ,وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ.
Ömer ibn Hattâb ra şöyle demiştir: 
Bir gün Rasûlullah sav’in yanında bulunduğumuz sırada elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde yolculuk belirtisi olmayan ve kimsenin de tanımadığı bir adam çıkageldi. Rasûlullah sav’in karşısına oturdu, dizlerini Peygamber sav’in dizlerine dayadı, ellerini uyluklarına koydu ve şöyle dedi:
Ey Muhammed! bana İslâm’dan haber ver? dedi. 
Rasülullah İslamın şartlarını Ona as söyledi……)
Adam şimdi de İman nedir onu bana anlat? dedi. 
Rasûlullah sav de: 
-Allah’a, 
-Meleklerine, 
-Kitaplarına, 
-Peygamberlerine, 
-Ahiret Gününe, 
-Kaderin hayır ve şerrine de İman etmendir”…… buyurdu.”
Olayın devamında Cebrail as, Peygamberimiz sav’e İhsan ve Kıyamet Alametlerini de sordu. (Müslim, İman 1);(bak. Diğer Hadisler )

Kesin inanılması gereken esaslar altı tane olup, bunlar kıyamet günü ve kader dışında yukarıdaki âyette ve Cibril hadisi denilen bir hadiste aşağıdaki şekilde sıralanmıştır.  

Îmân’ın 6 Esası / Şurûtul Îmân
1. Allah’a İman: 
2. Meleklere İman 
3. Kitaplara İman 
4. Peygamberlere İman
5. Ahiret Gününe İman
6. Kaza Ve Kadere İman

Kardeşler!

İmanı genel olarak hatırladıktan sonra konumuz olan  Peygamberlere as İmanın mahiyetini öğrenmeye geçebiliriz.

Peygamber Nedir?

Peygamber : (peygām-ber/peyâm-ber) kelimesi Farsça olup sözlükte “Haber getiren, haber tağıyan ve elçi” demektir. 
Peygamber : Eski Türkçe karşılığı yalvaçtır (yalavaç), ancak peygamber kelimesi erken dönemde Türkçe’ye geçip yerleşmiştir.
Peygamber : “Allah'ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçi”ye Peygamber denir.
Peygamber : Arapça karşılığı “gönderilmiş ve elçi” demek olan Rasül ve Mürsel kelimesi kullanılır. 
Rasül : Terim olarak Rasül ve Mürsel, “yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla insanlara gönderilen Peygambere” denilir. 
Nebî : Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara haber veren, fakat yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla gönderilmeyip, önceki bir Peygamberin kitap ve şeriatını ümmetine bildirmeye görevli olan peygamberdir. 
Rusül : Resulün çoğuludur.
Mürselûn : Mürsel çoğuludur.
Enbiyâ : Nebî'nin çoğuludur.

Kardeşler!

Peygamberlere iman ile alakalı diğer bazı kavramlar da şunlardır:

Bi’set : “Göndermek, yöneltmek; yaratmak” gibi mânalara gelir.
Bi’set : Kur’an’da “peygamberlikle görevlendirmek”, “ilham etmek”, “ölüleri diriltmek”, “uykudan uyandırmak” “musallat kılmak” gibi değişik anlamlarda kullanılmıştır. 
Bi’set : Allah’ın, kullarından dilediğini nübüvvet ve risâletle görevlendirmesi demektir.
Vahiy : “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, işaret etmek, ilham etmek” demektir.
Vahiy : “Allah’ın bir emri, bir hükmü veya bilgiyi peygamberine gizli olarak bildirmesi” demektir
Mûcize : Bir şeye güç yetirememek, anlamında acz kökünden türeyen mûcizin (âciz bırakan) isim şeklidir.
Mûcize : “Âciz kalmak; güçsüz bırakmak” demektir.
Mûcize : Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerin Allah tarafından gönderilmiş gerçek elçiler olduğunu kanıtlayan hârikulâde olaylar çok defa âyet (âyât) kelimesiyle ifade edilmiştir. 
Mûcize : Beyyine, burhân, sultân, hak ve furkān da, Kur’an’da yer yer mûcize anlamında kullanılmıştır.
Mûcize : “Peygamberin elinde ortaya çıkan ve benzeri öğrenim yoluyla meydana getirilemeyen olay” diye tanımlanmıştır.
Ümmet : Sözlükte “yönelmek, kastetmek; öne geçmek, imam olmak” mânalarındaki emm kökünden türemiştir.
Ümmet : Kendilerine peygamber gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder” gibi anlamlara gelir.
Ümmet : Aynı dine inanma, aynı zamanda yaşama veya aynı mekânda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplara denir.
Ümmet : Bir peygamberin gönderildiği toplum, bir nesil, kuşak, hayvanlardan her bir tür, toplumsal din gibi anlamlarda kullanılmıştır. 

Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: 

وَرُسُلًا قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْلٖيمًا
“Daha önce bazılarını sana anlattığımız, bazılarını da anlatmadığımız peygamberler gönderdik. Allah Musa ile bizzat konuştu" (Nisâ, 4/164)

İlk peygamber, Hz. Âdem; son peygamber ise, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa sav'dir. Bu ikisi arasında sayısını ancak Allah'ın bildiği kadar peygamberler, gelip geçmiştir. 

Kur'an-ı Kerim'de İsmi Geçen 25 Peygamber

Âdem as, İdris as, Nuh as, 
Hud as, Salih as, 
İbrahim as, Lût as, İsmail as, İshak as, Yakub as, Yusuf as, Eyyub as, Zül-Kifl as, Şuayb as, 
Musa as, Harun as, Davud as, Süleyman as, İlyas as, El-Yesa' as, Yunus as, Zekeriyya as, Yahya as, İsa as ve 
Muhammed as

Bir de Uzeyr, Lokman ve Zül-Karneyn'in isimleri geçer ki, bu üçünün peygamber mi yoksa velî mi oldukları ihtilaflıdır.

"Biz onlardan her birine âlemlerin üstünde yüksek meziyetler verdik." (En'âm, 6/86)

Peygamberlerden beş tanesi getirdikleri tevhîd dininin yerleşmesi için büyük sıkıntı ve cefalara katlanmaları, üstün irade ve fazîletleri sebebiyle Ulûl-Azm peygamber sayılmışlardır. 

Ulul Azm Peygamberleri as Kimlerdir?

Hz. Nuh, 
Hz. İbrahim, 
Hz. Musa, Hz. 
İsa ve 
Hz. Muhammed sav'dir. (bk. Ahzâb, 33/7)

Peygamberlerin Kur’an’da Verilen Bazı Özellikleri:

Yaşadıkları toplumun içinden seçilmiş birer insan olup toplumla aynı dili konuşurlar. 
Hz. Âdem ile Hz. Îsâ dışında her peygamber bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya gelmiş, insana has özellikler taşımış, dünya işleriyle meşgul olmuş, her insan gibi sonunda ölmüştür. 
Bütün peygamberler sâdık, dürüst, yaratana saygılı, yaratılmışlara şefkatli kimselerdir. 
Allah’tan vahiy almaları bakımından diğer insanlardan farklılık arzetmekle birlikte Allah yaratmadıkça mûcize gösteremezler, Allah bildirmedikçe gaybı haber veremezler, 
İnsan olarak küçük hatalar (Zelle) işleyebilirler; ancak karar ve temayüllerinde yanılmaları halinde ilâhî uyarıyla karşılaşırlar.  
Peygamberler sâdık rüya ile vahiy almaya başlar.  
Bütün nebîlere mûcizeler verilmiştir, Hz. Muhammed’e verilen en büyük mûcize Kur’an’dır.  
Bütün nebîler anneleri babaları bir olan kardeşler gibidir. Her nebînin ashabı ve havârileri vardır.  

Aziz Müminler!

Sadece Hz. Muhammed as’da olup, Diğer Peygamberlerde as olmayan 5 Haslet

Câbir İbn Abdillah ra’ten rivâyete göre 
Nebî sav kendisinden önce hiçbir peygambere verilmeyen bu beş hasleti şöyle sıralamıştır: 
1. Bir aylık mesafedeki düşmanın kalbine korku salınmakla yardım olundum. 
2. Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı, ümmetimden bir kişiye nerede namaz vakti olursa orada namazı kılsın. 
3. Bana ganimetler helal kılındı. 
4. Her peygamber özel olarak kendi kavmine gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim. 
5. Bana şefâat makamı verildi”  

Genel Olarak Peygamberlerin Bazı Sıfatları 

1. Sıdk : Doğru olmaktır. Peygamberler as kesinlikle yalan söylemezler. Onlar doğru ve dürüst kimselerdir.
2. Emânet : Güvenilir olmaktır. Peygamber güvenilir kimselerdir. Asla emânete hıyanet etmezler.
3. Fetânet : Zeki olmaktır. Bütün peygamberler insanların en akıllılarıdır.
4. İsmet : Günah işlememektir. Peygamberler as, asla günah işlemezler. İnsanlık icabı olabilen bazı küçük hataları "Zelle (ayak kayması)" adını alır ve Allah tarafından uyarılarak düzeltilir.  
5. Tebliğ : Bir şeyi veya bir haberi ulaştırmaktır. Peygamberler Allah'tan almış oldukları emirleri ümmetlerine mutlaka ulaştırmışlardır. Hiçbir şeyi gizlememiş ve hiçbir şey de ilâve etmemişlerdir. Yukarıda sayılan sıfatlar da bunu gerektirir.  

Aziz Kardeşlerim!

Peygamberlik çalışılarak elde edilecek bir makam değildir. Ancak Allah Teâlâ tarafından dilediği kimseye verilen bir rütbedir. Ayette şöyle buyurulur: 
"Onlara bir ayet geldiği zaman, Allah'ın peygamberlerine verilenin aynısı bize de verilmedikçe iman etmeyiz, derler. Allah peygamberlik görevini kime ve nereye vereceğini daha iyi bilir"  

Buna göre, peygamberlik kesbî değil vehbîdir. Ancak kadından, köleden ve yalancıdan peygamber çıkmamıştır. Bu sonuncular Sadık, şehid, sâlih olabilirler. 

Bugün ahlâksız, hatta inkârcı olan bir kimsenin yarın tevbe ederek, yapacağı güzel ameller sonucu takvâ sahibi, salih bir insan, hatta Allah'ın çok sevdiği bir velî olması mümkündür. Ashâb-ı Kiramdan bunun pek çok örnekleri vardır.

Peygamberlere as Mûcizeler Verilmiştir

1- Hissî Mûcizeler. İnsanların duyularına hitap eden hârikulâde olaylardır. Bunlara tabiatla ilgileri sebebiyle “Kevnî Mûcizeler” de denir. Kur’an’da belirtildiğine göre hissî mûcizeler geçmiş peygamberlerin elinde ortaya çıkmıştır. 
Hz. Sâlih’in devesi, 
Hz. Mûsâ’nın asâsının yılana dönüşmesi ve elinin parıltılı bir ışık vermesi, 
Hz. Îsâ’nın kuş şekline soktuğu çamuru canlandırması, ölüleri diriltmesi, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirmesi,  gibi. 

Bunlar tabiat kanunlarını aşan ve Allah’ın müdahalesini gösteren ilâhî fiiller olup iradelerini kullananların iman etmesini sağlar. 
Hissî mûcizeler peygamberin yaşadığı zaman ve mekânla sınırlıdır. Sonraki nesillerin onları tasdik etmesi haberin bilgi kaynağı olmasıyla gerçekleşir. 
İslâm âlimleri, Hz. Muhammed’e verilen en büyük mûcizenin Kur’ân-ı Kerîm olduğu hususunda fikir birliği içindedir, ancak ona hissî mûcizelerin verildiğini de kabul ederler. 
Kur’an’da yoruma açık birkaç tanesi dışında Rasûlullah’a nisbet edilen hissî mûcizelerin hiçbiri tevâtür yoluyla sabit olmamıştır. 
Bu rivayetlerin hidayet mûcizesinden ziyade İslâm’ı benimsemiş kimseler için itminan verici nitelik taşıdığını söylemek daha isabetli görünmektedir. 

2- Haberî Mûcizeler. Peygamberlerin Allah’tan gelen vahye dayanarak verdikleri gayb haberleridir. İsyankâr toplumların başlarına geleceğini önceden bildirdikleri felâketlerin aynen vuku bulması, 
Hz. Îsâ’nın muhataplarının evlerinde ne yiyip ne biriktirdiklerini haber vermesi, 
Resûl-i Ekrem’in Bizanslılar’ın İranlılar’ı savaşta mağlûp edeceğini, 

Hz. Ebu Bekir ra’ın (Übey bin Halef İle) İddiaya girmesi 
Kisrânın saltanatının yıkılacağını, 
İslâm dininin doğuda ve batıda yayılacağını  bildirmesi bu tür mûcizelerdendir. 

3- Aklî Mûcizeler. “Mânevî mûcize” veya “bilgi mûcizesi” diye de anılan bu grup, insanların akıl yürütme gücüne hitap eden ve onları rasyonel kanıtlarla baş başa bırakan gerçeklerden oluşur. Bunlar düşünmekle algılanabilen hususlar olup hissî mûcizelerde görüldüğü gibi belirli bir zaman ve mekânla sınırlı değildir. 

Peygamberlerin güvenilir, doğru sözlü, güzel ahlâk sahibi, merhametli olmaları, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaları, ilâhî mesajı bizzat uygulayıp insanlara örnek teşkil etmeleri, öğretilerinin erdemli bir toplum için vazgeçilmez ilkeler konumunda bulunması, tebliğ ettikleri vahiy ürünü metnin lafız ve muhteva bakımından erişilmez bir üstünlük taşıması gibi hususlar bu türün kapsamına girer 

Mûcizeler Amaçları Bakımından Da Üçe Ayrılmıştır. 

a) Hidayet Mûcizeleri: Tehaddî  şartı çerçevesinde inkârcıların gözü önünde ve onları acze düşürecek şekilde zuhur eden mûcizelerdir. Bu tür mûcizeler insanların kanaatleri üzerinde etkili olup ön yargıdan uzak kimselere fayda verir. 

Hz. Sâlih’in devesi, 
Hz. Mûsâ’nın asâsı ile parıltılı eli, 
Hz. Îsâ’nın şifa mûcizesi ve 
Hz. Muhammed’in Kur’an mûcizesi bunlar arasında sayılır. 

Hidayet mûcizeleriyle hitap edilen toplum arasında yakın bir ilişki bulunur. Bu mûcizeler insanları fikir, ilim ve sanat açısından maharet sahibi oldukları sahalarda âciz bırakır; asıl hedefleri de peygamberin doğruluğunu kanıtlamak suretiyle ilâhî mesajın kabulüne zemin hazırlamaktır. 

b) Yardım Mûcizeleri: İnananların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olarak zuhur eden ilâhî yardımlardır. Müminlerin yanında ve meydan okuma amacı dışında vuku bulan bu yardımlar hârikulâde bir özelliğe sahip olmakla birlikte klasik anlamda mûcizenin temel niteliklerini taşımaz. Bu tür fevkalâdelikler hemen her peygamberin hayatında görülür ve ona bağlanan müminlerde mânevî bir şevk ve itminan meydana getirir. 
Hz. Mûsâ’nın İsrâiloğulları için Allah’ın emriyle kayadan su çıkarması , 
Gökten kudret helvası ve bıldırcın, 
Kavminin gölgelenmesi için bulut getirmesi , 
Hz. Îsâ’nın gökten yiyecek dolu bir sofra indirmesi ,
Peygamberimizin sav Hicret için evinden çıkıp, müşriklerin arasından geçip gitmesi,
Sevr Mağarasındaki süre içerisinde, Örümcek ve Güvercin 
Bedir ve Hendek gazvelerinde meleklerin müslümanlara yardım etmesi , 
Çeşitli münasebetlerle suyun çoğalması ve yemeğin bereketlenmesi  bu türdendir. 
Kur’an’da bu nevi hadiseler “Nusret” kelimesiyle ifade edilir.  

c) Helâk Mûcizeleri: İnkârda ısrar eden kavimlerin cezalandırılmasına yönelik mûcizelerdir. 

Kur’an’daki açıklamalara göre helâk mûcizeleri şiddetli fırtına, korkunç bir gürültü, tûfan, zelzele gibi tabii âfetler tarzında gerçekleştiği gibi ,
Düşmanlar tarafından katledilmek şeklinde de görülmüştür. 
Nûh kavminin tûfanla, 
Semûd, Âd ve Medyen halkının korkunç bir gürültüyle, 
Lût kavminin zelzeleyle, 
Firavun ve ordusunun denizde boğulmak suretiyle yok edilmesi bunlardandır. 
Peygamberlerin as birçok delil ve mûcizesine rağmen inanmamakta ısrar eden inkârcıların helâk edilmesi Allah’ın süregelen (bk. Sünnetullah) bir kanunudur. 
Helâk Mûcizeleri aynı zamanda sonraki nesiller için bir uyarı ve ibret vesilesidir. 
Son peygamberin helâk mûcizesi toplumsal bir cezalandırma değil Kureyş’in ileri gelen azılı kâfirlerinin Bedir Savaşı’nda katledilmesi şeklinde olmuştur. 
Kur’ân-ı Kerîm’de her millete uyarıcı peygamber gönderildiği ve sözlerine itibar edilmesi için bunların çeşitli kanıtlarla desteklendiği açıklanmıştır. (Yûnus 10/74)

İnsanlar Peygamberlere Neden İhtiyaç Duyarlar?

İnsanların Peygamberlere as olan ihtiyaçlarını genel olarak şöyle sıralayabiliriz:

İnsanlar kendi akıllarıyla, Allah’ın varlığını ve birliğini anlayabilirlerse de bunun ötesinde Allah’a ait yüce sıfatları,
Dünya hayatının ne’liğini, nasıllığını, nihayetini ve ötesini,
Ruh’un, bedenin, faniliğin, ebediliğin, günahın, sevabın, ölümün, hayatın, cennet ve cehennemin ne olduğunu,
Dünya ve ahiret mutluluğuna nasıl kavuşulacağını, 
Fikren ve ahlaken yüksek bir medeniyeti nasıl kuracaklarını, 
Hangi şeyler faydalı, hangi şeyler zararlı olduğunu öğrenmek,
Fert ile toplumun, zengin ile Fakirin, yaşlı ile gencin, kadın ile erkeğin, iylik ile kötülüğün, zalim ile mazlumun, güçlü ile zayıfın mahiyetini belirlemek, aralarındaki kukukun sınırlarını çizmek ve merhamet çizgisinde buluşturmak da ancak bir Peygamber maharetiyle sağlanabilirdi.
Nasıl ibadet edileceğini, 
Ahiretle ilgili durumları, 
Bütün bir beşeriyetin hukuk ve mükellefiyet sınırlarını da ancak en iyi şekilde bir Peygamber açıklayabilirdi.
Adaleti nasıl tesis edeceklerini ancak vahiyle terbiye edilen bir peygamberlerden öğrenebilirler.
İnsani zaafların nasıl terbiye edilip, nasıl faziletli bir seviyeye çıkarılacağını,
Fani hayat ve bir sürü imtihanlar arasında nasıl ebediyet yurt için hazırlıklar yapılabileceğini,
İmanın ve ümidin her daim nasıl canlı tutulacağını öğretmek,
İşte Yüce Allah, insanları bu gibi hususlarda terbiye etmek için peygamberler göndermiştir. 

Kardeşler!

Peygamberler as, Mübeşşir ve Münzir’dirler

Bütün bu sıraladığımız durumlarla alakalı birkaç Âyeti Kerimeyi hatırlamakta fayda ve fazilet olacak.

“Biz müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki artık peygamberlerden sonra insanların, Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın.” (Nisa, 4/165)

Kur’an’da bu husus şöyle vurgulanmıştır:

كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّٖنَ مُبَشِّرٖينَ وَمُنْذِرٖينَ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فٖيمَا اخْتَلَفُوا فٖيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فٖيهِ اِلَّا الَّذٖينَ اُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فٖيهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِهٖ وَاللّٰهُ يَهْدٖى مَنْ يَشَاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ
“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık âyetler geldikten sonra o konuda ancak; kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir. (Bakara, 2/213)

Peygamberlerin as Çağrısı Allah’ın cc Vaadi’dir

Dünyadayken Peygamberlerin Yolunu Terk Edenlerin Akibetleri

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
“(İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vâdettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler.”  Yasin, 36/52)

Çağrıya Uymayanlar Pişman Olacaklardır

“İşte o gün gerçek mülk (hâkimiyet) Rahmân’ındır. Kâfirler/inkârcılar için o, pek çetin bir gündür.” (Furkan, 25/26)

وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلٰى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِى اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبٖيلًا
“O gün o (her inkârcı) zalim, ellerini ısırıp: “Keşke ben, peygamberle beraber kurtuluş yolunu tutsaydım.” diyecek.”  

“Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim.”  
“Andolsun ki bana o (Kur’an) gelmişken, beni zikirden (Allah’ı anmaktan ve Kur’an’dan) o saptırdı. Zaten şeytan, (darlıkta) insanı yalnız ve yardımcısız bırakandır.” (Furkan, 25/29)

“Peygamber de (şikâyetle): “Yâ Rabbi! Benim kavmim bu Kur’an’ı (okumayı ve hükümlerine uymayı bırakıp hatta menedip onu) terkettiler.”  dedi.”  

“(Rasûlüm! Sana olduğu gibi) her peygambere aynı şekilde, (onlara uymayan) günahkârlardan bir düşman var ettik. (Ancak dert edinme!) Doğru yolu gösterici ve yardımcı olarak Rabbin sana yeter.”  

Demek ki Kur’an’ın ve İslâm’ın hayatına hâkim olmasına karşı, Peygamberlere ve Peygamberimize kendi milletinden düşmanlık yapanlar olduğu gibi, mü’minlere de kendi kavminden düşmanlık yapanlar çıkmış ve çıkacaktır. Fakat mü’minler, batıla karşı sürdürdükleri mücadeleye devam etmeli, onlar karşısında ezilip büzülmemelidirler. Çünkü onların planları boşa çıkacaktır. Hakk’a bağlanan mü’minlere, maddî ve mânevî yardım için Rabbi kâfîdir.
Peygamber Efendimiz sav

Kıymetli Gençler!

Sohbetimizin bu bölümünde Peygamber Efendimiz sav’in Nübüvvetinin mahiyetini anlamaya çalışalım.

Ancak Efendimiz sav’in Nübüvvetini iyice kavramak için burada birbiri ile iç içe olan şu 4 Hakikatı hatırlamakta fayda olacak.
Nedir bu 4 Hakikat?
Son Din : İslam
Son Kitap : Kuran
 
Son Peygamber : Muhammed
Son Ümmet : Müminler

Aşağıdaki Hadis-i Şerif bu hakikatı çok güzel açıklamaktadır:

عن أبي سعيد الْخُدْرِي رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: «مَنْ رَضِيَ بالله رَبًّا، وبالإسلام دِيْنًا، وبمحمد رسولًا، وجَبَتْ له الجنة»، فَعَجِبَ لها أبو سعيد، فقال: أَعِدْهَا عَلَيَّ يا رسول الله، فَأَعَادَهَا عليه، ثم قال: «وأُخْرَى يَرْفَعُ الله بها العَبْد مائة دَرَجَة في الجنة، ما بين كل دَرَجَتَينِ كما بين السماء والأرض» قال: وما هي يا رسول الله؟ قال: «الجهاد في سَبِيل الله، الجهاد في سَبِيل الله
Ebû Saîd el-Hudrî ra'den rivayet edildiğine göre, 
Rasûlullah sav şöyle buyurdu:
“Rab olarak Allah'a, 
Din olarak İslâm'a, 
Rasûl olarak Muhammed sav'e inanıp razı olan kimse cenneti hak eder."  
Bu söz Ebû Saîd' rain çok hoşuna gitti ve:
–Yâ Resûlallah! Bu sözü bana tekrarlasanız, dedi. 
Peygamber Efendimiz sav sözünü tekrarladı; sonra da şöyle buyurdu:
“Bir başka haslet daha vardır ki, onun sayesinde Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir. Her bir derecenin arası da yerle gök arası kadardır."”
Ebû Saîd:
–O haslet nedir, yâ Rasûlallah? diye sordu. 
Hz. Peygamber sav:
"Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihaddır"  buyurdu. 

O sav Son Peygamberdir

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّٖنَ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَیْءٍ عَلٖيمًا
"Muhammed, adamlarınızdan hiçbirisinin babası değildir; fakat o Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." (Ahzâb, 33/40)

O sav Âlemlere Rahmettir
وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ
“Biz seni başka bir maksatla değil, âlemlere rahmet olmak üzere gönderdik" (Enbiyâ, 21/107)

O sav İyi Bir Muallimdir

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ اِذْ بَعَثَ فٖيهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِهٖ وَيُزَكّٖيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ
“Hakikaten Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulundu da: Kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyan, onları (fena huy ve günahlardan) temizleyen ve onlara Kitab’ı, Hikmeti öğreten bir Rasûl gönderdi. Halbuki onlar, bundan önce hiç şüphesiz açık bir sapıklık içinde idiler.” (Âli İmran, 3/164); (bak. )

Hikmet Rasülullah as’ın Sünneti midir?

Hikmet : Derin ve yararlı bilgiler olup işe yaramayan birtakım felsefî nazariyeler değildir. Kendisine hikmet verilen kimse; Kitab’ı, sünneti ve ilgili ilimlerin inceliklerini bilip düşünür, bütün iş ve sorumluluklarını noksansız onlara göre yerine getirir. Nefse uygun düşüncelerden, iş ve hareketlerden bütün günah ve kötülüklerden uzak kalır. İşte bunlar kendisine hayır verilmiş hikmet sahibi kimselerdir. [bk. 3/164, 16/44]

İbni Abbas ra.; 
“Helal ve haram ilmi ve Kur’an tefsiri” ile izah etmiştir ki bu da şer‘î ilimleri bilmek demektir. 

Hikmet : Allahu Teâlâ’nın Resûlü’ne indirdiği Kur’an’ın hükümlerini, gizli ve ince mânalarını anlama, onu yaşama, onunla hükmetme ve onu uygulama ilmidir; bunu da Rasûlullah sav, sünnetiyle ortaya koymuştur. Kendisi de, 
“Şüphesiz bana bir Kitab ve onunla birlikte bir benzeri (açıklama ve uygulama ilmi) verilmiştir.” buyurmuştur.  
Ebû Hüreyre ra’den,
Rasûlullah sav:
“İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı Cennet’e girer” buyurdu. Bunun üzerine:
-Ey Allah’ın elçisi, Cennet’e girmeyi kim istemez ki? denildi. Peygamber Efendimiz sav:
–“Bana itaat edenler Cennet’e girer, bana karşı gelenler Cennet’i istememiş demektir” buyurdu. (Buhârî, İ’tisâm 2)

Rasülullah as’ın Mübeyyin Oluşu

İmrân b. el-Husayn ra'ın (Ö.52/672) bulunduğu bir mecliste, adamın biri: 
"Kur'ân'da olandan başkasından bahsetmeyin" deyince, 
Hz. İmrân ra: 
"Sen akılsız bir adamsın! Öğle namazının (farzının) dört rekat olduğunu, onda kırâatın açıktan olamayacağını, Allah'ın Kitabında gördün mü?" Sonra zekâtı ve benzeri hükümleri sıraladı ve şöyle ilâve etti:
"Bütün bunları Allah'ın Kitâbında açıklanmış olarak buluyor musun? Kitâbullah bunları müphem bırakmıştır. Sünnet de açıklamıştır." deyip, meclisten kovmuştur.  
O sav, Adil Bir Hakemdir

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبٖينًا
"Allah ve Resûlü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur" (Ahzâb, 33/36).
اِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنٖينَ اِذَا دُعُوا اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهٖ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ اَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاُولٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
"Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resûlü'ne çağrıldıkları zaman inananların sözü ancak: "İşittik ve itâat ettik" demeleridir. İşte saadete eren onlardır" (Nûr, 24/51).

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اَطٖيعُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُوا الرَّسُولَ وَاُولِى الْاَمْرِ مِنْكُمْ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ فٖى شَیْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْوٖيلًا
"Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -eğer gerçekten Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûlü'ne götürün..." (Nisâ, 4/59)

Peygamber sav şöyle buyurmuştur:
“Şunu iyi biliniz ki, bana Kur'an-ı Ke¬rim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltu-ğuna kurulan tok bir adamın ‘Size (Hz. Peygamberin sünneti / hadisleri değil) sadece şu Kur'an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diye¬ceği (günler) yakındır...”

Bu hadis-i şerif -farklı nüanslarla- kütübü sitte ve diğer bazı kaynaklarda geçmektedir.  

Tirmizî’nin bir rivayeti şöyledir:
"Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaştığında -koltuğuna yaslanmış bir hâlde- ‘bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken)’ bulmayayım." 

“Sizden biriniz kibirle koltuğuna yaslanarak, Allah, Kur’an’dakilerden başka bir şeyi haram kılmamıştır mı sanıyor? Gözünüzü açın ki ben de emrettim, hüküm koydum ve yasakladım. Onlar (sayıca) Kur’an’ın misli gibidir. Allah, ehl-i kitap, borçlarını (harac ve cizye) verdikçe, izinsiz evlerine girmenizi, kadınlarını dövmenizi, meyvelerini yemenizi size helal kılmamıştır.”  

İslam alimleri bu gibi hadislere dayanarak, Kur’an’da olmayan (en azından açıktan görülmeyen) birçok hükmün Allah Resulünün sav sünnetiyle sabit olduğunu söylemişlerdir. 

İmam Şafiî gibi bazı büyük alimler bu hadislere dayanarak 
“Hz. Peygamberin sünneti, Kur’an’ın bir tefsiri, bir açıklaması hükmünde olduğunu...” belirtmişlerdir.

Çok açıktır ki, İslam’ın temel esaslarından olan namaz, oruç, hac, zekât gibi vecibelerin hiçbiri Kur’an’da detaylandırılmamıştır. Bu detayların tamamını sünnetten öğreniyoruz. Hz. Peygamber as'in şu hadisleri de bu gerçeğe işaret etmektedir:

“Namazı nasıl kıldığımı gördüyseniz, siz deöyle kılın!”  

لِتَأْخُذُوا عَنِّي مَنَاسِكَكُمْ
“"Hac ve umre ile ilgili ibâdetlerinizi benden alın (öğrenin).” 

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ فٖيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فٖى اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلٖيمًا
"Hayır, Rabb'in hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan, tam anlamıyla Teslim olmadıkça inanmış olamazlar." (Nisâ, 4/65).

O sav, Vahiy İle Konuşur
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰى * اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰى
“O, kendi hevâsından konuşmaz. Söyledikleri kendisine vahy edilmektedir.” (Necm, 53/3-4)

O sav’e İttiba Allah Sevgisinin Sebebidir

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
De ki; 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Hiç kuşkusuz Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir.'  

O sav’e, İtaat Allaha İtaattir

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفٖيظًا
“Kim peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim ona sırt çevirirse bilsin ki biz seni onların başına korucu olarak göndermiş değiliz.” (Nisa, 4/80

Hadisi Şeriflerinde Peygamber sav:
“Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Kim emîre (yetkili yöneticiye) itaat ederse bana itaat etmiş, kim de emîre isyan ederse bana isyan etmiş olur.”  

Ancak yöneticiye itaat “Ma’rûf”la sınırlı olup, Ma’siyet emrine itaat, kapsam dışı kalır (bk. Müslim, İmâre, H.No: 38-42)


O sav, En Güzel Örnektir

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فٖى رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَثٖيرًا
"Andolsun Allah'ın Resûlünde sizin için -Allah'ı ve âhireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için- (uyulacak) en güzel bir örnek vardır" (Ahzâb, 33/ 21).


O sav, Güzel Ahlak Sahibidir
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظٖيمٍ
“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin. (Kalem, 68/4)

Nitekim Peygamber Efendimiz:
“Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur.  

“Mü’minlerin inanç bakımından en olgunu, ahlâkça en güzel olanıdır 

O sav, Müminlere Karşı Çok Şefkat Ve Merhametlidir

لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزٖيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرٖيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنٖينَ رَؤُفٌ رَحٖيمٌ
“(Ey insanlar!) Andolsun ki size kendinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir.  Size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.”  

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظٖيمِ
" (Resûlüm! Sana inanmaktan) yüz çevirirlerse hemen de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O’na güvenip dayandım. O, büyük (ve yüce) Arş’ın Rabbidir (sahibidir)." (Tevbe, 9/129)
O sav, Rahmetin Müjdecisi, Azabın da Habercisidir

وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشٖيرًا وَنَذٖيرًا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
“Biz seni bütün insanlara bir rahmet müjdecisi ve azap habercisi olarak gönderdik" (Sebe ; 34/28); 

O sav, Bütün İnsanlığa Gönderilmiştir

قُلْ يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّٖى رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَمٖيعًا الَّذٖى لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْيٖ وَيُمٖيتُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ الْاُمِّىِّ الَّذٖى يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِهٖ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“De ki, ey insanlar, ben sizin tamamınıza gönderilmiş olan bir Allah elçisiyim" (A'raf, 7/158)

 Bunun bir sonucu olarak Hz. Peygamber'i diğerlerinden ayıran bazı özellikleri vardır.

Efendimiz sav’i Diğer Peygamberlerden as Ayıran Sıfat ve Vazifeleri

Önceki peygamberler yalnız bir şehre, bir kavme gönderilirken,   
Peygamber Efendimiz sav, gerek kendi devrinde yaşayan ve gerekse kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir.

Diğer peygamberlere verilen sahîfeler bugün elde mevcut olmadığı gibi; Tevrat, İncil ve Zebur'un da orijinal nüshaları yok olmuş, eldeki nüshalar ise tahrife uğramıştır. 
Halbuki Hz. Muhammed'e indirilen Kur'an-ı Kerim hiçbir değişikliğe uğramadan orijinal nüshalarıyla ve bu nüshalardan çoğaltılan şekilleriyle günümüze kadar gelmişmir. Çünkü Kur'an ilâhi koruma altındadır: "Kur'an'ı biz indirdik biz, onu koruyacak olan da biziz" (Hicr, 15/9)

Hz. Peygamber as son peygamber, Kur'an- Kerim de son kitap olunca, toplumların kıyamete kadar ortaya çıkacak ana problemlerine dair çözümler de Kuran ve Sünnette mevcuttur.

Kardeşler!

O sav, Kıyamete Kadar Rahmet Olan İslamiyetin Tamalayıcısıdır
Ayeti Kerimede: 

اَلْيَوْمَ يَئِسَ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْ دٖينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دٖينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتٖى وَرَضٖيتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ دٖينًا فَمَنِ اضْطُرَّ فٖى مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
“….. Bugün küfre sapanlar/inkârcılar dininiz(i ortadan kaldırıp sizi kendilerine çevirmek)ten ümidi kestiler, artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün dininizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak (hayat tarzı olan) İslâm’ı beğenip seçtim. (İşte dindeki bu yasaklara uymakla beraber) kim açlıktan çaresiz kalırsa, günaha meyletmeksizin/istek duymaksızın (bu sayılan haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Mâide, 5/3) buyurulur.

Bu âyet, Vedâ Haccı arefesinde Arafat’ta nâzil olmuştur. Son inen ahkâm âyetidir. (bk. 3/19, 85 ve dipnotları). Böylece hayat nizamını sağlamak ve âhiret saadetini kazanmak için gönderilen İslâm dini tamamlanmıştır. 

Artık bundan sonra Allah ve Resûlü’nün emir ve hükümlerine aykırı olarak ortaya atılan her şey bid‘attir, reddedilmiştir. 

Peygamberimiz sav’in:
“Siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz.” hadisi ise bağ, bahçe, ziraat, sanat, teknik ve benzeri konulardaki ihtisas hakkında olup bu yasaklamanın kapsamı dışındadır. 

Hayat tarzı olarak İslâm dinini beğenmeyenlerin imanından söz edilemez.

O sav, Hem Kendisi Şahid Hem de Ümmeti Şahid Bir Peygamberdir

وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهٖيدًا وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتٖى كُنْتَ عَلَيْهَا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبٖيرَةً اِلَّا عَلَى الَّذٖينَ هَدَى اللّٰهُ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضٖيعَ اٖيمَانَكُمْ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُفٌ رَحٖيمٌ
“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Rasûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin yöneldiğin yeri (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.”  (Bakara, 2/143)

Efendimiz sav Veda Hutbesinde 100binin üzerindeki Ashabının karşısında, kıyamete kadar gelecek olan Müslümanlara ve İnsanlara şöyle tavsiye ve ikazlarda bulunmuştur:

Benim dışımda benden sonra peygam¬ber görevlendirilmeyecektir. 
Sizin dışınız¬da ümmet de olmayacaktır. 
Rabbinizi ilah tanıyın, 
Candan Müslümanlar olarak Rabbinize teslim olun, saygıyla Rabbinize kulluk ve ibadet edin. 
Rabbinizin şeriatine boyun eğin, 
Beş vakit namazı (aksatmadan adabına, erkanına riayet ederek aşikare) kılın. 
Zekatı verin. (ki vicdanınız rahat, servetiniz bereketli ve temiz, etrafınız emniyetli olsun.) 
Ramazan orucunu tutun. 
Yöneticilerinize itaat edin ki Rabbinizin cennetine girersiniz.” 

Ey İnsanlar! 
Yarın Beni size soracaklar. 
Ne dersiniz? 
Peygamberlik görevimi yeri¬ne getirdim mi? Vazifemi yaptım mı?
Orada bulunanlar ra:
Evet yemin ederiz ki, tebliğ ettin, bize tavsiyelerde ve öğütlerde bulundun, böylece şehadet ederiz' dediler.
Efendimiz sav Şehadet Parmağını havaya kaldırarak:
-Şahit ol ya Rabbi, 
şahit ol ya Rabbi,
 şahit ol ya Rabbi...
Size selam ve selamet diliyorum, Al¬lah'ın rahmet ve bereket ihsanını niyaz ediyorum,”  buyurdular.

Aziz Müminler!

Ebû Saîd El-Hudri’nin  okuduğu şu dua ile sohbetimi bitiriyorum:
رَضِيتُ بِاللهِ رَبّاً، وَبِاْلإِسْلاَمِ دِيناً، وَبِمُحَمَّدٍ صَلَّى الله ُعَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَسُولاً
 اَللّٰهُمَّ رَبَّنَا لَكَ الحَمْدُ، مِلْءَ السَّمَوَاتِ وَاْلأَرْضِ، وَمِلْءَ مَا شِئْتَ مِنْ شَئٍ بَعْدُ، أهْلَ الثَّناءِ والْمَجْدِ، أَحَقُّ مَا قَالَ العَبْدُ، وَكُلُّنَا لَكَ عَبْدٌ، اَللّٰهُمَّ لاَ مَانِعَ لِمَا أَعْطَيْتَ، وَلاَ مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ، وَلاَ يَنْفَعُ ذَا الجَدِّ مِنْكَ الجَدُّ 
لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَاللَّهُ أَكْبَرُ
لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ
لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الحَمْدُ
لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللهِ

Yâ Rab!
Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve Rasûlü olarak Muhammed sav’den râzı oldum.
Ey Allah’ım! Rabbimiz, Hamd gökler ve yer dolusu ve bundan sonra dilediğin şey dolusu Sana’dır. 
Senâ ve mecd sahibi Allah, kulun dediğinden daha fazlasına müstahaktır. 
Biz hepimiz Sana kuluz. 
Allah´ım! Senin verdiğini engelleyecek yok; engellediğini de verecek yok. 
Varlık sahibine varlığı fayda vermez; varlık ve fayda sendendir.
Allah’tan başka ilah yoktur ve Allah en büyüktür.
Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir ve ortağı yoktur.
Allah’tan başka ilah yoktur ve hamd O’nadır.
Allah’tan başka ilah yoktur, güç ve kuvvet yalnız Allah’a âittir.

Velhamdü Lillahi Rabbil Âlemîn

Kaynaklar
İslam Ansiklopedisi, TDV
Kuranı Kerim Meali, Diyanet Vakfı,
Kuranı Kerim Meali, Feyzül Furkan, 
Sorularla İslam
İslam ve İhsan
Riyazüs Salihin
Nureddin Yıldız Hoca Efendinin Sohbetinden,
Muhammed Emin Yıldırım Hoca Efendi Sohbetlerinden
Yaşar Kapkara
Ayvacık İlçe Müftülüğü Vaizi
9 Şubat 25Son Güncelleme: 11.Şubat 2025
 

  7- KABİR HAYATI

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

 

Değerli Müslümanlar!

           

Bu günkü sohbetimizde sizlere, ölümle başlayıp, haşr vaktine kadar sürecek olan Kabir Hayatında diğer bir deyişle Berzah Aleminden bahsedeceğim.

           

Rabbim bana hayır ve bereketle anlatmayı ve her birimize de hayrı yaşamayı nasip etsin.

           

            Aziz Cemaat!

 

Allahü Taala yaşadığımız bu dünya hayatını bakın biz insanlar için nasıl tarif ediyor:

وَمَا هَذِهِ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَإِنَّ الدَّارَ الْآخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!”[1] 

           

            Evet! Yüce Rabbimiz cc, bu Ayeti Kerimede, eğer insan yaradılış gayesini bilmez, dünyanın geçici olduğunu unutur ise, onun için dünya hayatı,bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Ancak yaradılış gayesini bilen bir insan içinse, asıl yurdun ahret yurdu olduğu, dünyanın, asıl yurt için bir hazırlık mekânı olduğu konusunda bizleri uyarmaktadır. Sohbetimizin başında okumuş olduğumuz Ayeti Kerime’de ise, insana bir kez daha “Ey İnsan sen ölümlüsün” diye uyarıda bulunulmakta ve;

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ

“Her canlı ölümü tadıcıdır. Biz, sizi hem şerle hem de hayırla imtihan edip sınarız. Sonunda da Bizim huzurumuza getirileceksiniz.”[2]Denilmektedir.

 NEDİR KABİR ÂLEMİ?

Dünya hayatının sona ermesiyle başlayan ahiret âleminin ruhlar için ilk durağı ya da bekleme salonudur. Berzah Âlemi diye de adlandırılır.

 

            Efendimiz sav ise şöyle tarif etmiştir: "Kabir, âhiret duraklarının ilkidir. Bir kimse eğer o duraktan kurtulursa sonraki durakları daha kolay geçer. Kurtulamazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktır"[3]

 Kabir Hayatı, insanın dünyadaki bedeni için değil, Allah’ın cc “…ona kendi ruhundan üflemiştir…”[4]dediği“İnsan Ruhu” için vardır. Bu sebepten Kabir Alemi’ni, toprağın altına gömülmek anlamında düşünmemek gerekir. Kişi ister denizde boğulup kalsın, ister balıklar yesin, ister yanarak kül olsun ve külleri etrafa saçılsın, isterse toprağa gömülsün hiç fark etmez,ölen insanlar, her halde kabir hayatını yaşamaktadırlar.

 Aşağıdaki Âyet ve Hadisi Şeriflere baktığımızda Kabir Hayatının varlığının hak olduğunu görüyoruz.

 Yine Fatır Suresinde de Kabir Hayatının varlığından bahsedilmekte ve:

 وَمَا أَنتَ بِمُسْمِعٍ مَّن فِي الْقُبُورِ

“… Sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.[5] denilmektedir.

KABİR ALEMİ HAKKINDA (GAYBİ) HABERLER

 Kıymetli Müminler!

Yasin Suresi 51 ve 52. Ayeti Kerimelere baktığımızda, Yüce Rabbimiz:

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ

“Sur'a üfürülmüştür; böylece onlar kabirlerinden (diriltilip) Rablerine doğru (dalgalar halinde) süzülüp-giderler.

قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

(İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vâdettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler.”[6] Buyurarak, kıyamet günü diriltilen inkârcı insanların  “Bizi kabrimizden kim kaldırdı?” diyecekleri yani kabir hayatında haberdar olacaklarında bahsedilmekte.

Ayetin bu kısmında zikredilen husus Peygamber Efendimizin hadislerinde nasıl bildirilmiştir.

Aşağıdaki Hadisi Şerif bize, yukarıdaki Ayette geçen “Kabir Hayatında” neler yaşanacağından  bahsetmektedir.

 Rasûlullah sav şöyle buyurdu: “Sizden biriniz veya ölü, kabre konulunca mavi gözlü simsiyah iki melek ona gelir onlardan birine münker diğerine nekîr denilir. O iki melek,ölüye şöyle derler: Bu Muhammed sav denilen adam hakkında ne dersin? O kimse ise ölmeden önce söylediğini aynen tekrar ederek: ‘O Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Ben şehâdet ederim ki Allah’tan başka gerçek ilah yoktur. Muhammed’de onun kulu ve elçisidir.’ O iki melek derler ki: ‘Senin böyle söyleyeceğini biliyorduk.’ Sonra o kabir yetmiş arşın kadar genişletilir ve aydınlık hale getirilir ve rahatça yat uyu burada denilir. O kimse ‘bu durumu benim aileme dönüp haber verebilir miyim?’ Deyince o iki melek; ‘gelin güvey gibi rahatça uyu gelin güveyi olan kimseyi ailesinden en çok sevdiği kimse uyandırır derler.’ O kişi o kabirde mahşer için diriltilinceye kadar rahat rahat uyur.

O kabre konulan kimse münafık ise Muhammed sav hakkında sorulan soruya; ‘İnsanların,O’nun için peygamber dediklerini duydum, bende aynen öyle söyledim, gerçek midir? değil midir? Bilemiyorum’ diyecek. Bunun üzerine o iki melek; ‘senin böyle söyleyeceğini biliyorduk’ derler. Kabre, ‘sıkıştır onu’ denilir, kabirde onu sıkıştırır da kaburga kemikleri yerlerinden oynar. Allah, mahşer günü uyandırıncaya kadar,ona böylece azab etmeye devam eder.[7]

 FİRAVUN AİLESİNE KABİR AZABI

 Aziz Müslümanlar!

 Mümin Suresi 46. Ayete baktığımızda suda boğup da aleme ibret olsun diye cesedini yok etmediği Firavun ve ailesinin de kabir azabından bahsedildiğini görüyoruz.

النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ

“Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!”[8]

 Ayeti Kerimede iki ayrı zamandan bahsedilmektedir. İkincisi Kıyamet günü olunca onların azabın en şiddetlisine sokulacağından bahsedilyor. İlk bölümde ise kıyamet gününden önce inkârcıların ruhlarının her gün sabah akşam cehenneme sokulacağından bahsedilmektedir. Ayetin bu ilk bölümü bize Kabir hayatının varlığından ve inkârcılar için, azap ve sıkıntı olacağından haber verilmiş, kabir azabının varlığına delil olarak gösterilmiştir.[9]

 Bir diğer Hadisi Şerifte deEfendimiz sav: “Ben, kabir azabından, ateş azabınız­dan, hayât ve ölüm imtihan ve şiddetlerinden ve Deccâl Mesîh fitnesinden sana sığınırım.[10] diye dua etmiştir.

Hz. Âişe Validemiz,Peygamberimize sav, kabir azabını sormuş. O da sav: "Evet, kabir azabı (hakktır, vardır)" buyurmuştur.Âişe: “Ben bundan sonra Rasûlullah'ın hiçbir namaz kılıp da kabir azabından Allah'a sığınmayı terkettiğini görmedim, demiştir.”[11]

 İbn Ömer ra’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse öldüğü zaman ahiretteki kalacağı yer sabah akşam kendisine gösterilir o kimse Cennetliklerden ise Cennet’ten, Cehennemliklerden ise Cehennem’den olan yeri gösterilir ve ona işte senin oturacağın yer burasıdır, kıyamet günü Allah seni buraya gönderecek denilir.”[12]

 Abdullah b. Abbas ra’ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: Rasülullah sav iki kabrin yanından geçti ve şöyle buyurdu:“Bu kabirlerde yatanlar azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar.” Rasülullah sav daha sonra sözüne şöyle devam etti: “Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlinden (idrarını üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı." [13] dedi ve iki hurma dalı isteyerek her mezara birer tane dikti. Biz: Bunun onlara faydası olur mu?”” diye sorduk. O’da: “”Evet, yeşil kaldıkça onların azâbını hafifletir.”” buyurdular.”

 Efendimizin sav, Kabrin üzerine yeşil Hurma dikmesi ve “yeşil kaldıkça onların azâbını hafifletir” demesi, “sadakayı cariye” dediğimiz amel defterinin açık olmasına vesile olan hayır ve hasenattır.

Kıymetli Müslümanlar!

 Kabirde azabının varlığını ve bu azabı def edecek pek çok hayırlı ameli de Allah Rasülü sav bize haber vermiştir.

 Allah Rasülü’nün sav şu Hadisi Şeriflerinden: Cuma gündüz ya da Cuma gecesi ölenlerin[14];  “Emri bil ma’ruf nehyi ani’l-münker yapanların” [15]; “Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehit olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur.[16], kabir azabından korunacağına ümit edilir.

 Ancak aşağıdaki hadisi Şerif Müslümanın hayırlı amellerinin de işe yaramayacağından bahseder.

 Buyurdular ki: “Müminin borcu ödeninceye kadar ruhu borcuna takılıdır.” [17]

 Aziz Mümin Müminler!

 Kul hakkı çok önemlidir. Aman insanların hak ve hukuklarından uzak duralım. “borçlu olmayı küfre denk tutan”[18] Efendimizin sav, borçlu olmaktan Allaha sığındığı gibi, Borçlu olmaktan Allaha sığınalım ki yaptığımız güzel amellerimiz kabirde de kıyamet günün de bizi Merhamet sahibi Rabbimizin rızasına eriştirsin.

 

         Hz. Fatıma ra annemiz hariç, altı evladını kendi elleriyle toprağa koyan Alemlere Rahmet Efendimiz sav, büyük kızı Hz. Zeyneb ra vefat ettiğinde, kerimesine iç gömlek yapılması için beline bağladığı havlu gibi bir kumaşı (fotasını) çıkarıp yıkayanlara verdi ve namazını da bizzat kendisi kıldırdı.[19] kızının kabrine inen acılı Baba, biraz durduktan sonra, sevinç içinde dışarı çıktı ve “Zeyneb’in zayıflığını düşünüp, ona kabir sıkıntısı ve hararetini hafifletmesi için Yüce Allah’a yalvardım; O da bu dileğimi kabul buyurdu!” dedi.[20]

 

Allah Rasülü sav, bir gün Abdullah bin Ömer ra’ı tutarak ona şöyle dedi:

 

كُنْ فيِ الدُّنْياَ كَأَنَّكَ غَرِيبٌ أَوْ عَابِرُ سَبِيلٍ وَعُدَّ نَفْسَكَ فِي أَهْلِ الْقُبوُرِ

 “Dünyada bir garip yahut geçip gitmekte olan bir yolcu gibi ol. Asıl ve ebedî vatanın ahirete gideceğine öylesine inan ki, ölmeden önce ölmüş ol ve kendini şimdiden kabir ehlinden say!”[21] 

          

Kıymetli Müminler!

 

Dünya hayatımızın geçici olduğunu ahret hayatının ise baki olduğunu sohbetimizin başında okuduğumuz Ankebut Suresinin 64. Ayeti Kerimesinde dile getirmiştik.

 

            Ashabı Kiram, Efendimiz sav’e:“Hangi Mü’min en faziletlidir?” sordular.  O da sav: “Ahlakça en güzelleridir!” cevabını verdi. “Pekiyi, Müminlerden hangisi en akıllıdır? diye sorduklarında ise: “Ölümü en çok zikreden ve ölüm gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır.”[22] buyurdu.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[23]

 

            Allah Rasülü sav de: “Size kabir ziyaretini yasaklamıştım fakat artık ziyarette bulunabilirsiniz. Çünkü bu, kalbi yumuşatır, gözü yaşartır, ölümü ve ahireti hatırlatır.”[24]  buyurmuşlardır.

 

Bu Hadisi Şerifin uygulaması olsa gerek ki, Ecdadımız Kabristanlıkları şehirden uzaklara kurmamış, toplumun önünde giden ilim ehlinin kabirlerini de Ulu Camilerin bahçesine defnetmişler ki, insanlar onlara baksınlar da ibret alsın, ölümden sonrası için hazırlık yapsınlar.

 

Efendimiz de buyurdular ki:

اَلْكَيِّسُ مَنْ دان نَفْسَهُ , وَعَمِلَ لِمَا بَعْدَ الْمَوْتِ , وَالْعَاجِزُ مَنْ أَتْبَعَ نَفْسَهُ هَوَاهَا, وَتَمَنَّى عَلَى اللَّهِ.

 

            Ebû Ya’lâ Şeddâd ibn Evsra’den rivayet edildiğine göre Peygamber sav şöyle buyurdu: “Akıllı kişi nefsini hesaba çekerek, nefsine hâkim olup, ölüm sonrası için çalışandır. Âciz ve zayıf kimse ise nefsini arzularının peşine takıp da kurtuluşunu hiçbir iş yapmaksızın Allah beni bağışlar diye hayal kurarak Allah’ tan bekleyen kimsedir.”[25]

 

Efendimiz’in sav, namazda tahiyyâtı bitirdikten sonra yaptığı ve bize de tavsiye ettiği şu dua ile sohbetimi bitirmek istiyorum: “Allah'ım, cehennemin azâbından ve kabir azâbından, hayat ve ölüm fitnesinden, deccâlin fitnesine uğramaktan sana sığınırım.”[26]

 

Allah’ım! Hepimizi efendimizin gösterdiği yolda ahireti için çalışıp çabalayanlardan, kıyamet günü de senden ümit ettiğimiz makamlara nail eyle.

 

 وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

 

Yaşar Kapkara
Vezirköprü Cezaevi Vaizi
Diğer Vaaz ve Dini Konular için:
www.kapkarayasar.tr.gg


[1] (Ankebût, 29/64)

 [2] (Enbiyâ, 21/35)

[3]Tirmizî, “Zühd”, 5; İbnMâce, “Zühd”, 32

[4]Secde, 32/9 

[5]Fatir, 35/22

[6] Yasin, 36/51-52

[7]Nesâî, Cenaiz: 114; Buhârî, Cenaiz: 86, Tirmizi, Cenaiz 70

[8]Mü’min (Gafir), 40/46

[9]Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, DİB yayınları, c.IV, s. 663

[10] Buhari, Cenaiz, 86

[11]Buhari, Cenaiz, 86

[12]Buhârî, Cenaiz: 89, Tirmizi, Cenaiz, 70

[13]Buhari, Vudu, 56; Müslim, Taharet, 34; Nesai, Cenaiz, 166; Diğer rivayetler için bkz. Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatüAzabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kahire trs s. 115

[14]Ahmed 6582, 6646, Tirmizi

[15]el-Hanbeli, İbn Recep, s. 90.

[16]Müslim, İmaret, 163; Ayrıca bkz. Fezailü’l-Cihad, 2; Nesai, Cihad, 39; İbn Mace, Cihad, 7.

[17] Tirmizi, Cenaiz, 74; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 508; ayrıca bkz. Beyhaki, a.g.e., s. 127.

[18] Nesâî İstiaze 23, Müsned 3/38

[19]İbnSa’d, Tabakat, c. 8, s. 36.          

[20]İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 8, s. 131.

[21]Tirmizi, Zühd, 25; İbnMace, Zühd, 3; Müsned, 2/24, 41, 131.

[22](İbnuMace, Zühd, 31)

[23](Haşr, 59/18 )

[24](Hâkim, Müstedrek; Beyhakî, es-Sünenül-Kübrâ, -az farkla- Ahmed b. Hanbel, Müsned

[25](Tirmizi, Kıyame, 25; İbnMace, Zühd, 21; Müsned, 4/124)

[26](Müslim, Mesâcid 128-134; EbûDâvûd, Salât 149, 179; Nesâî, Sehv 64)

 

İÇİNDEKİLER

 

 


 
 
  Bugün 6 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı! ALLAHIM! İÇİMİZDEKİ ZALİMLER YÜZÜNDEN BİZİ CEZALANDIRMA! AMİN!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol